Görmek, hissetmek değil midir?
‘’Nedir bu ansızın sezgilerle yüklü olarak yürekten fışkıran ve hüznün yumuşacık havasını yutan şey?’’
Nasıl bir gerçekliktir bu,
bir kenara ilişmiş öylece duruyor her ayrıntı, resim sergisindeki fotoğraflar gibi..
O kaçtığım bakışa yakalanmaktan korkuyorum, düşünmek, hissetmek bazen bir lükse de dönüşebilir ya da bir an en sıradan eskimiş bir düşe.
siyah beyaz bir fotoğrafın ürperticiliği kadar koyu ve karanlık oluyor bazen içimdeki mezar.
Yüze düşen gölge ,yalnızca acının resmi mi olur tüm yitirişlerde?
Tanıdık sözcüklerin terk edişi gibi
Bir buğu
Geçici bir yanılgı
Kendiliğinden olan her şey..
belki de bana biraz uzak,
biraz tanımsız..
Yoksa,
Hissedilen her duygunun mutlaka bir adı mı olmalıydı?
**
Dün okul çıkışında bir kız öğrencimi evine bıraktım.
Öğrencimin evi adeta dağ yamacında ağaçların arasında harika bir yerdeydi, önce sokak aralarından başlayıp dar bir yoldan dağa doğru yol aldık, havanın kararmasına daha zaman vardı:
‘’Buralar biraz sessiz, okula gidip gelirken tedirgin olmuyor musun?’’ diye sordum öğrencime,.
‘’Alıştık biz hocam, buradaki her şey bize o kadar tanıdık ki…hem yürümeyi seviyorum ben, yalnızca yağmurlu günlerde… o zamanlar babam okula gelip beni eve alıyor.’’
Yürümeyi sevmez mi insan böyle yerde, yol kenarında gördüğüm o güzelim ağaçlar…zeytin ağaçları incir ağaçları ama en çok da çam ağaçları…dönemeçli aralarda genellikle nehir kenarında bulunan sazlıklar karşılıyor bizi. Kızıla yakın gök rengi… sazlıkların rüzgarda savruluşu öyle güzel bir hisle sarsıyor ki beni.
Üstelik öyle hoş ve berrak bir sessizlik ki…Bulutlu bir akşamüstünde…
ah diyorum, keşke şimdi yağmur yağsa ah keşke…
Nedendir bilmem, ben hep özlemliyim yağmurlara.
Düz yoldan dar bir yol ayrımına giriyoruz, yönün diğer tarafı dağa giden yol. öğrencimin evinin yanında duruyorum, o ise araçtan inerken:
‘’Çok güzeldir yukarısı, hocam bir gün gezelim isterseniz oraları. ’’diyor.
Aklımdan geçeni okumuş gibiydi, gülümsüyorum….’’olur, seve seve canım..’’ diyorum.
Dönerken o yol ayrımına tekrar vardığımda aracı durduruyorum, içimden o ağaçların olduğu yere, dağ yönüne gidip bir ağacın altında oturmak geçiyor, tam da vakti şimdi, gün batımında, üstelik hava henüz kararmamışken..
Sazlıklar beni karşılıyorken,
karanlık da birazdan olacak, belki yağmur da gelir, kim bilir…
Düşten düşe savruluyorum…sabahtan beri ders anlatıyordum, fena halde yorgundum da ama işte az ötede çağırıyordu doğa beni, bunu hissediyordum.
Bir süre durup baktım o tarafa, kızıla yakın gök rengi… öylece durdum.
Ne güzel bir an…
Hem olağanüstü dingin hem darmadağın edici..
Tuhaf bir çatışma hissediyordum içimde, ne yapacağım konusunda kararsızlık…yolun ortasında öylece duruyordum…iki yol vardı önümde...gitmek istediğim yolla gitmem gereken yol…Gözlerim uzaktaki ağaçlarda..
Oradan biri geçse hakkımda ne düşünürdü acaba?
Durduğum yoldan gidilen dağ köylerinin adlarını biliyordum aslında ,çok öğrencim de vardı oralardan, hele bir köyün insanları için babam hep harika insanlar derdi. Bağları, bahçeleri var çoğunun. Evlerinin arasından dere akar, neredeyse hepsi babamı tanır, çok da severler.
Mesela yaşlı bir adam vardı babamın dükkanın önünde, tütün satardı Pazar günleri.. Nasıl küçük bir adamdı öyle, kısacık boyu vardı, şalvar da giyince daha da küçülmüş görünüyordu sanki ve o komik şapkası..
Her Pazar aynı yerde oturan o küçük adam... Babam nasıl oluyordu da sigara ve içki düşmanlığına rağmen dükkanının önünde bu adamın tütün satmasına izin veriyordu, hiç anlayamazdım.
Çocukken bazen babamla pazara gittiğimizde her taraftan bir köylü elime bir meyve ya da fıstık, ceviz gibi bir şeyler uzatırdı, ceplerim nerdeyse dolardı, bense çok utanırdım, istemiyorum diyemezdim; onlar için reddedilmek o kadar kırıcı ki… babamın tüm ısrarları bile işe yaramazdı, sonunda pes edip bana bakar, bana verileni almamı söylerdi. işte, bu adamların köyü biraz daha ötedeydi.
Hala yol ayrımındaydım, gözüm hala ağaçların olduğu yerde…gün kararmamış benim karar vermemi bekliyor adeta.. yoldan geçen tek kişi yok,tam istediğim gibi… sazlıkların salınışını seyrediyorum arada. Hani bazen bir şey olur, çakılırsın olduğun yerde.. Gitmek için bir neden yok, kalmak için neden de yok…bir adım yalnızca bir adım atsan her şey değişecek ama o adımı bir türlü atamazsın.
Özlem burada olsaydı birbirimiz anlardık belki, acı çektikçe doğaya kaçıyorum hep, diyordu.
O an arayıp ‘Hadi gel Özlem’ biraz da beraber ağlayalım seninle, diyesim geliyor.. Böyle bir yerde ve bu havada insanın içinden başka ne gelir ki…
Sessizliği ve ulaşmak istediğim güzelliği reddetmemi emrediyor her geçen dakika….
Ağaçlara, yapraklara, göğe ve bulutlara sinen bir ağırlık çöküyor havaya…Her şey tuhaf bir bekleyişin verdiği tedirginlikle sessizliğe gömülmüş gibi.. Bir kıpırtı… bir ses…belki de her şeyi yerle bir edecek ya da tüm döngüler kendini bulacak…Hiçbir şey olmuyor oysa.
Düşünüyorum da, doğa da küser mi hiç, ağaçlar,kuşlar?
Bir kitapta okumuştum:
‘’Deniz, diyordu…. şu koskocaman deniz de küseğen huyludur, bir küsmeye görsün, balığın, karidesin zırnığını koklatmaz kimseye, ama küseğenler iyi huylu olurlar, deniz de iyi huyludur, yüreğinde kin tutmaz, bir gün acıyıverir insanlara, yumuşayıverir, gizlisinde ne kadar balığı varsa döküverir ortaya. Asıl küsmeyen adamdan kork.’’
Doğa da böyle mi, küser mi bazen böyle, sessizleşir mi… sonra yeniden çevirir mi yüzünü bize?
Birden uçurum gibi bir şey kopuyor içimden, incecik yağmur damlaları düşüyor saçlarıma, sıcacık bir dokunuş, eski bir dost gülüşü gibi…
geldi işte… yağmur, ve yağacak…yağacak ve karanlık da çökecek birazdan, ağaçlar da işte sadece biraz ötede..
Ağır bir film gibi ilerliyor zaman, biten bir şeylerin kırgınlığı gibi , paramparça olmuş bir tutku kalıntıları batıyor içime,
Şimdi uyusam şurada,
sazlıkların büyülü dansını izlerken..
Düşlerimde gecenin kanatları alsa beni görmek istediğim ağaçlara, dağlara, denizlere, en uzak şehirlere…
Diyorum ki:
Görmek, hissetmek değil midir?
www.youtube.com/watch?v=vp5qJlr4go0
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.