- 938 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YOĞUN TEKER (TDK 'NA ÖNERİLERİM)
Türkçe dili milyonlarca insan tarafından kullanılan, fonetik ses uyumuna uygun nadide ve naif diller arasındadır. Buna rağmen Türkçe dili, her ne kadar günden güne yozlaştırılmaya çalışılsa da bizler başta medya organları ve yazarlar olmak üzere her alanda buna engel olmanın mücadelesini vermeliyiz. Bu kutsî bir görevdir. Bu görevin başında da Türk Dil Kurumu bulunmaktadır.
Halk olarak bizlere de görevler düşmektedir. En başta çocuklarımıza karşı kullandığımız ifadelere dikkat etmeli onların temiz dimağlarını kirletmemeliyiz. Bilgisayarda arkadaşlarıyla sohbet eden çocuğunuza “kiminle çetleşiyorsun” ifadesi yerine “kiminle konuşuyorsun, yazışıyorsun” ifadesi dilimize chat (çet) kelimesinin sinsice girmesini engelleyecektir. Dilimizi korumak işte bu kadar kolaydır.
1945 yılında Amerika, Hiroşima’ya atom bombası attığında, Fransa’da saatler gecenin yarısını çoktan geçmiş herkes kan uykuya dalmıştı. Haberler dilden dile dolaşırken, Fransa dil komitesi o gece uyanmış ve hızlıca bir araya gelmişlerdi. Dertleri ve kendilerini o uykudan uyandıran sorun sadece “Halkımız uyanmadan atom bombası kelimesinin yerine ne kullanabiliriz” idi. Bu hassasiyeti ölçebildiniz mi? İşte bu hassasiyette olan ve dünya üzerinde başka hiçbir dilden etkilenmeyen yine o Fransızca diliydi. Bütün dünya “atom bombası” ifadesini diline dolamışken Fransızlar “Atomik bomba” ifadesiyle yakın komşularına yeni bir kelime kazandırmıştı.
Dilimize gizli saldırılar her zaman yapılmıştır. Bu saldırılar ilk olarak 1912 yıllarında bizimle savaş halinde olan diğer ülkelerin “Biz Türkleri savaşla yenemeyeceksek, dillerini ve dinlerini elimize geçirelim” kararıyla başladı. Bunun üzerine dilimize yabancı kelimeler dayatılmaya başlandı. “Tayyare” yerine “Uçak” denildi. Elbette yıllarca “Uçak” kelimesi kullanılmadı ama öyle bir hale geldik ki tayyare kelimesini kullanmaz olduk. (Tayyare ile ilgili Emekli Tümgeneral İrfan Sarp’ın yazısını muhakkak okuyunuz: www.kokpit.aero/irfan-sarp-tayyare-mi-ucak-mi)
Türk Dil Kurumu 2016 yılına değin kullanılan “selfie” kelimesinin yabancı kelimeler arasında görülmüş olmasından dolayı halka sormaya karar verdiler: Selfie yerine ne kullanalım? Halk kendi dilinde ve Türkçesine en uygun kelimeyi bulmuştu “Özçekim” Neyse ki “Özçekim” kelimesi iyi-kötü tuttu da “görçek”e gerek kalmadı.
O dönem, Türkiye’nin en önemli ikinci kurumu olan Başbakanlık kaldırılmadan önce koltukta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Binali Yıldırım bulunuyordu. Onun gençlerimizin internet diline karşı yapmış olduğu bir eleştirisi neticesinde TDK ile BTK işbirliği yaparak çalışma yapmaya başladı. Bunun üzerine “sound” yerine “ses“, “network” yerine “ağ“, “nickname” yerine “takma ad“, “CD” yerine “yoğun teker“, “web” yerine ise “örümcek ağ” kelimelerinin kullanılması önerildi. Sadece bununla da kalınmadı ve petrol yerine yer yağı, doğal gaz yerine yer gazı, zapping yerine geçgeç, klasör yerine sıralaç gibi türetme sorununun en üst seviyede olduğunu kanıtlarcasına bir öneri yumağı kuruldu.
Bizim asıl gayemiz şu ki; Bir kelimenin yabancı diye dilimizden atılması değil, dilimize yakışır bir kelime haline getirmemizdir. Nasıl ki Farsça “gul” kelimesini “gül” yaptığımız gibi, ermeniceki “quşe” kelimesini “köşe” yaptığımız gibi olmalıdır.
Bu satırlarımın ana kaynağı olan Ekrem Erdem’de desteklemekte olduğu CD kelimesini “sidi” olarak okuyup yazmamız gerekirken ona anlamsız ve uydurukçalar arasından “yoğun teker” demek gerçekten ilginçtir. Ya “laser cd” kelimesine önerilen kelimeyi biliyor musunuz? Cevap verelim; Işıklı teker… Peki, biz olsaydık ne derdik, “cd” yerine ne desek daha uygun olurdu? Ben olsaydım “AYKA” derdim ve hemen ardından açıklamasını eklerdim “aygıt kaseti”. Aslında “ayka” her dönemin yenilenen kaseti niteliğindedir. Daha önceleri disketler vardı, ardından “Compact disk” ve daha sonra da “flash bellek” ve “hard disk”ler çıktı. Gelin bu kavramları biraz inceleyelim;
Compact : Yoğun – Disk : Disk
Flash : Hızlı - Bellek : Bellek
Hard : Zor - Disk : Disk
Bir kelimeyi Türkçe yapsak diğeri kalıyor değil mi? Evet, ayka’nın kaseti de Fransızca kökenli fakat dilimize almış onu casette den kaset diye çevirmişiz. Belki bizim olmamış olabilir ama bizden yapmışız.
Flash Bellek’e bakalım bir de; Flash bellek, kelime olarak “harici bellek” “harici hafıza” vb olarak geçer. Oysa Flash ışık anlamındadır. Işık ise her ne kadar bize aydınlığı anlatsa da bir diğer anlamı hızdır. Yani “hızlı bellek” anlamındadır.
Bir diğeri de “Hard disk” tir. Kelime anlamı “ zor bellek” anlamındadır. Peki, biz buna neden “Büyük bellek”, “Geniş hafıza” demiyoruz?
Bazen bazı yazılarımızda Arapça kelime kullanmayalım diye uyarılarımız olmaktadır. Bu uyarılarımızın sebebi, Arapçayı sevmediğimiz reddettiğimiz için değil, Türkçe karşılığı varken hiçbir dili tamamlayıcı olarak kullanmamamız içindir. Bazı kelimeler ise yabancı olmasına rağmen dilimize yerleşmiş, halkımızca benimsenmiş ve sahip çıkılmıştır. “Ruh” kelimesi Arapça diye “tin” kelimesini kullanmak doğru değildir. Doğrudur, Tin Türkçe bir kelimedir, yaşatmamız gerekir fakat biz ruh kelimesini de benimsemişiz. ”Allah” kelimesi yerine “Tengri” demek olur mu, elbette olur ama biz Allah kelimesini daha kapsayıcı bulmuşuz. Ya sırf Arapça diye o uydurulan kelimeler ve sözde Türkçeleştirilen kelimeler ne olacak? Dilimizde yer bulmuş takriz, tenkit gibi o güzelim kelimeler yerini ne olduğu belli olmayan “eleştiri” ile kaybetmiştir. Bir eser, tenkit edilebilir, tahlil edilebilir, takriz edilebilir ve bunlar ayrı ayrı yazılabilir iken hepsini “eleştiri” adı altında kullanmak ne kadar doğru olabilir?
Yapılan hatalardan birisi de, sırf Kuranı Kerim’de geçiyor diye Türkçe anlamına bakılmadan konulan isimlerdir. Aleyna (üzerimize), Gülsüm (Gariban, zavallı), İrem (sahte cennet) Bekir (deve yavrusu)” gibi. Mevzumuz dildeki terimler üzerine olduğu için bir de dikkat edilmesi gerekilen bir isime daha bakalım; ŞABAN. Şaban kelimesi üzerine yine TDK’ya rica ediyorum ve iki ayrı anlamda kullanılması için öneride bulunuyorum. Bilindiği gibi Şaban, Arabî ayların 8. Ayıdır. İslam dininin mübarek ayları içerisindedir. Diğer anlamı ise; bön, aptal, şaşkın anlamındadır. Burada ay olarak yazdığımızda uzatmalı ŞABAN yani (şapkalı a ile) ŞÂBAN diyebiliriz. Diğer anlamda her ne kadar kullanılmıyor olsa da uzatmasız olarak ŞABAN diyebiliriz. Tıpkı “kale” ve kâle” gibi…
Dilimiz elbette kimliğimizdir fakat kimliğimizden öte tarihimizdir, benliğimizdir, geleceğimizdir ve en önemlisi özgürlüğümüzdür. Dilimiz esir ise ellerimizin özgürlüğü bizi kurtaramaz.
Şimdi gelin dilimize sinsice girmiş kelimelerin bazılarını inceleyelim; Özellikle yazar kardeşlerimizin bu kelimeleri not etmesini öneriyorum.
1- TÜM:
Dünya üzerinde konuşulan hiçbir Türk dilinde “Tüm” kelimesi yoktur. Tüm diye adlandırılan yahut anlatılmak istenilen “Bütün” kelimesidir. Dilimize “tüm” olarak giren kelime kalıplaşmış olsa dahi kabul etmemiz mümkün değildir. Diyelim ki kabul ettik, bu kez de yanlış kullanımını kabul edemeyiz. “Tüm Dünya” demek için yarım dünya da olmalıdır. “Tüm insanlar” demek için yarım insanlar da olmalıdır. Ekmek, elma, portakal, kalem vb. ikiye bölünebilen her şey için kullanılabilinir ama bölünemeyen yani bir bütünlüğü olmayan “şey”ler için kullanmak asla doğru değildir.
2- STRES:
Anlam olarak bir nesneye uygulanan nihai güçtür. Yumurtaya yapılan baskının neticesinde kırılması ile kırılmaması arasında kalan baskı olarak nitelendirilir. İkincil kökten İngilizce “pres” kelimesinden ek almıştır. Günümüzde ise dilimize yapışmış herkes tarafından kullanılır olmuştur. “Strese girdim”, “stresliyim” gibi ifadeler hem anlam açısından hem yazım açısından asla kabul edilemeyecek hatalardandır. Diyelim ki yazmak zorunda kaldık o zaman da “sitres” olarak yazılmalıdır. Tabi ki tarihimizin bize sunduğu “gam, kasavet, keder, sıkıntı ve buhran” gibi kelimeleri öldürmeye devam edeceksek.
3- İNTERNET DİLİ:
Bu konuda zıt bir fikir yazacağım; İnternet dili olarak yazım kelimelerinde kullanılan bazı kısaltmalar vardır: slm, mrb, s.a gibi. Bunların kullanımının dilimizi körelttiği ve yazımlarının yanlış olduğu söylenmektedir. Oysa bizim dilimizde de kullandığımız kısaltmalar mevcuttur mesela; c.c (celle calalühü) vb. (ve benzeri) vd. (ve diğerleri) hz. (hazretleri) gibi. Burada kullanılan “slm” ifadesinin selam karşılığında olduğunu biliyoruz ve bildiğimiz diğer bir konu da zamanımızın hız çağı olduğudur. Sıkça konuşulan bir konu üzerinde slm, s.a gibi ibarelere takılmak bence dili köreltmekten ziyade yavaşlatmaktır. Fakat bütün kelimelerde sesli harfleri çıkararak mesaj yazmak ise dili öldürmektir. Tasvip edilemez.
4- NAÇİZANE:
Belki de bizden değildir diye sevmediğim bir kelime olan “Naçizane” kelimesi için uzun uzadıya araştırma yaptım. “Nacizane” diyen de var “acizane” diyen de… Esasında ise TDK’ya göre “Naçizane” doğru yazımdır. İtiraz ettiğimiz ise “Naçizane” kelimesi yerine “önemsiz” kelimesinin neden önerilmediğidir.
5- EF / ES / HAŞ / KA MESELELERİ:
Son dönemde bazı haber kanallarında da üstüne basa basa söylenilen “ES-400”, “EF-35” gibi belirteçler tamamen dilimizi yabancılaştırmaya yönelik eklemelerdir. Doğrusu “SE 400”, “FE 35” olmalıdır/okunmalıdır.
Diğer bir hata ise H harfine “haş”, K harfine “ka” denilmesidir. Oysa H harfine “he”, K harfine de “ke” denilmeli garip ulamalar ve değişik ses eklemelerine izin verilmemelidir.
6- AMBULANS
Bilindiği gibi Mustafa Kemal Atatürk harf devrimini yapmadan önce komisyon kurdurmuştur. Falih Rıfkı Atay’ı da komisyona dahil etmiş incelemeleri başlatması emrini vermişti. Neticede Falih Rıfkı Atay, “Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa bir zaman içinde olacaktır” diye teklif sunmuştur. Bu teklifi kabul etmeyen Ata “Hayır bu iş üç ay içinde ya olacak ya bitecek” diyerek üstün zekasını göstermiştir. Oysa ona kurtuluş savaşı yıllarında bu konuyu hatırlattıklarında da “Şimdi harp zamanı harf zamanı değil” diyerek uygun zamanı beklediği anlaşılmaktadır. Gelelim günümüzün yabancı kelimelerinin sirayetine; Eski Türk filmlerinde de dikkatinizi çekmiştir ki özel donanımlı sağlık kuruluşlarına ait hasta nakil araçları üzerinde “can kurtaran” yazar. Türkçemizi sadece halk, yazarlar, medya sağlayıcıları değil kamu kuruluşlarının da korumakla yükümlülüğü vardır. Ne olduysa “can kurtaranlar” kendilerini bile kurtaramadan ingilizce dayatılan “ambulance”ye dönüştü.
Ne demiş merhum Said Bey;
Arapça isteyen Urbana gitsin
Acemce isteyen İrana gitsin
Frengiler Frengistana gitsin
Ki biz Türküz bize Türkî gerektir.
Genel itibari ile bu gibi hataları uzun uzadıya yazabilir, anlatabilir ve açıklayabiliriz. Dil yaşayan bir canlıdır. Nesilden nesile aktarılan dilimizi nasıl ki bizler sağlam bir şekilde teslim etmekle yükümlüysek, bizden teslim alan nesiller de korumakla yükümlüdür. Dilimize yabancı kelimeler giremez diye bir kanun olmayabilir fakat dilimize giren yabancı kelimeleri özümüze göre değiştirmek ve kullanmak milli bir görevdir. O yüzden her şeyden önce DİLİMİZE SAHİP OLALIM.
Son olarak her zaman yeni yazar adayı kişilere tavsiyede bulunduğum gibi yine aynı tavsiyeleri belirterek yazıma son veriyorum. Aşağıdaki listede yer alan kitapları okumadan lütfen kitap değil, yazı dahi yazmayın.
1- Nihat Sami Banarlı- Türkçenin Sırları
2- Ekrem Erdem- Bizimki Türkçe Sevdası
3- Yavuz Bülent Bakiler- Sözün Doğrusu 1-2
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.