- 1013 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SILA’NIN CİNİ
Benim mutfak adeta oturma odasına dönmüştü. Daha doğrusu ben mutfağı sevdiğimden, çok yakın misafir gelince mutfakta oturuyorduk. İyi de oluyordu açıkçası. Bir odadan bir odaya çay taşıma derdi yoktu hiç olmazsa.
Üç numaralı kız kardeşim Hülya gelmişti Almanya’dan bana. Ayda bir, ayda bir olmasa da iki ayda bir Türkiye’ye gelir olmuştu. İki senedir gelip gidiyor, bazen bir hafta, bazen da yirmi güne yakın kalıp dönüyordu Almanya’ya. Hülya’nın dokuz yaşında, şirin, akıllı, uzun saçlı, güzel mi güzel, Zeynep Sıla adında bir de kızı vardı. Tabii benim de yeğenim…
Ha sahi; bir de en küçük kız kardeşim Sevda var. Bildiğiniz çam yarması mübarek! Ailenin en büyüğü ben, en küçüğü Sevda; ama ailenin ilk çocuğu ben olmama rağmen, Sevda’nın yanında nerdeyse virgül gibi duruyordum. Annemin, babamın galiba acemiliğine denk gelmiştim!
Yine mutfak sohbetindeydik bizim kızlarla. Dört kişi kendi aramızda sohbet, muhabbet derken, birden herkese suskunluk çöktü. Rahmetli kız kardeşim Gülcan aklıma geldi o an. Gülcan’daki espri, komedi kabiliyeti yoktu doğrusu hiçbirimizde. O taklit yapar, hiç duymadığımız fıkralar anlatır, gülmekten karnımıza ağrılar girerdi hep.
Sessizce mutfaktan çıktım. Hülya’nın alıp da bir kere bile giymediği dizüstü uzun süet çizmeleri giydim. Bir de mini etek buldum. Üstüne şeffaf dekolte bir şey uydurup, saçlarıma da şekil vererek mutfağa yeniden girdim en kadınsı kırıtma hallerimle. Üç tane baş birden bana doğru çevrildi. Hülya “Allah Allah! Kadın yaşlandıkça bir hal oluyor” dedi. Sevda, tuhaf tuhaf bakıp “Ne iş?” dedi. Sıla da, “Teyze çok güzel olmuşun” diye el şaklattı.
Bakıp gülümsedim yeğenime…
-Sıla ben gidiyorum.
-Teyze böyle mi? Ayıp!
Hepimiz güldük Sıla’nın o saf haline.
-Yok yok, şaka yaptım. Sıla böyle sokağa çıkar mıyım hiç ben?
Dönüp yeniden üzerimi değiştirdim. Birden odada çiçeklerimi kaç gündür sulamadığım aklıma geldi. Hem suluyor hem de çiçeklerimle konuşuyordum. Bugüne kadar daha tek kelime cevap vermediler bana; ama onların bu hallerine alıştım. Benim çiçekler konuşmayı sevmiyorlardı anlaşılan.
Bir ara vitrine takıldı gözüm. Cam rafın en alt köşesindeki çaydanlık, öylece kendi halinde duruyordu. Bildiğiniz çaydanlığın demlik kısmı ve şekil olarak da, hani şu masal kahramanı Alâeddin’in sihirli lambasını andırıyordu.
Çaydanlığı elime alıp mutfağa koşmam bir oldu.
-Buldum, buldum!
Herkes yine tuhaf tuhaf bana baktı. Hep bir ağızdan "Neyi buldun" dediler. Küvette de değilsin ama…
Çaydanlığı ovuşturdum elimle.
-Bakın, Alâeddin’in sihirli lâmbasını buldum.
Sıla, "Teyze bu çok güzel!" deyip çaydanlığı elimden kaptı. Bizim koca kızlar da, “Ablamız kafayı yedi” bakışları attılar. Sıla çaydanlığı ovuşturmaya başladı.
-Hani cin çıkmıyor bundan!
“Çıkar, bak çıktı!” dedim Sevda’yı göstererek. Güldüler…
-Hadi Sevda, git üzerini değiştir. Alâeddin gibi giyin.
Sevda, sorularla dolu yüz ifadesiyle baktı bana.
-Hadi, ne bekliyorsun?
-Ne giyeyim ki?
-Şalvar giy. Kafana da bir şey sar.
-Bende şalvar yok ki.
-Benim var!
Şalvarı getirip ona verdim. Sevda bir alt dairede oturuyordu. Gidip dediğim şekilde giyinip geldi. Çok komik gözüküyordu. Şalvarın üstüne yelek giymiş kafasını da mihraceler gibi şal ile dolamıştı.
-Eee… Neden giydirdin beni?
Herkes merakla bana bakıyordu.
-Klip çekeceğiz.
“Nasıl yani?” dediler hep birlikte.
-Evin terasına çıkacağız. Sıla terasta çiçeklere, bodur meyve ağaçlarına bakarken, saksının birinin içinde bu çaydanlığı bulacak.
Merakla, pür dikkat beni dinliyorlardı. Onlar merakla bakarken Sıla sevindi ve sabırsızlandı.
-Teyze hemen çıkalım!
-Dur, sonunu dinle. Çaydanlığı bulunca diyeceksin ki, “Bakın çaydanlık buldum! Ne kadar da güzelmiş; ama çamur olmuş. Temizleyeyim bari!” deyip elinle ovuşturacaksın.
Bu arada çaydanlığı alıp nasıl yapacağını gösteriyordum.
-Hülya, sen de telefonla video çek. Sevda; sen de dumanların arasından çık. “Buyur beni mi çağırdın? Dile benden ne dilersen! Üç dilek hakkın var; fakat sana çocuk olduğun için torpilli davranabilirim.” diyeceksin.
“Nasıl olur? Olur mu ki?” dedilerse de, terasa çıktık. Terasta, rahmetli babamın yaptırdığı küçük ekmek fırınını yakmaya başladık. Zaten içinde asmanın, bodur dut ağacının ve yazın ektiğim biberlerin kurumuş kökleri falan, ne varsa doldurmuştum. Bir türlü tutuşmuyordu fırının içindekiler. Kurumuş yapraklar biraz yanıp anında sönüyordu. Ne yaptıysak olmadı. Bu arada gece 24.00’ü geçmiş, biz bir fırını yakamamıştık. Hava soğuk olduğundan bir hayli de üşümüştük. Ayağım çorapsız ve terliklerle idim. Sıla da üşümüştü. Hülya’ya seslendim.
-Ya bir kâğıt, gazete yok mu? Eve in, ne varsa getir.
Hülya aceleyle indi. İki dakika sonra “Kapı açılmıyor” diye geri geldi. Nasıl açılmıyordu?
Şaşkınlıkla daire kapısına indik. Anahtar kilitte boşa dönüyordu. Bu nasıl bir şeydi? Uğraşa uğraşa bir hal olmuştuk. Hülya’nın aklına geldi o an…
-Abla sen anahtarı almadın mı?
-Yoo… Sen aldın ya.
-İçeride, kapıda bırakmışın yedek anahtarı. Ondan açılmıyor.
Biz dört kişi, kaldık gece vakti soğukta, daire kapısının önünde. Ne yapacaktık şimdi? Kapıyı açmak için zorlayıp duruyorduk. Sevda bir ara merdivenlerden, rengârenk basma şalvar üzerinde yelek, kafa sarıklı indi gitti. Hem güleceğim geliyor hem üşüyor hem de sigara canım istiyordu; ama sigara içerde kalmıştı. Sıla elinde çaydanlıkla öylece bekliyordu. Hülya merdiven başına oturup, cebinden sigara çıkartıp yaktı. “Hani bana?” dedim. “Ben kendime bir tane aldım” diyerek havalı bir şekilde dumanı üfledi. “Bak şunun havasına deyince de hain hain güldü.
Bir de baktık ki; elinde tornavida ile ikinci kat komşumuz Nuri Abi geldi. “Hayırdır kızlar? Bu saatte kapıda kalmışsınız” diyerek kapıyı açmak için uğraşmaya başladı. Epey uğraştı, birkaç vida söktü. Otobüs kartını, kapı aralığının kenarından içeri soktu. Kart kırıldı tabi. Tel toka aradık; kimsenin saçında yoktu.
Az sonra, elinde iki tornavidayla, yan apartmandan teyzemin torunu Emirhan, her zamanki güler yüzüyle çıkıp geldi. Onun çabaları da boşa gitti. Hülya; “Abla donduk. Çilingir ara gelsin” dedi. Emirhan aradı. Çilingir yüz elli lira istedi. Tepem attı!
-Olur olur! Kapı mı satıyor bana? Gece gece yüz elli liranın ne suçu var? Kapat Emirhan telefonu.
Bir kapı açmak yüz elli lira… İyi paraydı. Kapıyı satsan o kadar etmezdi. “Bir dakika” dedim, “Benim çalıştığım bankanın çilingir hizmeti var. Tabi ya! Nasıl aklıma gelmedi?
Hemen bankayı aradım. Bir süre çaldı. Sıkılıp beklemekten kapatıp tekrar aradım. Şu güzel sesli bayanlardan biri başladı konuşmaya. İşte “Falan bankaya hoş geldiniz. Bizi tercih ettiğiniz için efendim şu işlem için şu numarayı tuşlayın, yok bilmem ne içinse bu numarayı tuşlayın, olmadı efendim TC numaranızı girin.” deyince “Be kadın kapıda kaldım! Çilingir çilingir! Sana kapıda kaldık diyorum. Bu saatte TC No nerden bulayım?”… Operatör de “Söyledikleriniz anlaşılmadı” deyince, sinirle kapattım telefonu. Herkes yüzüme bakıyordu.
Hülya Emirhan’a, “Oğlum ara şu çilingiri bir daha. Başka çare var mı? Sıla dondu” dedi.
Aynı çilingir yeniden arandı. Adres soruyordu. Emirhan adresi söyledi ve “Abi en son kaça açarsın kapıyı?” dedi. Adam, “Hadi yüz olsun. Ya da ben size tarif edeyim kendiniz açın.”
Çilingirin sesi apartman içinde yankı yapıyordu. Emirhan sesi dışa verdiği için duyuyorduk. Ben gene sinirlenmiştim. Emirhan’a işaretle telefonu kapattırdım. Börek tarifi mi veriyordu bu? Biz ne anlardık tarifle kapı açmaktan? Emirhan’a döndüm.
-Hadi oğlum, şu kapıya bir omuz at bakalım. Şu spora gittiklerinden faydalanalım. O pazuları boşuna şişirmedin.
Emirhan, anca yirmi yaşında toy bir delikanlı.
-Olur mu? Ya kırılırsa?
-Kırılsın! Burda sabahlamayacağız.
Saat gece ikiye geliyordu. “Peki” dedi; bir iki omuzla kapı ardına kadar açıldı. Herkes anında içeri attı kendini. Nuri abi iyi geceler dileyip evine gitti. Emirhan’ı çaya davet ettik. Hepimiz üşümüştük ve sıcak çay iyi gelecekti. Kapıda çok az hasar oluşmuştu; birkaç çiviyle hallolurdu.
Sıla’nın elinden çaydanlığı aldım.
-Ver Sıla çaydanlığı, yerine koyalım. Bunun cini iyi değil. Bizi çarpıp kapıda koydu…
Fatma Çiçek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.