- 1180 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
ŞİİR, ŞAİR VE OKUYUCU İLİŞKİSİ
Varlıkla temas, bizim kendimizi ve kendi dışımızı kavramanın en güvenilir yoludur. Bu güven duygusu, varlığın diğer ucunda aracısız, kendimiz olmamızdan ileri gelir. Doğrudan temasın güveniyle, varlık hakkındaki hakikati keşfettiğimizi sanırız. O varlık; bildiğiniz, nüfuz ettiğiniz, şüphesiz tanıdığınız bir şeydir, artık! Çok kolay hüküm verir ve “acaba” bile demeden, hükmün kolaycılığına kapılır gideriz.
Bu durum, şiir ve şair varlığı için daha ziyade böyledir! Anlamanın ve bilmenin birbirine geçtiği; şairin ve şiirin el yordamıyla arandığı enflasyonu bol bir alandan söz ediyoruz! Çünkü şiir de, şair de “nevi şahsına münhasır” varlıklardır. Herkesin kendini şair, yazdığını şiir sayma, iddia etme özgürlüğü vardır, sonuçta. İkisi de kendisinden ibaret, “özel” varlık niteliği taşırlar. “Bitmiş” bir şiiri, ancak o haliyle, o kuruluşuyla kabul etmek; beğenmek veya beğenmemek durumundasınızdır. Özgündür, kendine özgüdür; değiştirilemez. “Bitmiş” bir şiir, onu oluşturan şairine bile meydan okur! Çünkü şair de, şiir de biriciktir!
O zaman sorarsınız: “Şairine dahi başkaldıran şiir varlığına, okuyucu nasıl yaklaşacaktır?” Cevap açıktır: “Saygıyla, sevgiyle ve anlamaya çalışarak!”
Durum böyle olunca, şiire duyulan saygı, şairine duyulan saygıyı mı getirir? Ya da tersinden soralım: Şaire duyulan saygı, şiirine duyulan saygının sonucu mudur?
İster öyle, ister böyle sorunuz; her iki şekilde de, şiir başattır, belirleyicidir. Çünkü biz, bir okuyucu olarak, şairle değil; şairin şiiriyle temasa geçeriz. Öncelikli olan şiirdir; şiirden şaire dönüp dönmemek kararını da, çoğu zaman okuyucuya, şiir verdirir!
Yeri gelmişken, sanatçı-eser ilişkisini anlamak bakımından, bir anekdot aktarayım: Rahmetli Mehmet Kaplan Hoca, koluna hanımını takmış yürürlerken, Galata Köprüsü üzerinde Sait Faik ile karşılaşırlar. Hoca, Sait Faik ile selâmlaşınca, eşi bunu yadırgayıp sorar: “Kim bu serseri, eşkıya kılıklı adam?” Kaplan Hoca: “Sait Faik!” der. Sait Faik’i ilk kez gören Hanım’ı hayretten hayrete düşer: “Ne? O güzel hikâyeleri yazan, bu adam mı?”
Yazdığı aşk şiirleriyle genç kızların hayâllerini süsleyen bazı şairlerin, şiirden şaire geçişte bilmeden, buna benzer düş kırıklıkları yaşatmaları boşuna değildir. Zira şairlik; ruh, zekâ ve duygu zenginliği ile dil işçiliğindeki ustalığın terkibinden oluşur. Kısaca, bülbül ile sesi arasındaki uyumlu ilişkiyi şair ile şiir arasında aramaya kalkanlar, hüsrana uğramaya da hazır olmalıdırlar!
Peki, okuyucu-şiir ilişkisi nasıl kurulursa, doğru olacaktır? En çetin ve müşkül soru bu olunca, buna verilecek cevap veya cevaplar da çetrefilli olmaya namzettir, kuşkusuz. Şiir, vitrine konulmuş bir hediyelik eşya; okuyucu da, ruhuna sunmaya “uygun” bir hediye arayan müşteri konumunda varsayılsa, acaba neler gerektirir bu “alışveriş” dersiniz? Söz gelimi; hediyelik eşyayı üretip vitrine çıkaran “usta” kadar, okuyucunun donanımı ve seçici iradesi; hatta o süreçteki ruh hali, hiç mi hesaba katılmayacaktır? Değer ölçüsünü belirleyen, şiirle-okuyucunun yalın kat ve bir anlık teması mıdır ki; “alışveriş” bir oldubittiye getirilsin? Okuyucu, bu süreçte, nelere ve ne kadar kafa yorabilir veya yormalıdır; şiirle temasından verim alabilmek için?
Öncelikle söyleyelim: Şiirin duygusuna karışamayız; ama, duygunun şiire geçirilişindeki ustalık derecesi, müdahale edilebilir bir alandır. Her okuyucunun, bu hususta söyleyecekleri, farklı farklı da olsa, olacaktır. Zaten şiire yorumlarıyla katılanlar, onun hakkında “başarılı” veya “başarısız” derken, ne şairin insan varlığına not vermiş olurlar, ne de şiirin konusuna ve bakış açısına... Doğrudan, okunan şiirin, kendileri üzerindeki o anki etkisini dile getirmiş olurlar.
Fakat buna da ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Çünkü insan, günün her saati aynı ruh halinde olmayacağı gibi, hayatının her çağında da aynı kalmaz. İçsel değişip dönüşmelerin zaman içindeki yolculuğu olan “ömür” çizgimiz, ruhun zarfı niteliğindeki bedenin yıpranmasını, içinde kopardığı sessiz fırtınalarla hayat anlayışına taşımayacak mıdır? Meselâ çok bilinen “Otuz Beş Yaş” şiiri; bir delikanlıdan ziyade, bir orta yaş insanına “beni anlatıyor!” duygusunu daha çok geçirmez mi?
Şu halde, şiirlerin okuyucu ile buluşmasında, kaderini belirleyen pek çok etken söz konusudur. Yaşadığı dönemde anlaşılmamış, değeri bilinmemiş sanatçılar ve sanat eserleri, bazen zamanı aşan bir yolculukta, altın madeni gibi gömüldükleri sessizlikten ışılayıp gün yüzüne çıkıverirler de, çağlar üstü bir yerden insanlığımızı aydınlatırlar. Bu nedenledir ki, bir şair, iyi iş yaptığına inanıyorsa, inandığı yolda sanatını işlemeye yılmadan devam etmelidir.
YORUMLAR
Şiir dalga gibidir, kıyıya ulaşan köpükleri öykü ve romana dönüşür. Aşk duygu ise anlamı vuslattır,şiirde duyguyu ayakta tutan içeriğidir. Şiiri anlaşılmaz imgelerle boğmak tusanami dalgasında sörf yapmaya benzer. Şiirde farklı anlam çıkarılması ise, ışığın prizmadan renklerine ayrışması gibidir. Esenlikler dileklerimle...