- 1512 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kadirli Bohçası Üzerine
Kadirli Bohçası, Emekli Öğretmen İrfan Can’ın yazdığı, Kadirli’yi çeşitli yönleriyle anlatan bir eserdir.
Bu eserde İrfan Can, Kadirli’nin tarihini, kültürünü, Kadirli’nin yetiştirdiği değerleri çeşitli belgelerle ve tanıkların anlatımlarıyla dile getiriyor.
Yazar, önsözünde “1987 yılından bu yana Kadirli Kültürü ve Tarihi üzerinde araştırmalar yapmaktayım.”
“Emanet edilen belgeler, bilgiler ve sözler vardı. Kaybolmasın, unutulmasın diye bunların bir kısmını burada toplamak istedim. Ancak belgelerin hepsine yer veremedim.” diye belirtiyor. (Sayfa 7)
Esere “Kadirli Bohçası” adını vermiş. Bohça, “İçine çamaşır, giysi gibi şeyler konulup sarılan ya da bağlanan dört köşe kumaştır.” Genel anlamda, annelerin giysileri sarıp sandıkta veya dolaplarda sakladıkları kumaştır, bunlar.
Geleneklerimizde birbirlerini seven ve fakat aileleri tarafından evlenmelerine izin verilmeyen gençler, kendi aralarında anlaşıp kaçarlardı. Bu kaçma esnasında kız, yanına hazırladığı bohçasını da alırdı. Bu bohçaya en değerli eşyalarını, en güzel giysilerini ve kimlik belgelerini koyardı.
Bir de düğün geleneklerimizde “Nişan Bohçası” dediğimiz bohçalar vardır. Anadolu’da bu gelenek hala devam etmektedir.
Gelin veya damat, karşılıklı olarak birer bohça hazırlayıp karşı tarafa hediye ederler. Erkek tarafı kız tarafına, kız tarafı da erkek tarafına bu bohça ile çeşitli hediyeler hazırlayıp götürürler.
Nişan bohçasının asıl amacı, ailelerin birbirini daha yakından tanıyarak, samimiyet kurmalarını sağlamaktır.
Erkek tarafı, genellikle bohçada kız için, gecelik, terlik, makyaj malzemeleri, dantelli bornoz takımı, parfüm seti, iç çamaşırları gibi hediyeler bulundurur. Ayrıca ailenin diğer fertlerine de birer hediye koyardı.
Kız tarafı ise oğlan için saat, tesbih, ayna, iç çamaşırları, pijama, mendil, namazla, sabun lifi, kese, havlu gibi çeşitli hediyeler gönderirdi.
Kitabın yazarı, yukarıda anlattığımız gelenek ve göreneklerden hareket ederek “Kadirli’yi ilgilendiren farklı konular bir araya toplandığı için kitabın adını “Kadirli Bohçası” koydum” diyor.
“Kadirli’de Geçmiş yağmura kepenek almak” diye bir deyim vardır. Bu eserdeki yazılar da bu deyime uygun bulunabilir.” diye belirtiyor.
Kitabın yazarı İrfan Can, 1952 yılında Kadirli’de doğmuş. Kendisi “Anam, bilge bir kadındı ve halk kültürünün taşıyıcısıydı. Kendisinden halk hikâyeleri, ağıtlar, Karacaoğlan Şiirleri, mantuvar türküleri dinleyerek büyüdüm. Halk kültürüne ilgimi daha çok anama borçluyum” diyor.
İrfan Can, Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. 1977 yılında öğretmenlik hayatına başladı.
Kadirli Lisesi’nde 30 yıl kadar öğretmenlik yaptı. 2017 yılında emekliye ayrıldı. Emeklilik döneminde bu eserine hayat verdi.
İrfan Can, “Kadirli Bohçası” adlı eserini yayınladıktan kısa bir süre sonra Aralık 2018 yılında Hakk’a yürüdü.
“Kadirli Bohçası” Adana’da Kasım 2018’de Ekrem Matbaası’nda basılmış. Kapak tasarımı Tarihçi Cezmi Yurtsever ile İrfan Can tarafından düzenlenmiş. Kitabın editörlüğü ise Nuri Delikurt ile Mehmet Bal tarafından yapılmış.
Eser, yazarın annesi Fatma Can ile babası Hasan Ali Can’a ithafen yazılmış. Eser, 457 sayfadan ibarettir.
Kadirli Bohçası, Kadirli’nin tarihi gelişimi ile başlıyor. Kadirli’nin Roma Dönemi’nde MS 69-96 yılları arasında “Flaviopolis” adıyla kurulduğu anlatılıyor.
“Flaviopolis “Flavienlerin Şehri” anlamına gelmektedir. Flavienler, MS 69-96 yılları arasında Roma İmparatorluğunu yönetmişlerdir.” (Sayfa 9)
Kadirli adının tarihi gelişimi verilerek adının nereden geldiği anlatılıyor:
“Flaviopolis’ten sonra Kadirli’ye “Kars” adının verildiği biliniyor. (Sayfa 18)
Kars-ı Maraş veya kısaca Kars, Zül- Kadriye Eyaletinin sancaklarındandır. (Sayfa 18)
Yazar, çeşitli ilim adamlarının Kadirli hakkındaki yazılarından faydalanarak düşüncelerini destekliyor:
“Prof Dr Yılmaz Kurt ise Kars’ın (Kadirli) Çukurova’nın ilk Türk yerleşim merkezlerinden biri olduğunu belirtir. “Kars” sözcüğü eski Türkçemizde ‘Deve ve koyun tüyünden yapılan dokuma giysi’ anlamında kullanılmaktadır” der. (Sayfa 18)
Sülemiş Tepesi, Kadirli’ye kuşbakışı hâkim olan adeta Kadirli’ye hükmeden bir tepedir. Yazar, bu tepenin adının nereden geldiğini anlatarak, Kadirli Şehrinin yüzyıllardan beri bir Türk şehri olduğunu dile getiriyor:
“Kadirli’de Savrun Çayı’nın batısında yükselen Sülemiş Tepesi vardır.
“Sülemiş” ismi Kadirli’deki Türk hâkimiyetini 13. Yüzyıla kadar götürmektedir.
“Coğrafyamızı ilgilendiren iki Sülemiş’in varlığını biliyoruz. Sülemiş Bey, 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı’na katılan ve Anadolu Selçuklularını yenilgiye uğratan Moğol Komutanı Baycu Noyan’nın torunudur. Sülemiş Bey, İslamiyeti kabul eder, kaderini Anadoluda’ki Türklerle birlikte kuracağı devlette arar. Tatarlardan ve Karamanlı Türkmenlerinden oluşan bir ordu kurarak İlhanlılara isyan eder. Sivas, Kayseri ve Maraş, yakınlarında Moğol orduları ile mücadele eder.” (sayfa 22-23)
Diğer “Sülemiş ise Memlük Devleti’nin en güçlü hanlarından Melik Emir Baybars’ın oğludur.
Sülemiş adı, ister Sülemiş Bey’den, ister Emir Baybars’ın oğlu Sülemiş Han’dan kalsın, bu adın Kadirli Coğrafyasında 13. Yüzyıldan beri kesintisiz olarak kullanıldığını gösterir. (Sayfa 23)
Sülemiş Türkçe bir kelimedir. Kelimenin kökü “sü” dür Asker ya da ordu anlamındadır. (Sayfa 24)
Kadirli’nin Milli Mücadeledeki yeri ve önemi de eserde başarılı bir şekilde ele alınıyor. Çukurova Üniversitesi Öğretim Görevlisi Abdurrahman Kütük’ün yazdığı yazılarından örnekler veriliyor. Özellikle dönemin Kadirli Müftüsü olan Tayyipzade Müftü Osman Nuri Efendi’nin oğlu Mehmet Saygılı, babası ile ilgili çok geniş bilgiler aktarıyor.
O dönemde Kadirli’de az da olsa Ermeni ailelerin olduklarını, bunların Kadirli halkıyla Milli Mücadele yılları öncesi sorunsuz olarak birlikte yaşadıklarını öğreniyoruz:
“Kadirli, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerince 7 Mart 1919 yılını takip eden günlerde Fransız Mösyö Subi ve Viyerson adındaki iki teğmen komutasında otuz süvari askerden oluşan Fransız birliklerince işgâle uğradı...
O dönemde Kadirli’de 500’e yakın bir Ermeni nüfusu vardı. Ermenilerle Türkler gayet iyi ilişkilere sahipti. Hatta “Ermeni tehciri sırasında Kadirli halkı, Ermenileri Osmaniye yoluna kadar uğurlamışlardı. Tehcirden dönen Ermenilerle de aralarında büyük çaplı bir çatışma olmamıştır.” (Sayfa 85)
Fransızların Kadirli’ye gelmesiyle Ermenilerin, kendilerine ait olmayan malların kendilerininmiş gibi davranarak almak istemelerinden dolayı bir komisyon oluşturulur. Aynı durum Kozan’da da ortaya çıkmıştı. Komisyon başında bulunan Fransızlar, Ermenileri haklı bularak, Türklere ait olan malları Ermenilere vermişti. Kadirli’de ise Komisyonun başına Kadirli Müftüsü Osman Nuri Efendi getirilmiş, O da çok adil davranarak asılsız olan davaları Türkler lehine sonuçlandırmıştır
Çukurova Üniversitesi Öğretim Görevlisi Abdurrahman Kütük yazısında şöyle dile getirmiş:
“Fransızlar, Kozan’da olduğu gibi Kadirli’de de Ermeni mallarının iadesi amacıyla “Tesviye-i Mesalih Komisyonu” kuruldu. Bu komisyon üyeleri Tevfik Coşkun’un abisi Cafer Hoca, Hemite Köyü’nden Halil Efendi Oğlu Mehmet Efendi, Ermenilerden Karamanoğlu Büyük Panis, Çakal Oğlu Arakil seçildi. Komisyon Başkanlığına Müftü Osman Nuri Efendi getirildi. Osman Nuri Efendi, geniş yetkilerle, Kozan’da Türkler aleyhine cereyan eden komisyon kararlarının aksine, adaletle bu işi takip etmiş, sonuçta Kozan’daki gibi büyük haksızlıklara Kadirli’de yer verilmemiştir.” (sayfa 86)
Kadirli’nin Çukurova’da bağımsızlığını kendi imkânlarıyla elde eden ilk şehir olduğu belgelerle ve o dönemi yaşayan şahısların anılarından alıntılarla dile getiriliyor. Bu konuyu Çukurova Üniversitesi Öğretim Görevlisi Abdurrahman Kütük şöyle anlatıyor:
“Kadirli, Adana Bölgesinde ilk kurtulan Türk toprağıdır. Adana’dan yaklaşık iki yıl önce kurtulmuştur. Kadirli, bir yıldan az bir süre işgal görmüştür. Bu bakımdan Türkiye’de ilk kurtulan, en az işgale uğrayan şehirlerimizin başında gelmektedir.”
“Kadirli, büyük çatışmalar yapmadan etkili bir teşkilat ve propaganda ile kurtulmuş bir bölgedir. Bu bakımdan üzerinde durulması gereken bir konudur. Çünkü psikolojik harp taktiği, direk bir çatışma meydana gelmeden çok güçlü bir devlet ve orduya karşı başarıyla uygulanmış, hiçbir kayıp vermeden koca bir kaza merkezi düşmandan temizlenmiştir.” (Sayfa 94)
Kadirli’nin kurtulmasında en önemli isimlerin başında Aydınlıoğlu Tufan Bey geliyor. Kadirlili birkaç vatansever Atatürk’e kadar gidiyor. Kadirli’nin durumunu izah ediyorlar. Atatürk de yanında bulunan asıl adı Osman Nuri olan bir yüzbaşıyı Aydınlıoğlu Tufan takma adıyla “Çukurova Kuva-yı Milliye Komutan Yardımcısı” olarak görevlendiriyor.
Tufan Bey veya halk arasında Tufan Paşa olarak bilinen Komutan, Andırın’a gelerek karargâh kuruyor. Burada teşkilatlanıyor. Halk arasında “Yeşil Ordu, Andırın’dan Kadirli’ye büyük bir güçle geliyor.” propagandasıyla Kadirli’deki Ermenileri ve Fransız askerlerini korkutarak Kozan’a kaçmalarını sağlıyor. Böylece Kadirli, işgalden kurtulan ilk şehir olarak diğer bölgelere moral kaynağı oluyor.
Eserde, Kadirli’de Milli Mücadeleden sonra eşkıyaların ortaya çıktığı, hükümetin bunlar için “Men-i Şekavet” adında eşkıyalığa son vermek amacıyla bir yasa çıkardığı belirtiliyor. Bu yasa ile o dönemde ortaya çıkan eşkıyalar affedilince, Kadirli’de eşkıyaların arttığı ve her anasına küsenin eline silahı alarak dağa çıktığı belirtiliyor.
Kadirli’de eşkıyalık öyle bir hal alıyor ki halk bıkıyor ve çareyi İsmet İnönü’ye şikâyet etmekte buluyor. İsmet Paşa’ya o kadar çok şikâyet gidiyor ki, İsmet Paşa, Kadirli’ye Nazmi Sevgen adında bir Yüzbaşıyı görevlendirip bir bölük gönderiyor. Nazmi Sevgen’e büyük yetkiler veriyor.
İsmail Safa Vayısoğlu’nun hatıralarından alıntılarla bu olay şöyle anlatılıyor: “İsmet Paşa, Kadirli’den aldığı şikâyetlerden yıldığı için Nazmi Sevgen Bey’in istediği bu salahiyetleri (yetkileri) veriyor. Adana ve civar vilayet valileri dahi Nazmi Bey’in emrinde.”(sayfa 134)
“Tekerek Halil Efendi, Belediye Reisi Necati Ünal, Vayısoğlu Faik Üstün, Zihni Konaklı’nın verdiği listedeki Coşkun taraftarı ağalar ve adamları da Cemil Bey tarafından tutuklanarak Kozan’a sevk ediliyor.
Bu arada, ağaları tutuklayan Nazmi Sevgen’de büyük yetki olduğu inancıyla 31 eşkıya da kendiliğinden teslim oluyor ve tutuklanarak Kozan’a sevk ediliyor.
1928’den 1933’e kadar eşkıya takibi dolayısıyla 16 jandarma şehit olmuştu. Bu yüzden Kozan Jandarma Komutanı Necati Bey’in tertibi ile ağalar vasıtalarla Adana’ya gönderiliyor. Eşkıyalar da Çörtül Hacı Veli’nin ısrarına rağmen yaya ve birbirlerine bağlı olarak gönderiliyor.
Tırmılhöyük’te isirahat emri veriliyor. Orada kurşuna diziliyorlar. Oraya da gelişigüzel gömülüyorlar.” (Sayfa 134)
“Kadirli Bohçası” Kadirli hakkında çok geniş konulara değinen, belgesel özellik taşıyan bir kitap. Şehrin tarihi gelişiminden tutun, geleneklerinden, göreneklerinden, sanatçılarında, tarihi mekanlarından, türkülerinden, şiirlerinden belgelerle örnekler veren bir eser.
Kadirli, adeta bir sanatçı yetiştiren bir şehir. Yazarı, şairi, sinema sanatçısı, tiyatro sanatçısı, ses sanatçısı gibi birçok sanatçıyı bağrından çıkarmış.
Bunların içinde en önemlisi Dünyaca ünlü yazar olan Yaşar Kemal. Yaşar Kemal’in yanısıra Aşık Halil Karabulut, Abdulvahap Kocaman, Aşık Kul Hüseyin, Behice Batur, Aşık Feymani (Osman Taşkaya) gibi sanatçılar sadece Kadirli’nin değil, tüm Türkiye’ye mal olmuş ve Tüm Türkiye’nin tanıdığı sanatçılar olmuştur.
Eserde bu sanatçılara ve onların eserlerine de yer veriliyor. Tüm Türkiye’nin bildiği zevkle okuduğu veya dinlediği gerek roman olsun, gerek şiir veya türkü olsun hikâyelerine kadar anlatılıyor. Diyebilirim ki bu kitabı okudukça bu konularda bilgilerim o kadar zenginleşti. Birçok şeyi bilmediğimi gördüm. Ve okudukça hayretler içinde kaldım.
Yazar İrfan Can, geniş bir şekilde Yaşar Kemal’e ve onun birkaç eserine yer vermiş.
Mesela “İnce Memed” adlı eserini ele almış. Bu romanda Kadirli’de o zamanlar son derece yaygın olan eşkıyalığı anlatmış. Öyle ki İnce Memed romanı sadece Türkiye’de değil, tüm Dünya’da okunan ve tanınan bir roman olmuştur. Artık Dünya klasikleri arasında yerini almıştır.
Yazar, İnce Memed adlı eşkıyanın Kadirli’de “Safiye Mehmet” adında bir eşkıyanın olduğunu ve Yaşar Kemal’in bu kişinin adını değiştirerek romanda İnce Memed olarak yazdığını anlatıyor. Ve Kadirli’de de bu görüşün hemen hemen herkes tarafından kabul edildiğini ve böyle bilindiğini söylüyor.
Burada araya girmem gerekirse, Annem ve Rahmetli babam Yaşar Kemal’i çok iyi tanıyorlar. Çünkü geçmişte birlikte yaşamışlar. Hatta uzaktan akrabalık bile var. Yaşar Kemal’in kardeşi olan Recep, annemin ablasının kızıyla evlidir.
Teyzemin büyük kızı olan Fatma Abla aile içinde Kürt Recep diye anılan ve Yaşar Kemal’in kardeşi olan Recep ile evlidir.
Annem, babam ve teyzem Yaşar Kemal’e hep “Kör Kemal” derlerdi. Her konusu açıldığında “Bizim Kör Kemal” derlerdi.
Babam da hep “Bizim gençlik yıllarımızda Safiye Mehmet diye bir eşkıya vardı. Yiğit, yağız bir delikanlıydı. Köy ağasına karşı geldi. Dağa kaçtı. Eşkıya oldu. O zamanlar Kadirli’de çok eşkiya vardı. İşte Bizim Kör Kemal, bu eşkıyanın hayatını yazdı. Safiye Mehmet’in çocukları hak istemesinler diye kitabının adını İnce Memed koydu” diye anlatırdı.
Yaşar Kemal, yukarıda verilen iddiayı kesinlikle kabul etmemiştir. İnce Memed’i tamamen kendi yarattığını ve hiç kimsenin hayatını örnek almadığını söylemiştir.
Bu konudan önce Yaşar Kemal birçok beyanatında kendisinin kürt olduğunu söylemiştir. Ama “Kadirli Bohçası” adlı kitapta, akrabalarının bunu kabul etmediğini ve kendilerinin Türk olduğunu söylemektedirler.
Bir akrabası olan Hasan Yücel şöyle demektedir: “ Dedemin adı Hasan Ağa’dır. Yaşar Kemal’in kitabında “Peri kızına aşık olan” Hüseyin Bey’in oğlu Mehmet Bey’in oğludur.
Köyün adı Ernis. Şimdiki adı Ünseli. Aşiretin ismi Liva. Livanın yöneticisi oldukları için bu ismi almışlar.
Ailenin Erciş havalisinde kalanlarına “Torunlar” da denir. Oğuz Han torunları oldukları için böyle söylenmiştir.” (sayfa 286.)
Hasan Yücel anlatıyor: “Yaşar Kemal, 1985 yılında Kadirli’ye gelmişti. Kemal amcaya sordum: “Anan kürt değil, baban kürt değil. Şimdi bu nereden çıktı?” dedim.
O da cevap olarak bana “Dünya bizi böyle tanıdı. Şimdi kendimizin ne olduğunu söylesek, Dünya bizi taşa tutar” dedi.
Biz, kendimize hiçbir zaman “Biz kürtüz” demedik. Kadirli’de bize kürt dediler. (sayfa 288)
Kadirli’deki iddiaya göre Yaşar Kemal, İnce Memed’in ilhamını, Remzi Özdemir’den ve yaşlılardan dinleyerek almış ve romanını yazmış. Buna bağlı olarak İnce Memed romanını annemin köyü olan Binboğa ve Dikirli Köyü’nde yazmış.
Dikirli Köyü de Rahmetli Teyzemin yaşadığı köydür. Köylüler tarafından Koda Fadıma namıyla anılan teyzem Fatma Kara evlendikten sonra bu köye yerleşir ve burada yaşamaya başlar. En büyük kızı da bu köyde Yaşar Kemal’in kardeşi Rahmetli Recep ile evlenir.
İleriki yıllarda teyzemin kızı da Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı romanını bahçede bulunan bir ağacın gölgesinde yazdığını anlatır. Ağacın gölgesine bir masa kurduğunu, masaya bir daktilo koyduğunu ve bununla romanı yazdığını anlatır. Kendisinin de çay, ayran, soğuk su gibi içecekler verdiğini belirtir.
Eserde, Tarihçi Cezmi Yurtsever şöyle anlatmaktadır: “Yaşar Kemal, Remzi Bey’in anlattıklarını Binboğa Köyünde not alır. Remzi’nin mücadelesini İnce Memed romanına konu eder. Kadirli halkının Safiye Mehmet olarak bildiği eşkıya, Yaşar Kemal’in destanlaştırılan halk kahramanı İnce Memed’dir. Romandaki İnce Memed ise Remzi Bey’in anlattığı bilgiler üzerine hayallerde yaratılan bir eşkıyadır.” (sayf 325)
Yaşar Kemal, tüm bu iddiaları yalanlayarak şöyle diyor: “Roman, hayal gücüyle yazılır. Ben de öyle yaptım. Anlatılanlar doğru değil. Bunlar roman nedir bilmiyor.”
“İnce Memed’i yazmadan önce, ya da sonra, yaşayan ya da yaşamış İnce Memed adında hiç kimse yok. Değil Çukurova’da, Toroslarda ben hiçbir İnce Memed bilmiyorum. İnce Memed adı benim bu romanı yazmamla ortaya çıktı.” (sayfa 333)
Yıllar önce Kadirli’de Elmacık adlı bir yaylada bir Ağa misafiri olmuştum. Sonradan rahmetli olan Ahmet Kastal Ağa’nın misafiri idim.
Ahmet Kastal Ağa, çok misafirperver biriydi. Yaylada bize yer göstermiş ve bir ay kadar bizi orada misafir etmişti. Hemen hemen her gün görüşürdük. Sohbetlerimiz çok derin olurdu. Çoğu kez edebi sohbetlerde bulunurduk.
Edebi sohbetler diyorum. Çünkü Kastal Ağa gerçekten çok okuyan biri idi. Yaylada geniş bir kütüphanesi vardı. Akşamları ne zaman çayını içmeye gittiysem mutlaka kitap okurken bulurdum. Karacaoğlan, Yunus Emre, Dadaloğlu gibi şairleri okurdu. Türk ve Dünya Klasikleri diyebileceğimiz romanları okurdu. Doğrusu geniş bir bilgisi vardı. Okuduğu kitaplar üzerine sohbetler ederdik. Okuduğu şiirleri bana da okurdu. İlginç bulduğu söylemleri anlatırdı.
Bir defasında da İnce Memed’i konuştuk. Yaşar Kemal’i çok iyi biliyor ve çok iyi tanıyordu. “Ona burada Kör Kemal derlerdi. Ortaokul sıralarında yazmaya başlamıştı. Bir ara Kadirli Mahkemesinin önünde arzuhalcilik yapıyordu. Geçimini öyle sağlıyordu. Küçükken, bir Kurban Bayramında koyun kesilirken, bıçak gözüne değmiş. Bir gözü arızalanmıştı. Bu nedenle adı Kör Kemal kalmıştı. Bir gün kominist kitapları okuyor diye polis evine baskın yapmış. Tutuklayıp hapse attılar. Kadirli’de bu duyulunca halk ayaklandı. Hapishaneyi bastılar. O dönemin kaymakamı da onu o gece Kozan’a kaçırmış. Öyle dediler. Sonra halk yatıştı. Tabii Yaşar Kemal, ondan sonra buralardan gitti. İstanbul’a yerleşti. Bir gavur avrad ile evlenmiş dediler. Hiç çocuğu da olmamış.
Yaşar Kemal, İnce Memed’i burada senin anneyin köyünde yazdı. Annen baban onu çok iyi bilirler. Bizim buralarda Safiye Mehmet diye bir eşkıya vardı. Onun hayatını yazdı. Meşhur oldu. Safiye Memed de yani Romandaki İnce Memed de bu yaylada öldürüldü. Duyduk ki, Safiye Memed’i vurmuşlar. Yaralanmış. O da kaçarak bu yaylaya gelmiş. Az ilerde bir değirmen var. Onun yanında bir eve gelmiş. Ev boş. Kimse yok. Evde uyuyup kalmış. Takatsiz. Sonra bir çoban gelmiş. Bakmış ki Safiye Mehmet, yaralı, kıpırdamadan yatıyor. Elinde gümüşten yapılmış bir tüfek var. Çoban, “Bunu öldüreyim de tüfeği alayım” demiş. Sessizce içeri girip Safiye Mehmet’i bıçağı ile öldürmüş. Tüfeği alıp kaçmış”
Artık doğru olan hangisi bilemiyorum. Kadirli halkına göre İnce Memed, Binboğa Köyü’nde yaşayan ve sonra dağa çıkıp eşkıya olan Safiye Mehmet adlı biri, Yaşar Kemal’e göre ise kendisinin yarattığı hayal ürünü bir roman kahramanı.
Her ne olursa olsun, Çukurova gibi bir yerden böylesine yiğitlik timsali bir kahraman yaratılmış ve bu kahraman adeta tüm Dünyaya mal edilmiş. Bu da Kadirli’nin gururu olmuştur.
Kadirli, sadece yazarlarıyla değil şair ve ozanları ile de ünlü bir şehir olmuştur.
Aşık Hüseyin’in Acem Kızı adlı türküsü, Rahmetli Üstat Neşet Ertaş tarafından tüm Türkiye’de ünlü olmuştur. Yine “Ya beni de götür, ya sen de gitme” türküsü Kadirli’nin bağrından çıkan Aşık Hüseyin’in bir türküsüdür.
Aşık Halil Karabulut, Abdulvahap Kocaman, Aşık Feymani gibi şairler Kadirli’nin yetiştirdiği ünlü aşık ve ozanlardır.
Hatta kitaba göre ünlü Halk Şairi Karacaoğlan’da Kadirli’dendir. O’nun da Kadirli’nin Binboğa köyünden olduğu iddia edilir.
Kitapta hikayelerle ve başından geçen ilginç olaylarla Karacaoğlan yer almaktadır.
Kadirli Bohçası, tüm sanatçıları ve onların hayat hikayelerini ve serlerinden örnekler vermektedir.
Her Kadirlili’nin zevkle okuyacağı ve baş ucu kitabı etmesi gereken bir kitap diye düşünüyorum.
Kitabın yazarı Rahmetli İrfan Can hocamızı bir kez daha rahmetle anıyorum. Bu esere emek veren herkesi kutluyorum.
Mutlaka okumanızı salık veriyorum…
YORUMLAR
Ne hoştu yazı? Kitabın sayfaları arasında yaptığım gezinti bir yana, bohçacıları düşündürdü. İçlerinde kimsenin bilmediği envai çeşit kumaş ve diğer eşya ile kapı kapı dolaşan bohçacıları. Fal bakmaktan da anlayan bu bohçacılar, mektup ulaklığı da yapmıştır tarih boyunca. Sonra nasıl becerdiysem, kitap ve bohçacı arasında bir ilinti kurdum. İçleri merak edilen, kimi zaman gaybı anlatmayı deneyen, kelimeleri taşıyan. Bu ilintiyi kurduktan sonra yazı daha bir anlamlı oldu. Rahmetli yazar da belki bu türden bir ilintiyi işaretlemiş olabilir. Teşekkürler aktarıma...