- 1093 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
İÇİMİZDEKİ KÖMÜR MADENİ...
Bir öğreti’nin ışığında daha yalpalıyorum derken özümsediğim gölgeyi içselleştirip ara veriyorum tökezlemeye.
Lades demeyi özlediğim bir döngü aslında tüm derdim kendimle uzlaşmak.
Maviden çıkıp yola eflatunla cilveleşiyor içimdeki karanlık sonra da sarı benizli bir ilah belliyorum kalemimi.
Örtmeye dahi kıyamıyorum içimdeki afacanı.
Genelde neşeli genelde sıra dışı ve sanrıların korkusuna sığınan bir yabancıyım da kendime.
Tütsüler yok odamda.
Yanlışlara da yer yok hanemde.
Aslında bana ihtiyaç duyan bir evren de yok.
Sol anahtarına aşığım ben ve solluyorum sağdıcımı.
Mezuram kayıp; sanırım boyum biraz daha uzadı gerçekleri ne zamanki haykırsam.
Kovulduğum köy ve kasaba sayısının ise haddi hesabı yok iken…
Örüntü misali içimdeki doğaçlama.
Aşk misali yüreğimdeki esinti.
Yalnız bir niyazım aslında yalnızlığımla şerh düştüğüm cihanın kukumav kuşuyum ve soruların girdabında içimdeki şikâyetnameyi sunuyorum insanlara.
Aşka paye vermeyen kim ise ve sevgiyi doğru dürüst telaffuz etmekten aciz…
Kök hücremle yeni bir hayat bahşetsin Tanrı diye yırtınıyor içimdeki atmaca oysaki atamadığım bir hüzün bulutu var tepeme çöreklenen bir de aşka toz kondurmayan ilham perim.
Her rengi saklıyorum içimde ve ben her rengin en asil sahibesiyim.
Ölümle bozdum aklımı son zamanlarda ve ölü yazarlarla ne de olsa her birine malum oluyor benim acılarım. Bir Allah’ın kulu
anlamazken içimdeki derinliği sığlarda yol alan insanlardan kaçıyorum alabildiğine.
Yenik düştüğüm belki de kendi doğam.
Sevip sevilmeyi filan da dilemiyorum artık.
İçimdeki kömür madeninde altına banıyorum hayallerimi ve kova kova taşıyorum yeryüzüne bu sefer yüzüm gözüm siyah ben is’in içinde yine de ruhumun akça pakça kaldığına muktedir ve kendime duyduğum saygı ile bahtiyar bir ölü olmayı diliyorum.
Ölmek istiyorum ve neden diyor ahkâm sahipleri.
Seviyorum diyorum ve sorgulanıyorum.
Yazmaktan dem vuruyorum bu sefer ve tepkisizliğe denk d/üşüyorum oysaki en büyük tepki addedilen tepkisizliğe çocukluğumdan beri aşinayım.
Hücremde volta atabildiğim tek mecra şu beyaz ve huzursuz sayfa.
İçimden döktüğüm kurdeşene bile minnettarım en azından vücudum kaşınarak tepki veriyor insanlara.
Soruyorum. Cevap yok.
Seviyorum. Kendimi unutuyorum.
Dilemeyi diliyorum sanırım bu haz batağında unutulan bakir bir sancıyım ben.
Bir vaveyla yolumu kesen.
Aşk ile ruhumu deşen âşık mevsim.
Mayıs’a giydirdiğim hüzün elbisesi dar geliyor bedenine ve ötenazi yapıyorum şen şakrak eteklerine.
Aşkı idame ettiren bir azayım bir de ayırım gözetmeden insanları seven ve onlarsız olamadığım bir o kadar uzağında durup insansız yapamadığım da bir gerçek.
Ölü güfteler haşin yüreklerde izdihama sebebiyet veriyor ve ben, kırılgan yüreğimle salınıyorum.
Gölgeler gibiyim: savruk.
Aşk gibiyim: nüktedan.
Yol gibiyim: yürüyüp yürüyüp bitiremediğim.
Yoluma çıkanlar ve ben yoldan çıkmamak adına gerisi geri kaçarken.
Gözümden düşen ve gözden düştüğüm her fasılada gözümle değil yüreğimle görüp severken.
Aşkın nidalarına alışkın benim beynamaz ruhum oysaki insanlar aşka ve sevilmeye ihtiyaç duymuyor.
İçimi kemiren huzursuzluk ve anlaşılmaya meyyal şiirler yazıyorum. Olmuyor.
Sevdiğimi ifa edince de laf salatası, diyorlar.
Aşk diyenlere cevabım sadece yüreğimdeki yasta demlenen âşık ve maşuk makamı yine de göz yaşı döküyorum havayı nemli kılmak adına:
Soytarı sitemler.
Ahkâmlar.
İçten pazarlıklı söylemler ve ben asla toz kondurmuyorum karşımdakine.
İçimdeki laterna susmuyor aslında ben bir taş plağım.
Sunusu yiğit yüreğimin dinmiyor.
Göl durgunluğunda bir hayat dilediğimin ertesi çalkantılı dünyalarda fink atıyorum ve sessizce ölüyorum her yazımı noktaladığımda.
Oysaki üç noktaların insanıyım ben bir de aşka âşık oysaki aşk demenin bir suç olduğunu belliyorum ve içimdeki yetim cümlelerin kelimeleri k/anıyor.
Bir yazara daha düşüyor yolum: David Foster Wallace.
Sonradan öğreniyorum ki… yazarın intihar haberi edebiyat alemini derin bir şoka sokmuş derken yalpalıyorum ve kıskanıyorum hayatımda ilk kez birini üstelik bu dünyaya ait olmayan aslında diğer dünyada bile yatacak yeri olmayan. Biraz araştırıyorum: depresyona aşina bir yazar… Ve sayısız sorunu yüklenmiş iken tek dermanı yazmak sadece yazmak.
Ne sevdikleriyle bir arada olabiliyor ne de onlarsız kalmak isteyen bir kalem…
Gerçek bir edebiyatçı ve de iflah olmaz bir hayalperest.
Ve de hüzne yatkın bir yazar.
Derken Slyvia Plath düşüyor aklıma ve üşüdüğümü fark ediyorum ansızın. Belki de Sırça Fanus’ta sanki kendi geleceğini gören bir itiraf kitabında dile getirdiği…
‘’Acının da her türlü vakarı imkânsız kılan bu anonimliği Plath’ın da teması:
‘’Onurlu yaşayamayan onurlu ölür.’’ (Alıntı)
Vurguladığı üzere Plath’ın; acılar bir seri üretim yazan kişinin da nasiplendiği hele ki acıyla beslenirken kalem ve ruh ikilisi…
Hayatta sahip olduğumuz o dik duruş belki de bir abartı iken onurlu yaşama katsayısına eşlik eden gurur ve inanç demem o ki: hayatın her safhasında yolunda gitmeyen her şey için insan illa ki bir yerde noktasını koyup acısını da sabit kılmalı…
Y/anıldığım kadar ya da asla imkan dahilinde değil yanlışlardan muzdarip bir öğretiyi yok sayıp doğrucu kimliğimizden taviz vermediğimiz…
Aşkla ölümü bağdaştıran yüreğimdeki o kara delik beni illa ki yanına çağıran…
Noktamı arıyorum ve bir türlü de yeltenemiyorum sonlanmaya ve sonlandırmaya:
Ya yazacağım ya da öleceğim…
Çıkmadık candan kalem umudunu yitirmiyor madem…
Aradığım nokta ile derbeder ruhuma da kocaman bir parantez açtığım tıpkı bir g/örüntünün ihlali tıpkı hayatımın görmezden gelindiği üstelik henüz yazmaya başlamadığım ilk gençlik yıllarında gösterdiğim çabanın da asla dikkate alınmadığı ve de bir baltaya sap olamadığım.
Bu anlamda kalem benim baltam ve yüreğim de sapı oysaki sapır sapır dökülüyor içimden hüzün ve kalemi avuçlarken kimseler de bilmiyor ölümü arzuladığımı en azından ulaşmama az kaldığım hidayeti Tanrı benden esirgemezken varsın tüm insanlık beni yok sayarken…