- 442 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Okumayan Dede
OKUMAYAN DEDE…
Bir bayan öğretmen olarak kitap okumayı çok seven insanım. Alanım İngilizce Öğretmenliği olmasına rağmen, Türk Edebiyatına müthiş ilgi duyuyordum. İşimden her arta kalan zamanda kitap okuyordum. Bunu hem öğrenci iken hem de öğretmen iken hiç aksatmadan devam ettirdim. Otobüste seyahat ederken, otobüs beklerken, ders çalışmaktan sıkıldığım her anda okudum… okudum…okudum…
O kadar çok kitap okumuştum ki, bir gün “Nejla o kadar okuyorsun, sen de yazsana” dedi içimden bir ses. Oturup yazdım kitabın adı da “İçimden gelen ses” idi. Tamamen anılarımdan oluşan bir bireysel, toplumsal, bireysel ve grup gelişimi, eğitim gelişimi, hayatta zorluklarla başa çıkma yollarını anlattığım bir romandı.
Kitabıma öyle çok ilgi olmasını beklemiyordum. “Önce en yakın akrabanı uyar” ayetindeki gibi öğrencilerim, iş arkadaşlarım, akrabalarım, komşularım faydalansın yeter diye düşünüyordum. Ama yakın akrabalarım, iş arkadaşlarım ve komşularım kitabı okumayı bırak, alay etmeye, kitabı almamaya hatta kitabı alıp da “ paramız yok sonra verelim” demeye başlamış, sonrasında da tabi vermemişlerdi vaat ettikleri paraları. Bu açıkça beni küçümseme alay etmeydi. Onlar ise unuttuklarını söylüyorlardı. Bizi destekliyor görünerek alay ediyorlardı ama başkalarına bizi çok sevdiklerini desteklediklerini anlatıyorlardı.
Bu komik ve çocukça duruma ilk başlarda kızsam, onlar adına üzülsem de değişen bir şey olmamıştı. Ben de çalışmalarımı artık yakın çevreme anlatmadan, onların yanında kitaptan bahsetmeden yapmaya başlamıştım. Okuyan, internetten talep edenler, beni konuşmaya davet edenler oluyordu hem ilimizde hem de başka illerden. Bu bana yetiyordu.
Bir öğretmen arkadaşımız vardı ki, adı Hamit idi. İri yarı kır saçları ile deve benzerdi. Sigara içmeyi de pek severdi. Babasının kitap okumayı çok sevdiğini söyler, “siz ve kardeşleriniz neden babanıza çekmediniz “ deyince gülümseyerek susardı. Kitaplarımı o kadar küçümserdi ki, başka bir kurumda olan yazar arkadaşını ballandıra ballandıra anlatır, “O’nu buraya müdür olarak tayin ettireceğim, kitap yazmak nasıl oluyor gör, seni çok sıkıştırır, Nejla Hanım” derdi. O kadar anlatırdı ki bunu. Bunları anlatınca ben ondan epey uzaklaşmıştım. Sorsak “şaka yapıyorum anlamadın “ derdi. Ben de “Dünya tersine dönüyor, herkes kendine memur tayin ettirir, bu mübarek de herkes gider Mersine ben giderim tersine misali kendine müdür tayin ettiriyor” derdim. Her gün aynı şeyleri anlatmaktan bıkmayan sözde milliyetçi bu arkadaş yaşı 60’a dayanmış insandı. Ben bir şey diyemezdim. Böyle sohbetleri eden bizler sözde öğretmenlerdik. Gelecek nesilleri yetiştirecek, kendimize “gelecek nesilleri nasıl daha kültürlü ve bilgili yetiştirelim” diye soracak yerde böyle boş konuşmalarla zaman öldürüyorduk. Zaman katili olmak böyle şey(!) galiba.
Yazmak için Yola çıkan, yazmaya hevesli insan böyle şeylerle karşılaşacağını bilerek öyle yola çıkmalıydı. Yola çıkan insanın yoluna haramilerde çıkar, kurtta çıkar, cadı da çıkar, iyi yürekli insanlarda eksik olmazdı çünkü. Bunlarla mücadele etmesini bilmeyen kitap çıkarmasın, yazı yazmasın daha iyi.
Bir süre sonra yapılan sınavlarda başarılı olarak Müdür olup, daha büyük okula tayin olmuştum. Yeni okulumda kitap yazdığımı kimseye anlatmayınca başım da pek ağrımadı. ”Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” misali kitaplarımı sadece okumayış seven ve anlayanlara verdim, anlattım.
Bir gün kitapsever bir genç kız yanıma gelerek “ Hocam sizin kitaplarınızı okudum ve beğendim. Neden bizlere kitaplarınızdan bahsetmiyorsunuz” dedi.
O’na sevgi ile bakarken, O’nun mavi gözleri beyaz tenli yüzü o kadar gülüyordu ki samimi masumiyeti ayın ondördü gibi ortaya çıkıyordu.
O’na eski okulumu ve arkadaşlarımı anlatınca bana “ Dedem öyledir hocam” dedi.
Şaşkınlıkla yüzüne bakarken “Anlamadım Beyzanur” dedim.
Kız gülerek bana baktı
“Hocam eski okulunuzu anlatınca orada öğretmen olan dedemin tutumunu anlatınca adından bahsetmeseniz de ben anladım. Dedem sevgi göstermeyi bizi şapur şupur öpmek zanneden, yazanları kıskandığı için öyle davranan öğretmen ama cehaletin içinde, sigara içerek boş konuşarak zamanı harcayan babam ve annem öğretmen olduğu halde onlara da okuma sevgisi aşılamamış insan. Ama ben okumayı ve sizin kitaplarınızı okumayı çok seviyorum” dedi.
O kadar samimiydi ki kitap okuyunca nur yüzüne nurlar eklenmişti. Nur parçasıydı adeta. Doğru söylemek için dedesini bile eleştirmeyen öğrencimin bu tutumunu görünce öğretmen olarak en kutsal mesleği seçtiğimi anladım. Bu minik kız gerçek Türk Milliyetçisi idi vatanın geleceğinin okumak ve gelişmekle olacağını anlamıştı. Anne ve babaya ve dedeye rağmen gelişmek buna derlerdi. Biz de işte bu amaç için çalışıyorduk.
Sudenaz bana bakarak şunu da dedi.
“Dedem bizi ve seni gerçekten sevseydi. Sizi bize çok sık yemeğe davet eder, saygı gösterir, sigaraya vereceği para ile sizin kitaplarınızı alarak hem ben torununa hem de diğer torunlarına hediye ederdi” dedi.
Küçük bir çığlık atmışım ki, odacımız yanımıza gelerek:
“Nejla Hanım bir sorun mu var dedi”
İçimden ilk defa “ Keşke evlenseydim de dedesinden daha ileri görüşlü olan Sudenaz gibi bir kızım olsaydı” dedim.
O zaman anladım ki, Çok sevdiği peygamberine şiddetle “ oku” emreden Allah böyle kullarını da yazan insanların öğrencisi yapıyordu, dedesinin cehaletine rağmen.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.