Hamal Musa...
HAMAL MUSA
Yaşından beklenmeyecek dinçlik ve gözlerinde yaşadığı yılların izi coşkulu pırıltıyla sırtındaki semerin altında devleşerek yürürdü sanki… Kimi zaman küfe içinde sebze meyve taşırdı, kimi zaman pazarcıların onlarca kiloluk birkaç kasasını üst üste sırtına vurur bana mısın demezdi.
Lise yıllarımdı ve bu ufak tefek dev adamı gözüme kestirmiş neredeyse adım adım takip ederek her davranışını gözlemliyordum… Daha da enteresanı hiçte alışık olmadığımız ve belki de göremediğimiz derecede bilge yanıydı sanırım onda beni çeken keşfim.
İlçede haftada iki gün kurulan kadın pazarı (köy pazarı) dışında sadece toptancıların işlerini görürdü. Boş vakitlerinde ise sırtındaki semeri oturağı olur, elinde muhakkak okuduğu bir şeyler olurdu. Ne okurdu, neden okurdu, bir hamal okuduklarından ne tür çıkarımlar yapar ve hayatına yansıtırdı diye düşünür dururdum.
Belki yıllarca süren gözlemin ardından bir gün ilçe kütüphanesi müdürü Mustafa Amca ile sohbet ederken köşede kalınca birkaç kitap arasında kaybolmuş bir ihtiyara ilişti gözüm.
- Ne güzel ya… Mustafa Abi, yıllardır amcayı takip ediyorum ve şu an burada görünce daha bir sevdim onu…
- Buranın müdavimlerinden… Hikayesini biliyor musun peki?
- Yok… Aslında bende bir hikayesi var ve farklı bir şeyler öğrenerek bozmak istemiyorum… diyerek gülümsedim.
- Bence tanışmalısın… dedi Gel benimle.
Yanına usulca yaklaştık ve Mustafa Amca ile yanına birer sandalye çekerek oturduk. Gözleri artık yeterince görmediğinden kitaba üç parmak mesafede eğilmiş olan başını kaldırıp gülümseyerek bize baktı… Ne güzel gözlerdi ya rabbi!
- Musa Amca… dedi Mustafa Amca. Bu delikanlı seninle tanışmak istiyor…
Gülümseyerek bana döndü, sanki çok sevdiği ve yıllar sonra karşılaştığı evladına bakar gibi şefkatle süzdü yüz hatlarımı…
- Buyur evlat… dedi.
Mahcup, meraklı, hayran bakışlarımdan dolayı o benden daha mahcuptu sanki. Okumaya 50’sinden sonra alfabeyi sökerek başlamış bir bilgenin hikayesiydi anlattığı… Tahsil gören talebeleri gördükçe alevlenen okuma aşkını çoğu kez ekmek parasından kaçarak kıyı bucakta öğrendiği okumaya hasrettiği hayatında kendini en çok mutlu eden şeyin bilgi olduğuna vurgu yapıyordu. Ama nasıl mütevazi, nasıl mülayim ve buğday başağı örneğindeki gibi boynu bükük… Yıllarını cahil olarak geçirdiği geçmişine bile öfke duymadan ama o yılların vebalini son otuz yıla sığdırarak ve dolu dolu yaşayarak kendi tabiriyle nasıl erdiğini resmetti usta bir ressam özeniyle…
Kullandığı kelimeler… Nasıl Türkçe, nasıl edebi, nasıl şairane…
- Ben bir hamalım evlat… dedi hafif duyulur bir sesle… Düne kadar insanların zerzevatlarını taşıdım ve bir gün dedim ki, ben neyim, kimim ne yapıyorum? O gün karar verdim… Utana sıkıla başladığım heceleyerek, bocalayarak şükür bu güne geldim…
Bu güne geldim diye tabir ettiği yer bilgeliğin şahikasıydı… En güzel kasideler, edebi eser kritikleri, edebi şahsiyetlerin hayatları… Her birinden bahsederken yüz yıllık bir birikime sahip bir derya gibi…
Okulda sadece üç beş beyitini ezberleyebilmek için bin bir zahmet çektiğimiz Fuzuli, Nedim, Türk romanının ustalarının çok özel yaşam anekdotları, onlarca şairden enfes ve hiçbir yerde duymadığım harika şiirleri… Muazzam bir kütüphane gibiydi kafasının içi…
Belki de üç saatin üzerinde konuştuk o gün… Mustafa Amca (rahmetli) kendi demlediği ve ikram ettiği çaylarımızı içerken bambaşka bir dünyada ve evrende muhteşem bir gezintideydim sanki…
Fıkıh, siyer, hadis, kelam, beşeri ve ilmi eserlerden sohbetler…
Sonra ben okul için İstanbul’a geldim… Yıllar sonra artık elden ayaktan düşüp huzurevine yerleştiğini duyduğumda kendisini ziyaret ettiğimde hala cin gibiydi… Yılların kocattığı bedenin içindeki ruh gencecik, heyecan dolu, coşkun ve dinç… Gözlerinde pırıl pırıl bilgelik ışığı…
Merakımı bakışlarımdan anlamış olacaktı ki, o her zamanki gülümseyen çehresiyle cevapladı:
- Kitaplar gocatmaz evlat… dedi… Okuyan her daim 18 yaşındadır…
2019-08-19
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.