- 302 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 163
Bu El’lerin monarşin dönemli hikayeleri bizlere oligarşini dönemli hikâye içinde anlatılmaktadır. Monarşin söylem tevhidi olan oligarşin söyleme göre çelişki ve tutarsız bir durum olmakla kendisini ele vermektedir.
Birinci teolojik hal grotesk ilikle beraber somut süreçlerin geride kalan iz düşümlerini kişi zihninde gölgeler olarak yansıtmaydı. İlahi dönemdi. Birinci teolojik hal kolektif oluşa göre kolektif ilikti.
İkinci teolojik hal özelleştiren kişi sahipliğini söyleyen soyuttu. Söyleyen failin ne olduğu belirsiz bir mana anlayışıydı. Söylemi belliydi. Takdirle talihlisini bulacak olan rızk söyleminin, karşılığını bulacak denkleşişi kişi güya belli değildi. Bu süreç monarşin süreçti.
Üçüncü teolojik hal monarşin tevhidi oraya koyan oligarşin sahipliği yeryüzüne doğru götürmenin yeryüzündeki her bir alemlere sahipliği olan alemlerin sahipliği olan Rab anlayışıydı.
Dördüncü teolojik hal içinde de emperyalist imparatorluklar döneminde yaradancı bir anlayış vardı. Buna TEİZİM deniyordu. Evren saat gibi kurulmuş tıkır tıkır işliyordu. Teizme karşı deizm vardı. Bir yaradana inanıyor dinlere inanmıyordu. Ateizm de yaratılışı kabul etmiyordu.
İşte bize gelen İsrail kaynaklı hikayeler oligarşin dönem içinde monarşiyi de hikâye eden üçüncü teolojik hal ile olunan tevhidi anlatımlardı. Bunları El egemenli saltanat sahipliğini anlayabilmek için yineliyorum.
Sonradan hem İbrahim anlatılın monarşin hikâye çevresinde hem Musa’nın dilinde oligarşiye giden ve oligarşi tevhidini ortaya koyan tevhit sözü içindeki YEHOVA, bu tevhidin dili olacaklardı. Şadday dağı ile ve Turu Sina dağı ile yetinmeyen monarşi; oligarşi mantığı içinde oligarşi mana anlayışıyla başka türlü konuşacaktı.
Gözü başka El topraklarında ve gözü başka El’in malında mülkünde olan EL EGEMENLİ EL ADAMLARI; bu oligarşin zihniyet içinde başka El’in malını mülkünü ganimet etmeyi meşru kılacaktı.
İbrahim’e, Musa’ya ve diğerlerine değişmez bir kaderle verilen mal mülk; başka El topraklarını (mülkünü) ele geçirme uğruna şimdi ganimet kılınıp meşru sayılmakla kaderler de değişiyordu. Değişen bu kaderle İbrahim’in mülkü Babilliler’in eline geçecekti.
Kolektif ilik, üreten totem mesleklerini karşılıklı yükümlenen bir ittifak içinde giriştirerek yeryüzüne doğru birleşmeyi büyütmekle süreci ittifak katılım yapmakla ilahi irade büyümüştü.
Özel mülkiyetçi bencil iradenin salt sahipliği göz önüne alan gözü dönüşlüğünün gasp yapmasına El ganimet diyordu. Gaspı ve ganimeti kutsal bir söz gibi söyleyip, ganimet edinmek için kıtali (öldürmeyi) meşru ediyordu. Sanki bu mülkü onlara kendi vermemişti. El şimdi ganimetten beşte bir pay istiyordu!
El’in İbrahim’e "Gözünüzün gördüğü, ayağınızın bastığı yer senin" demesiyle iş bitmiyordu. Kimse Yehova öyle dedi diye kuzu kuzu malını mülkünü YEHOVA ADAMINA bırakmıyordu.
Gözlerin gördüğü yerler, Yehova adamının olması için gözle görülen yerlerin El Adamını ve El adamıyla ahitle olan inanıcı bitlileri öldürmeleri gerekiyordu.
Senin soyunu gökteki yıldızlar kadar yapacağım. Sana ve soyuna gözün gördüğü şu yerleri verdim. Bu seninle ve soyunla benim aramda olan bir ahittir" diyecekti Yehova. İşte başkasının malını mülkünü kendi eline geçirmekle birleşme (TEVHİT) ortaya koyan anlayışlar, genel geçer söyleyişle YEHOVA mana anlayışıydı.
Kolektifin malını mülkünü kendi malı mülkü yapıp kişilere veren EL mana anlayışı aradan geçen bunca zamanla düşünsel bir mana anlayışı evrimi geçirmekle, El’in bu evrimi ikinci bir başkalaşmaydı.
El başkalaşmasını YEHOV’CA, ARZIMEVUT denen bir mana anlayışıyla eyleme dökmüştü. Kolektif oluştan kopan, monarşin mantıklı efendi saltanatı önce, El mantığına; oradan da giderek oligarşin tevhidin Yehova mantığına dönüşüyordu.
İşte egemenlik üretimden gelen çalışma gücünün, üretime ve emeğe sahipliğiydi. Bu sektör el kolektif sahiplerin egemen ilişkiler ağı içinde egemenlikten kişiye düşen payla kolektif birimli kişi siyasi, hukuki ve statü sel bir hak almanın kendisiydi.
Ve egemen kolektiflik kapsamında hakları korumanın parçalı belirişiydi egemen irade. Üreten egemen irade bütünden kişiye doğru hak ve hakkın korunma iradesi olurken; kişiden bütüne doğru, kolektif egemenlik ve kolektif irade oluyordu.
Çalışmayan, katma değer üretmeyen ve kolektif gücü enfekte etmekle kolektif bağın ürettirmesi olan süreci, kendisine yatırımcılık, iş bitiricilik diye maske yapan "egemen sınıfa karşı verilen mücadeleydi egemenlik".
Bilinmesin istenen tarihsel gerçek buydu. Kutsal söylemler altında bilgi ve tarihsel oluş yok edilmişti. Tarihsel oluş inşaca oluştu. Ama El ile bilgisizlik bilgi yapılmıştı. Bu nedenle halktan gizlenen bilgi dışındaki kalmak kaydıyla bu tür kutsal söylemler içinde halk ne derse, o şey halkın iradesi sayılmıştı.
Şimdi geri ana konuya Mustafa Kemal’in siyasi deha olmasını tespit eden konuya dönelim ve konuyu burada bitirelim.
Kim ne anlarsa anlasındı, Fransız devrimi etkileri çerçevesinde Mustafa Kemal gayet fevkinde olarak, ne yapacağını bilerek tarihsel olan dışındaki hâkim sınıfın iradesine ve egemenliğine karşı olan tutuma HAKİMİYETİ MİLLİYE" diyordu. Ez cümle El egemenliğine karşı hakimiyeti milliye diyordu.
Bu nedenle 6000 yıllık tarihin derinliğinden beri inşacı olmamakla gelen El adamı propaganda temsilcisi olan lümpen söylemli tarikatlar, dervişler, müritler, şeyhler, şıklardan oluşan suni yapıları Mustafa Kemal Türkiye diyecekti ki "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, Şıhlar, tarikatlar ve müritler ülkesi olamaz" demekle sömürücü lümpen oluşa son vermeyi, söyleyecekti. Cumhuriyetin sahipliği saymayacaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.