- 463 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GAYA'NIN KESE YOLU
GAYA NIN KESE YOLU
Herkes okuyup devletin kapısında çeşitli kademelerde işçi, memur olursa geriye kalan diğer işleri kimler yapacak? Kimileri özel sektörde çalışırken, kimileri ya dükkan açacak veya babasının mesleğine göz dikecek, zamanla onun devamcısı olacak. Dükkanlar dua ile açılır, sahibine de Ahi töresi hatırlatılırken “eline, beline, diline sahip olacaksın ki ayakta kalıp ekmeğini temin edeceksin” diye nasihatlar edilir. Dalakçı’lı Aşık İhvani de “içki, zina, kumar, yalan, karşılıksız çek, banka kredisi esnafın ocağına incir ağacı diker” derken kendine göre esnafa bir yol göstermektedir.
Karacaörenli Şair Hasan Çalışkan da (babam), “Doyum olmaz ticaretin tadına. Müşteri aldatmayı asla koyma kafana. İşlerin bozulursa bir daha girmez yoluna. Hileden nasip beklemeyin yavrularım” diye oğullarına vasiyet etmiştir. Esnafın gecesi gündüzü çek, senet, para, alışveriş üzerine kurulmuştur. Planındaki en ufak bir aksaklık beklediği işi etkilerse borçlu olduğu tarafa kredisini zedeleyeceği bilincindedir. Dakikası dakikasını tutmaz. Stres onun arkadaşıdır. Ne tatili olur, ne de doğru dürüst yaşamı (bunlar küçük esnaflar için). Aceleyle ne bulursa onu yer. Arada kıymalı ekmek onun balı baklavasıdır. Ayakta aceleyle yediği şeyler bir saat sonrasında midesinin ezilme ve ekşimelerine neden olur ki içtiği haplar derdine hiç fayda vermez.
Ömrü hep müşteri kazanmak için eğilip bükülmekle geçer, ona samimi görünebilmek için yapmacıktan sahte minikleri artistlere taş çıkarır cinstendir.
Karınca kararınca geçinmeye çalışırken müşterinin on dediğinden birini yapmaz ise ağaçtaki sayılı elmanın tek tek yere düştüğü gibi bir yandan onları kaybederken bir yandan da yenisini kazanmaya çalışır. Bağ kuruydu, dükkan kirasıydı, bağlı bulunduğu odanın aidatıydı, telefonuydu, elektrik parasıydı derken bir de bunun yanında vergi dairesine olan vergi borcunu ödemekte zorlanır zar zor öder. Peşin verginin, KDV’sinin, yok efendim eğitime katkı payı gibi bir sürü verginin arkasına bir türlü yetişemez.
Aslında ticaret çok tatlıdır, hele mesleğini severek yapana bir başka haz verir. Kapıdan giren müşterisinden o da’tatlı dil, güler yüz, hayırlı işler’ gibi dilek ve temenniler bekler. Bazı müşterilerin suratını ekşitip dükkanın bu başından girip öbür başından çıkarken kendisine “buyurun” diyen esnafı vurguncu mu yoksa tefeci mi olarak görüyor orasını ancak Allah bilir gerisi yoruma…
Bazı müşteriler de gövdesi dışarıda kalacak şekilde kapıdan kafasını dükkandan içeri uzatıp “şu maldan sende var mı” diye sormadan “şu kaç lira” diye sorduğunda başka yerden aldığı ürünün “üttüm mü, ütüldüm mü, pahalı mı aldım, ucuz mu” diye muhasebesini yapacağını esnaf ne bilsin!
Bire bin kazanmayı aklına koyan esnaf işini çabuk kaybedecek esnaftır. İsmet İnönü’nün ‘aşar’ zamanında bile esnafa tanıdığı kar oranı % 20 iken“şu kaç” diye soran müşteriye söylenen fiyat o anda müşteri de şok etkisi yapmakta, sanki tokat yemiş gibi kızmaktadır. Onlar zannediyor ki bu ürünü dükkancı sabaha kadar imal edip akşama dek satıyor...
Esnafın en şikayetçi olduğu noktalardan birisi de bir müşterisi kendisinden ürün alırken bir diğer müşterinin sanki vazifesiymiş gibi onu caydırması ki, hele bir de kalabalık gelirlerse ‘çok akıl boş akıl’ yüzünden ala vere yapamaması, kızgınlığını içine atıp kimseye bir şey diyememesi ona adeta kanser hastalığı etkisi yapar.
Esnaf geçim derdindedir. Birisiyle konuşurken onu dinliyormuş gibi yapsa da aklı fikri kapıdan girecek müşteridedir. Misafiri onun yüz ifadelerinden ‘ben seni zoraki dinliyorum arkadaş, bir an evvel buradan git ne olur’u’ bir anlayabilse, dükkanlara,’ziyaretin kısa olanı makbuldür, en iyi dost en az meşgul edendir’ gibi levhaların yazılmasına hiç gerek kalmazdı.
Eli boş tayfası misafirler hem oturur, hem de gelen giden müşterinin alış verişine, giyimine, kuşamına karışır ki ‘kendince bir iş yaptığını zannederken’ aslında esnafın işini bozmakta, ona zarar vermektedir. İş yerleri sır yerleridir. Esnaf müşteri ilişkileri ‘bacı kardeş, itimat’ön planda tutulurken orada oturan eli boşa bunu anlatamazsın.
Halil İbrahim Kaya askerden geldikten sonra Ankara’da bir iş yerinde yıllarca ‘kuru temizlemeci’ dükkanında çalışır. Birikimiyle 1982 yılında Eski Ankara Caddesi Ünal Çarşısı karşısındaki Uğrak Pasajında mesleği ile ilgili bir dükkan açar. Hoşgörülü, kimseyi aşağılamayan, herkesle iyi geçinen, çıtı dahi çıkmayan bir esnaftır. Herkes onu sever, sayar, dükkanı eşle, dostla, köylüsüyle, Kırşehir spor taraftarıyla dolar taşar. Kimseye de “az öte çekil de gelen müşterimle ilgileneyim” diye laf etmez, öfkelenmez, diyeceği varsa da hep içine atar..
Soy adı Kaya olsa da tıpkı babası Raşit’e köylüleri kısaca adı yerine Gaya dedikleri gibi şimdi de kendisine önce köylüleri sonradan da dükkan komşuları aynı isimle hitap etmeye başlar ve Halil İbrahim yerine Gaya ismi ile bilinip tanınmış olur.
Anasının teyzesi Gasıllı’nın Mehmet Ali’nin hanımı Hatice bacı köyünde hastalanır, “Gaya beni doktora götürüp tedavi ettirsin” diye sabah erkenden köy dolmuşuna bindiği gibi Kaya daha henüz dükkanına gelmeden dükkanın önüne gelip yere çömelerek yeğeninin gelmesini bekler.
Bir müttet sonra Kaya oğluyla gelerek dükkanını açıp teyzesini içeriye alır. Hoş beşten sonra Kaya ilk okulda okuyan tatil günlerinde kendisine ayak işlerinde yardımcı olan oğlu Raşit’i, “Eve git anneni al gel de Hatice teyzemi doktora götürelim” diye gönderir. Yarım saat sonra dükkana gelen hanımı Elmas’la beraber teyzesinin koluna girip doğru Doktor Adem Egelinin Cacabey Camii yanındaki özel muayenehanesine götürürler.
O günlerde köylülerin tabiriyle herkes “ara hastalığına” yakalandıkları için kendilerine muayene sırası, ancak ikindi vakti geçtiğinde gelir. Dr Adem Egeli gözlüğünü az yukarı kaldırıp “Hastalığın nedir bacı anlat bakalım” diye sorduğunda zembeleği boşanan kurmalı saat misali Hatice teyze “Ağzımda bir acı, dizlerimde bir sızı, kanımda bir sancı, midamda bir kazıntı…” gibi aklına gelen bir sürü ağrıyı sızıyı Dr. Adem Bey’e sıralamaya başlar.
Muayeneden sonra eczaneden ilacı aldıklarında kasabanın otobüsü öğleden sonra saat beşte kalkmış olduğundan Kaya, teyzesini hanımıyla o gece misafir etmek için evine gönderip kendisi de dükkanına gelir gelmesine de kazancından olduğu için adeta burnundan solumaktadır.
Kadın o gece sabaha kadar “vay şuram ağrıyor, vay buram ağrıyor” diye aileyi uykusuz bırakır. Kaya, sabah erken evden çıkıp Turşunun Lokantasında bir tas işkembe çorbası içtikten sonra dükkanına gelir.
Kaya evden çıktıktan sonra Hatice bacı Elmas’a “İlla beni dükkana götür, ben oradan köye giderim” diye sıkıştırır. Elmas’ın “Arabanın on iki de kalkacağını, sabah erkenden sen dükkanda ne yapacaksın” demesi yaşlı kadına hiç fayda vermez, Elmas da ona uymak zorunda kalır. Kolundan tuttuğu gibi onu dükkana götürür.
Dükkana geldiklerinde yaşlı kadın yorgunluktan nefes nefeseydi. Biraz dinlenip soluklandıktan sonra “Aman Gayam inne, ilaç fayda vermiyor, beni bir daha doktora götür, aman şuram, aman buram” diyen Hatice bacının dırdırları Kaya’nın sinir kat sayılarını artırır. Bir de bunun yanında Hatice teyzenin gelen müşterilere “Senin hanımın yok mu, kirlini o yıkayamaz mı” diye karışıp Kaya’nın işini baltalaması bardağı taşıran son damla olur.
O yıllarda köylerin dolmuşları şimdiki Ahi Çarşısı ile statyumun arasındaki belediye’nin tahsis ettiği boş arsadan kalkardı. Burası da Kaya’nın dükkanına ancak yüz elli metre mesafe kadardı.. Kaya teyzesini cezalandırmayı aklına koymasıyla dükkanı oğlu Raşid’e bırakıp “Haydi teyze kalk bakalım, saat on buçuk, on ikide de araba kalkar biz, ancak o saate oraya varırız, garaj çok uzak ama ben seni kese yollardan götüreyim ki sen az yorul” diyerek yola düşerler.
Kaya önde, teyzesi arkada şimdiki İş Bankası’nın önünden Çarşı Camii’ne geldiklerinde hasta ve yaşlı kadın iyice yorulmuştur. Orada biraz dinlendikten sonra Uzun Çarşı istikametiyle düşe kalka Kapalı Spor Salonu’nun önüne gelirler. Orada biraz dinlendiklerinde “Gaya’m, yavrum, daha yürüyecek miyiz, daha yolumuz var mı, varsa çok mu” diye soluk soluğa sorular sorduğunda Kaya, “Aman teyze ben seni hiç yorar mıyım, ne kadar kese yollardan götürüyorum baksana” diye teyzesini ikna etmeye çalışırken için için gülüyordu.
Irmağın kenarıyla Kız Sanat Okulu’nun yanına geldiklerinde Kaya şöyle bir saatine bakıp “Aman teyze sen şu okulun duvarına kös gel de benim bir işim çıktı” diyerek orada teyzesini bırakıp on dakika kadar Kırşehir sporlu oyuncuların statta antrenmanını seyrettikten sonra geri döndü. Teyzesi de bu boşlukta biraz dinlenmişti.
Tekrar yola koyulup otobüsün kalkmasına on dakika kala garaja geldiler. Kaya teyzesini otobüsün ön koltuğuna bin bir zahmetle bindirdi. Anasına teyzesiyle köye göndermek için Cakcağın fırınından aldığı gazeteye sarılı iki tuzsuz somunu “aman teyze bu kırılır çok dikkatli taşı, kucağından bir yere bırakma” diyerek teslim ettikten sonra otobüsten indi.
Otobüsün ön koltuğuna bindiğin de kadında ayakta duracak hal, hayır kalmamış, neredeyse koltuğa düşüp bayılacak duruma gelmişti. Az sonra şoför Orhan gelip direksiyona geçti.
Orhan onun bu perişan vaziyetini görünce merakla, “Aman Hatice bacı betin benzin gitmiş yoksa hasta mısın, sayrımısın nedir bu halin, kucağında sıkı tuttuğun şey nedir” dedi.
Hatice teyzesi, “Aman Orhan’ım, gurban oluyum, Gaya’nın dükkanı buraya ne gadar uzaamış, yürü babam yürü yol yürümeynen bitmiyo”. Biraz soluklandıktan sonra “Beni dükkanından alıp (bilir bilmez yanlış yer adları sayıyor) kese yollardan ancak otobüse saatinde yetiştirebildi, Allah ondan gani gani razı olsun".
Kadının ağzı, dili kurumuştu. Orhan kendisine bir bardak soğuk su ikram etti. Kadın yavaş yavaş kendine geliyordu. Az soluk aldıktan sonra, “Allah ondan razı olsun, bir de keseden getirmeseydi halim nice olurdu Orhan’ım, gucaamdağıda gırılan bişi yimiş, onu da iyi saab ol gırmadan anama teslim et” dediğinde Orhan meseleyi anlamış dışarıda dikilen Kaya’ya “Ulan Gaya, adam yaşlı teyzesine de mi bu kadar hendek sağdırır” diye içinden söylenip gülerken arabanın marşına basmıştı bile.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR 05 05 2012 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.