- 322 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Azıcık bencillik her yazara lazım
İyi bir yazarın, en azından belli bir ölçüde, ’kendisi için yazması gerektiğini’ düşünürüm. Evet. Nihayetinde bu iş de bir konsantrasyon işidir. ’Başkaları’ belirginlik kazandıkça dikkat dağıtırlar. Her cümlenin başında ayağınıza dolanırlar. O yüzden bir ölçüde ’bencilleşmek’ yazarlığın şanındandır. Merkezde kimin olacağına karar vermediğiniz sürece sağlıklı bir yazım süreci yaşanamaz. Merkeze başkasını koyduğunuzdaysa süreç ’kurgusallığın akametine’ uğrar. Ne demek kurgusallığın akameti? Yani siz hem ’siz’ hem ’bir başkası’ olamazsınız. Olamadığınızdan dolayı da huzur içinde yazamazsınız. İkiyüzlülüğünüz metnin herbir köşesinde kalbinizi sıkıştırır: "Şimdi hangisi olacağım?"
Şurada bahsettiğim bencilliğin niteliğine geleceğim. Fakat ondan önce insanın ’ben sanarak bir başkası olması’ üzerine konuşmak istiyorum. Arkadaşlar, ben, olmaktan mutlu olduğunuz şey olmayabilir. Ama olduğunuzda kesinlikle rahat ettiğiniz şeydir. Bir yazar ’ben’ olarak yazarsa cümleleri akıp gider. Fakat ben sandığı ’bir başkası’ olarak yazmaya çalışırsa kelimeleri arasında sıkışır. Bazıları, aslında yazmaya başlarken hemen hepimiz, ben sandığımız bir başkasına bürünerek kalem oynatırız. Kafamız uçup gitmiştir. Azıcık ucundan bize tattırılmış yazma sevgisi, belki biraz da sezdirilmiş yetenek, ufaktan da bir iltifat bulmuşsa, Allah Allah, artık o yazar adayının ayakları yere basmaz olur.
Kalbi yeni yeni uyanışa gelmiş müridin "Ulan ben mehdiyim galiba!" demesi kabilinden yazar adayımız da kendisini zamanın sonuna gelmiş sanır. Sonra bir sayfasına bir ay emek ayrılarak yazılmış metinler sağa-sola gönderilir. Beklenilen iltifatlar gelmezse gücenilir. Aradan geçen zamana rağmen hâlâ basın sizden bahsetmiyorsa (Oraya kadar çıktı mı iş?) dünyaya sitem edilir. Kadr u kıymet bilmeyen topluma serzenilir. Esenler’de bir bodrum katında, ekmekler BİM poşetinin içinde, tutmamış iddaa kuponları ayakaltında, fildişi kulesinde Cemil Meriç taklitleri yapılır. Genellemeler, genellemeler, genellemeler. Bu antik depresif çağı yaşayan yazar adayında gözlenen en belirgin semptom genellemeleridir. "Kop kıyamet kop!" diyecek kıvama gelmesidir. Amanın da ne zalim genellemelerdir onlar. Kendisi farkedilmemiştir ya, gerekirse feleğin çarkına Cem Karaca misali çomak sokulur, medeniyetler püf diye bitirilir.
Eğer yazar adayımız "Ben beni farkettim ya yeter!" deyu yazmaya küsmezse, hasbelkader haber sitelerinin başlıklarından daha hallice şeyler de okumaya devam ederse, bir süre sonra aldığı mesafeye uyanmaya başlar. "Lan? Vay! Ooo!" Demek yolun sonuna gelinmemiştir. Demek daha atılabilecek adımlar vardır. Kendisini kıyamet alametlerinin sonuncusu sanan ve artık geldiğine göre kıyameti bekleyen yazar adayının gelişimi kendi gözlerinden bile saklanamaz olur. Eski yazılarını okudukça ’o kadar da iyi yazmadığını’ kabullenmeye başlar. Dışarıda bunu dillendirmeyebilir. Eh, kolay değildir insan olduğunu kabul etmek, hem az şey değildir. Fakat içinde ’Hımm’lar havada uçuşur.
İnsan kendi gözünden gizlenebilir mi? Arkadaşlar, gizlenebilir, çoklukla da vuku bulmaktadır şu. Nasıl? Okumaya yazmaktan daha az zaman ayıranlarda böylesi bir körleşme olmaktadır. İsviçreli bilim insanları parmaklarını ısırsın. Kendi üzerimde yaptığım deneylerden hareketle de söyleyebilirim ki: İnsan kötü yazdığını ancak yeterince okuduğu zaman farkeder. Ve ancak kendi yazdıklarını birbirleriyle kıyaslayarak farkeder.
Burada daha fazla oyalanmayalım. Bencillik konusuna dönelim. Ben buradaki bencilliğin kötücül bir bencillik olduğunu düşünmem. Eğer bir yazar okuma/öğrenme sürecinin sonuna geldiğini düşünmüyorsa, Allah’a sığınırız böyle bir benbencilikten, onun yazmak hususundaki bencilliği de kötücül bir bencillik olmayacaktır. Daha çok ’kendi oluş hakkını verebilmesi için’ bahşedilen bir sınır kollama harekatıdır onun bencilliği.
Ne demek bu? Onu da açalım: Sizin ’ben’ diyeceğiniz bir alan, bir biliş, bir kavrayış, bir görüş, bir yazışınız olmadığı sürece üretiminiz de olmaz. Yahut da şöyle söylemeli: Üretiminiz taş taş üzerine koymaz. Ama azıcık öncesinde söylediğim gibi: Dışarıya büsbütün kapanmış bir bencillik değildir bu. Ancak ’kendi çizgilerini belirginleştirmek noktasında hassas’ bir bencilliktir. Akacağı yatağı arayan deredir. Güneşin etrafında dönmeye devam eder ama düşmeyecek kadar dünya olduğunu bilir.
Tahkikî iman taklidî imana göre nasıl bir ’kendi ayakları üzerinde duruş’ ifade ediyorsa tahkikî bir yazış da taklidî bir yazışa göre öylesine bir ’kendi yazışları üzerinde duruş’ ifade eder. Eğer Fuzulî’nin bir şiirini taklid edecekseniz, o şiiri bulup okumak, incelemek, kopyalamak zorundasınız. Ama bir Fuzulî olursanız (Yürü be koçum!) tekrar tekrar ona bakmanız gerekmez. İşte benim ’yazara lazım’ diye söylediğim bencillik böylesi bir bencilliktir. Bencilliğin hikmetlisidir. Zaten o olmadan verimli bir yazım süreci de ortaya çıkmaz. Taklit başlarken kolay ilerlerken zordur. Tahkik başlarken zor ilerlerken kolaydır. İlerlemek isteyenler için bencilliği şiddetle tavsiye ederim. Kopyayla geçmek sınav uzadıkça zorlaşır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.