- 461 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Söğüt Ağacı 6
Çetin acemi birliğini Manisa’da tamamladı. Usta birliğine teslim olmadan önce kullandığı dağıtım izninin ilaç gibi geldiği hissine kapıldı. Birliğinden dışarı çıktığında sevinçten havaya uçacak gibiydi. Kendini başkasının yerine koyduğunda o başkasının da sevineceğini düşündü. Aylardır görmediği, gözlerinde tüten Aysel’ini görecek hasret giderecek olmasına sevinilmez miydi? Mevsim gereği belki söğüt ağacına misafir olmayabilirlerdi. Ama bir şekilde bir yerde buluşurlardı. Belki havaların soğukluğuna aldırış etmeden yine söğüt ağacına misafir olurlardı. Ancak Erciş’e geldiğinde, iki gün önce Hüsam’ın Hüseyin’in vefat ettiğini öğrenince düşündüklerinin hayal olduğu gerçeği ile yüzleşti.
Kim bilir Aysel’i ne haldeydi. Babasına aşırı şekilde bağlı olduğunu, çok sevdiğini bildiğinden gözleri kan çanağına dönmüştür diye düşündü. Kim babasını sevmezdi? Kim babasının ölümüne ağlamazdı. Aklına geldikçe Aysel’inin yanında olmak, teselli etmek istese de yapabileceği tek şey aileye taziyede bulunabileceğiydi. Purul’dan iki arkadaşı ile taziye evine gittiler. Adetten olduğu üzere sandalyeye oturduklarını gören köy imamı aşır okudu. El Fatiha dediğinde taziye evinde bulunanlar ellerini açarak Fatiha okudular. Fatiha’nın ardından Çetin Aysel’in en büyük abisinden başlayarak aile bireylerine tek tek baş sağlığı diledi.
Bu arada taziye evinde hizmet eden çocuklar tarafın-dan çay dağıtımı devam ediyordu. Çetin’in ve birlikte geldiği arkadaşlarının önlerine koyulan çayları yudumlarken yemeğin hazır olduğu haberi geldi. O günkü öğle yemeğini veren Davut’un Kemal, taziyede bulunanları sofraya davet etti. Aysel’in abisi Mustafa, tanımadığı halde sofraya oturmak istemeyen Çetin’e ısrarla “bir lokmada olsa yiyin” dedi. Teşekkür etmekle yetinen Çetin’in aklı Aysel’deydi.
Köydeki her taziyede olduğu gibi bu taziyede de erkeklerle bayanlar ayrı yerlerdeydi. Tandır evi bayanlara ayrılmıştı. Aralarında kan bağı olmadığından tandır evine giderek Aysel’e taziyede bulunma şansı yoktu. Tesadüfen görme ihtimalide çok azdı. Görse bile konuşamaz, uzaktan göz işaretiyle taziyede bulunabilirdi. Buna da razıydı. En azında taziyeye geldiğinden bilgisi olurdu.
Bu arada Aysel’in dayısı oğlu olan İdo’nun Yunus’un gözleri Çetin’in üstündeydi. Pataklamamak için kendini zor tutuyordu. İçinden “ailemizi tanımaz, bilmezsin, ne işin var” diyordu. Demek ki Aysel’in peşinde koştuğun doğru diye düşünürken Aysel’in Çetin’e âşık olduğu gerçeğini unutuyordu. Aşkın oynaşmak olmadığını ayrıt edecek kapasitede olmadığından, akıllı, namuslu kız olan Aysel’in kimseyle oynaşmayacağı inancındaydı. Bibisi kızını rahatsız eden bu adama iyi bir ders vermesi gerektiği düşüncesiyle taziye evinden ayrılmakta olan Çetin’in peşine düştü. Çetin’in geldiği andan itibaren İdo’nun Yunus’un yerinde duramadığını fark eden, aklı başında, taziye evinin huzurunu kaçıracak bir olayın çıkmasına izin vermek istemeyen İdo’nun Hasan Peşlerinden çıktı. İdo’nun Yunus’un kolundan tutarak kimsenin göreme-yeceği köşeye çekti:
-Sen neyin peşindesin?
-Neyin peşinde olacağım?
-Her şeyin farkındayım. Unutma ki burası taziye evi. Ev, köylerden Erciş’e gidilen yolun üstünde. Bu yoldan geçen herkes taziye dileğinde bulunabilir. Bizim insanımız bu konuda hassastır. Tanıyıp tanımadığı hiç önemli değil. Gelir taziyede bulunur yoluna devam eder. Belli ki bu çocukta geçerken cenazemiz olduğunu öğrenmiş taziyede bulunmaya gelmiş. Yabancı gördün diye bu kadar huysuzlanacağına git yerinde otur. Çevrene bak bakalım taziyeye gelen başka kimleri tanımıyorsun. Biri beni, biri seni, biri Mustafa abimi veya başka birini tanıdığından taziyeye gelebilir. Biri sadece rahmetliyi tanıdığı için gelmiş olamaz mı?
Hasan abisine cevap vermekten kaçınan İdo’nun Yunus, içinden “buda Aysel için gelmiş” dedi. Doğruluk payı vardı. Aysel için taziyedeydi. Sevdiği evlilik hayalleri kurduğu birinin acısını paylaşmak istemişti. İdo’nun Yunus’a göre Kulağı Kesik Çetin’in bu acıyı paylaşmaya hakkı yoktu.
O gün ve o günden sonra çok istemesine rağmen Aysel’i göremeyen, acısını paylaşamayan Çetin bir hafta sonra usta birliğine teslim olmak üzere İzmir’in yolunu tuttu. Yol boyunca hep Aysel’i düşündü. Kendi kendine “görüşmek bir sonraki iznime kaldı” dese de yokluğuna dayanabilirse izin kullanmadan askerliğini tamamlamak bir an önce kavuşmak niyetindeydi. Zamanın ne göstereceği birliğine teslim olduktan sonra belli olacaktı.
Hafta başı akşama doğru nizamiye kapısından adımını attığında, diğer askerleri karşıladıkları gibi Çetin’i de, arkadaşlarıyla karşılayan Murat Çavuş “bu askeri gözüm bir yerden ısırıyor ama nerden” diye düşündü. Evrakına baktığında Ercişli olduğunu gördü. Tahmin ettiği gibi bu Çetin’den başkası değildi. Arkadaş değillerdi ama birçok defa görmüştü. Yanık sesinin olduğunu duymuştu. O anda aklına gelince çaktırmadan kulağına baktı. İyide kulağından dolayı çürük raporu alması gerekmez miydi? Anlaşılan kulağının mercimek büyüklüğünden biraz büyük kesikliği askerliğe mani değilmiş.
Murat Çavuş’ta Çetin’e yabancı gelmiyordu. Bir yerlerden tanıdığından çok emindi. Biraz düşündükten sonra “abi sen, Purullu Murat değil misin” diye sorduğunda Murat kaşlarını çatarak sertçe çıkıştı:
-Benimle mi askere geldin? Ne abisi? Sana komutanım demeyi öğretmediler mi? Merak etme ben öğretirim.
Çetin sorduğuna soracağına bin pişman oldu. Kendi kendine “çattım belaya” dedi. Murat konuşmayı sürdürdü:
- Üstlerine komutanım diyeceksin. Bir daha abi dediğini duyarsam askerliğini yakarım.
-Emredersin komutanım.
-Ha işte böyle… Asker olduğunu unutma. Sağ tarafa geç bekle.
Çetin beklerken Murat üç askerin daha evrakını kontrol ederek içeri gönderdikten sonra kendini daha fazla tutamayarak kahkahalarla güldü:
-Gel buraya gel, Çetin. Ben Purullu Murat.
Çetin’e toprağı olarak sarıldıktan sonra asker ocağında olduklarını nerde nasıl davranması gerektiğini söylemeyi de ihmal etmedi. Yerine göre komutanım yerine göre abi hatta Murat demesi gerekiyordu. Mesela eğitim anında adıyla hitap edemezdi. Baş başa kaldıklarında Murat diyebilirdi.
Hemşerisi olarak sahip çıktığı Çetin, Murat’a saygıda kusur etmeyince gün geçtikçe arkadaşlık bağları güçlendi. Eğitim anında ast üst iken serbest anlarında artık iki dostlardı. En önemli ortak noktaları Erciş’ten söz etmedikleri gün yok denecek kadar azdı.
Aradan sekiz ay geçti. Erciş’e izinli gidecek olan Murat Çavuş, “babamı gör iyi olduğum haberini ver,” der düşüncesiyle Çetin’e bir isteğinin olup olmadığını sordu. İsteği olmaz mıydı? Babamı, abimi, hatta anamı gör, iyi olduğumu söyle demek kolaydı da o güne kadar söz etmediği Aysel’imi gör demek kolay değildi. Zamanında söz etmiş olsaydı belki bu kadar zor olmayacaktı. Bunun sıkıntısı içinde birkaç defa ağzını açıp konuşmak istese de her defasında sustu. Murat, Çetin’in söylemekten çekindiği bir sıkıntısı olduğunu anlayınca sorma gereği duydu:
-Özel bir şey mi isteyeceksin?
Çetin’den cevap alamayınca devam etti:
-Sana kardeşim dedim. Özel bir durum varda söylemekten çekiniyorsan çekinme derim. Elimden gelen bir şeyse mutlaka yardımcı olacağıma emin ol. Hala söylemekten çekinecek isen yapacağım bir şey yok.
-Özel… Yardımcı olmak istersin de, olabilecek misin? Belki de bu güne kadar neden söz etmedin diyeceksin. Of! Ne dersen de be. Sizin köyden sevdiğim kıza mektup yazdım.
-Bizim köyden…
Bir süre sustu. Düşünme ihtiyacı duymuştu:
-Kız kim?
-Aysel.
-Köyde kaç tane Aysel var? Neyse… Hangisi?
-Mavi gözlü, gamzeli Aysel…
- Kusura bakma kardeşim, yardımcı olamayacağım. En iyisi postaya ver. Adres olarak ta mavi gözlü gamzeli Ay-sel yazarsın. Anası, babası, lakabı yok mu? Kimin kızıdır?
-Hüseyin Kayalı’nın kızı.
Murat Çavuş, ilk anda Hüseyin Kayali’nın kim olduğunu çıkaramadı. Hüseyinlerin soy adını hatırlamaya çalıştı. İkinci dereceden yakınlarının soy adını bilmezken Hüseyin’i nerden bilecekti. Kızının adı Aysel olan, bildiği bir Hüseyin vardı:
-Hüsam’ın Hüseyin mi?
-Evet…
- Öldüğünü duydum. Allah rahmet eylesin. Doğru ya sen geldiğin günlerde ölmüştü. Neyse… Vay be, Hüsam’ın Hüseyin’in kızı sümüklü Aysel’e âşıksın ha…
Çetin alınganlık gösterdi:
-Deme be Murat Çavuş…
-Ne o? Niye alındın? Bizim oraların insanı değilmişsin gibi konuşma be. Kaç kişiyi adıyla tanıyorsun? Hüseyin Kayalı dediğinde Aysel’den söz etmeseydin kim olduğunu çıkaramayacaktım. Belki de duymuşsun bana da Kutto’nun Murat diyorlar. Sorsan kimse babamın adının Kutbettin olduğunu bilmez. Kutto demekle kalsalar iyi. Kube’nin Kutto diyorlar. Hatta bana Yırtık Muro diyenlerde var. Küçükken yırtık pantolonla gezmeyi çok severmişim. Yeni pantolonu yırtarmışım. Anam yamadıkca yamayı sökermişim. Senin Aysel küçükken çok sümüklüymüş. O gün bu gündür Sümüklü demeden tanıyan olmaz. Allah için desek sümüğü kalmadığı gibi köyün en güzel kızlarındandır. Sana da Kulağı Kesik… Neyse…
-Kulağı Kesik Çetin diyorlar. Alıştım…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.