- 275 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaralar yıllandı hep nakış oldu
Yaralamamak gerek onları. Mümkünse öldürmeli. Çünkü bir ömür durmayacaklar. Kalemleriyle yaralarını kaşıyacaklar. Kanatacaklar. Zevk de alacaklar üstelik. Alışkanlık edinecekler. Şiirlerine baksanız şikayet göreceksiniz. Kendilerini görseniz neşe bulacaksınız. İçlerindeyse acılarına tutunmuş bir çocuk büyüyecek. Aşağıya çağırsanız da ağaçtan inmeyecek. Dudağını yaksa da yemişleriyle beslenecek. Neden? Başka yerde kemal bulamamış, başka türlü yaşadığına kendisini inandıramamış, hislerinin üzerinden geçiyor. Yaşadığına inanmak için üşümeye çıkıyor. İlk darbede bir çizikten ibaretti onlar belki. Belki yalnızca bir omuz değdi. Kaş bile çatılmadı yüzlerine belki de. Fakat şimdi üzerlerinden bin kere geçildi. Kemiğe kadar yol oldu. Eskiden yara deniyordu onlara arkadaşım. Şimdi nakış oldu.
Acılarımızı nakışlarımız olarak düşünüyorum bazen. Neşeleri tutmaya meyyal değiliz. "Ne güzel günlerdi!" dediğimiz şeylerin detayları eksik. Varolan da silik. Ama acı öyle mi? Taş gibi yerinde. Mıh gibi aklımda. Kış gibi geçimsiz. Bu sonuncusu pek olmadı. "Kış gibi bitimsiz!" de denilebilirdi. Sahi kışlar neden geçmeyecekmiş gibi olurlar? Yazlar hemencecik nasıl da biterler. Bir de böyle düşün: Bunun da yukarıda söylediğimiz şeyle bir ilgisi yok mu? Üşümek yaşamaya terlemekten daha yakın değil mi?
Sanki hayat neşeleri için değil de acıları için yaratılmış. Onlar daha sahici. Sahici ne demek? Yani oyunun sonuna onlar kalıyor. Acının kasası hep kazanıyor. Öyle ya. Birşeyin sahtesiyle gerçeğini ayırmak da faniliği üzerinden değil midir? Benzerliği buradan kuruyorum işte. Sahtesi kırılır. Gerçeği kalır. Sahtesi bozarır. Gerçeği parlar. Sahtesi eğilir. Gerçeği dimdiktir.
Yani gerçek göründüğü gibi olmakta/kalmakta sahtesinden daha sebatlıdır. İşte bu yüzden de ona gerçek denir. Acı da kendisi gibi kalmakta neşeden daha sebatkârdır. Evet. Belki biz "Neşeler içinde ara ara acılar da yaşasın!" diye dünyaya gelmiş değiliz. Belki de aslında yaşamamız murad edilenler şeyler acılar. Aralarda neşeyi aparatif alıyoruz. Salata yapıyoruz. Hani ağzımızın tadı azıcık değişsin. Değişsin ki acının yeni lokmaları ilk günün heyecanlarını versin. Acı acı üstüne yaşanırsa o da bir körleşme yaşatır.
Zebralar hakkındaki meşhur sualde olduğu gibi. Efendim? Hiç mi duymadın? Ben aktarayım: Zebralar, siyah üstüne beyaz çizgili midir, yoksa beyaz üstüne siyah çizgili mi? Biz istiyoruz ki beyaz üstüne siyah çizgili olsun. Beyaz aslolsun. Buna inanmak istiyoruz. Ama belki de siyah üstüne beyaz çizgili yaşıyoruz. Aslolan siyah oluyor. Hem şu da var arkadaşım: Siyah bize daha çok yakışıyor. İnsanı daha da iyi yetiştiriyor. Beyaz çabuk tozlanıyor. Neşenin yetiştiriciliğinden bahseden pek yoktur. Peki acılar öyle midir?
Kesinlikle öyle değil. Nihayetinde ’herşeyin hazineleri elinde olan’ı tanımaya gelen bir ’vereceğin her hayra muhtacım’dan ibaretiz. Kur’an-ı Hakîm bizi böyle tarif ediyor. O tariflerinde ıskalamaz. Demek ki: Yoksunluğumuz eşiğimiz olacak Ona yürümek için. Elbette bu bâbda acılar neşelerden daha kıymetli oluyor. Tuvalin beyazlıkta gideceği son noktaya kadar gitmesi resme zarar değildir. Ressam öylesini daha çok sever. Çünkü kendisini değil resmi gösterir. Şairler tuvallere de benziyor. Bir kere çizdin mi tamam. Artık o eskisi gibi değildir. Resmi tamamlanana kadar açlığı geçmez. Tamamlanmazsa da, lekeli kalır, eski masumiyetine bir daha dönmez.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.