- 957 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Cami’de Hayat Var
Almanya’da Türklerin yoğun olduğu şehirlerden birinde yaşayan ve Anadolu’nun farklı şehirlerinden gelmiş iki gurbetçi ailenin çocuğudur Selçuk ve Ahmet.
Her iki ailede de farklı yaşam tabloları kendini göstermektedir.
- Oğlum kalk bana su getir…
- Anne ya, git suyunu kendin iç, ben senin hizmetçin miyim ? Su getir Selçuk, git bakkala ekmek getir Selçuk, bu ne ya, bıktım senin bu isteklerinden…
- O da ne demek yavrum. Sen benim oğlum değil misin ? Anneye bu sözler söylenir mi?
- Öf be anne, öf bıktım senin şu dırdırlarından..
- Bana bak küçük bey , haddini bil, yoksa alır seni ayağımın altına, pas pas gibi ezerim..
- Hadi al da görelim bakalım. Hemen polisi nasıl arıyorum bak. gör o zaman çocuğu dövmek nasılmış !!!
- Git şurdan, kemiklerini kırmadan gözümün önünden kaybol. Sende kabahat yok. Ben kabahatin kimde olduğunu biliyorum. Oturmuş orada televizyon seyrediyor. Çocukla ilgilenmek yok ki ! Çocuk büyüyor ama babanın haberi yok…
Bu arada cep telefonuyla ilgilenmekte olan olan baba Serkan bey yerinden doğruluyor ve atışmaya katılıyor:
- Ne yani suç şimdi bende mi şimdi ? Tabi tabi, her zaman suçlu olan benim zaten.
- Tabi ki suç senin. Oğlunla hiç ilgilendiğin yok. İşin gücün internet, chat, televizyon. Azıcık onunla ilgilenseydin böyle davranmazdı bu çocuk. Bak neredeyse şimdiden annesini dövecek..
- Korkma bir şey olmaz. Hem sadece bizim çocuk mu, bugün herkesin çocuğu böyle.
- Hayır efendim, herkesin çocuğu böyle asi, böyle saygısız değil. Efe çocuk değil mi? Annesinin bir dediğini iki etmiyor..
- Eeeh, yettin be. Madem öyle, ben suçluysam, sen de en az benim kadar suçlusun. Ben yapamadıysam sen yapaydın annelik görevini !
Bu konuşmalardan oldukça sıkılan Selçuk:
- Bu kavgalarınızdan bıktım artık. Siz ne kadar kötü insanlarsınız böyle. Bıktım artık sizden bıktım, der ve paltosunu aldığı gibi kapıdan dışarı çıkar.
Bu esnada başka bir evde Selçuk’un arkadaşı Ahmet’le ailesi arasında güzel bir iletişim yaşanmaktadır. Ahmet de Selçuk gibi on bir on iki yaşlarında bir çocuktur.
- Dersler nasıl Ahmet ?
- Çok iyi baba. Bugün matıdan yazılı olduk..
- Nasıl geçti peki ? İnşaallah iyidir.
- İyi baba iyi, güzel geçti.
-
Burada Ahmet’in ablası Fatma söze girmektedir:
- Tabi iyi geçecek. Boşuna mı çalıştırıyoruz seni?
- Abla hemen de kendini ortaya atmasan olmaz sanki! Biz de çalışıyoruz yani.
- Tamam tamam, hemen de bozulma. Sen başarılı ol yeter.
Ahmet babasına dönüyor:
- Baba, öğretmen bugün ne dedi biliyor musun ?
- Nereden bileyim oğlum? Söylemedin ki. Anlat bakalım ne dedi?
- Baba hani bizim için arada bir veli toplantısı oluyor ya…
- Evet
- Veli toplantılarına katılmayan çok aileler varmış. Bundan dolayı öğretmenler velilerden çok şikayetçiymiş.
- Evet oğlum maalesef bu konuda çok hatalarımız var. Gerçi ben senin veliler toplantılarına hep katılmaya çalışıyorum. Ama çoğu vatandaşımız maalesef bu konuyu önemsemiyorlar. Okula gelip çocuklarının durumunu öğrenmiyorlar…
- Baba, zaten öğretmen de onu söyledi. Bir tek sen geliyormuşsun toplantılara. Başkaları gelmiyormuş. Bu yüzden velileri ilgilenmedikleri için pek çok çocuk realdeyse haupta, haupttaysa daha alt sınıf bir okula gönderiliyormuş. Sen iyi ki geliyorsun baba. Yoksa ben de şimdi başka okullara düşerdim.
Ahmet’ten annesi Ayla hanım Ahmet’ten su ister:
- Hadi oğlum, bir bardak su kap da gel..
- Tamam anneciğim hemen getiriyorum, der ve su almak için mutfağa gider, ve suyu getirir.
- Buyur anneciğim.
- Allah senden razı olsun Ahmetciğim. Su kadar aziz olasın inşallah
- Amin, sağ ol anneciğim..
***************************************************************************
Selçuk’la öğretmenlerinde başı derttedir. Ders anlatırken Selçuk’un yaptığı hareketler öğretmenleri adeta çileden çıkarmaktadır.
Öyle ki ders esnasında Selçuk, defterden bir yaprak koparıp uçak yapmakta ve bunu ders esnasında arkadaşlarına atmaktadır. Bunu gören bir Öğretmeniyle Selçuk arasında şöyle bir konuşma geçmektedir:
- Selçuk lütfen oyun oynamayı bırak, dersi dinle. Bu yaptığın hareket çok yanlış.
- Ben ne yaptım ki ?
- Ne yaptığını herkes gördü. Ders işlerken kağıttan uçak yapıp atıyorsun. Lütfen sus ve bir daha yapma !
Daha sonra öğretmen tahtaya bir toplama işlemi yazar ve bunu kim çözmek ister diye sorar. Bütün sınıf parmak kaldırır. Öğrencilerden bir tanesini tahtaya kaldırır. O, toplamayı yaparken Selçuk bu sefer telefonla oynamaya başlar ve yanlışlıkla telefonun müziği çalar. Müzik apaçidir. Ve heyecanlanıp kapatmak isterken elinden düşer. Sonra kapatır. Öğretmen çok kızar ve ;
- Selçuk, lütfen dersi dinler misin ? Bu yaptığın çok ayıp. Bak bu son olsun. Bir daha böyle yaramazlık yaparsan seni disipline veririm. Gerisini sen düşün artık. Kaç kez annene babana mektup yazdık bir kez olsun gelmediler.
Öğretmen bunları söyleyince teneffüs zili çalar. Teneffüse çıkılır. Koridorda öğretmen bir Türk Öğretmenle karşılaşır ve ona selam vererek;
- Vaktinizi aldığım için özür dilerim Herr Cantürk. Sizinle bir Türk öğrenci hakkında görüşmek istiyorum. Adı Selçuk. Benim sınıfta. Tanıyor musunuz?
- Evet tanıyorum.
- Herr Cantürk, Selçuk’tan çok şikayetçiyiz. Derslerine hiç çalışmıyor. Derslerde hep yaramazlık yapıyor ve ders dinlediği de yok. Anne babasına defalarca mektup yazmamıza rağmen bir kez olsun gelip bizimle görüşmediler. Lütfen bu konuda bize yardımcı olun.
- Bu konuda beni bilgilendirdiğiniz için size çok teşekkür ederim. En yakın zamanda Selçuk’un anne babasıyla görüşüp durumu onlara bildireceğim.
- Teşekkür ederim Herr Cantürk..
- Asıl ben teşekkür ederim. Hoşça kalın..
- Görüşmek üzere Herr Cantürk
Paydos ziliyle bütün öğrenciler okuldan çıkar. Ahmet’le Selçuk yine beraber düşerler evin yoluna..
- Bugün amma yaramazlık yaptın ha! .Derste böyle şeyler yapılır mı ?
- Ohooo, Ahmet bunlar da ne ki, ben yine bugün pek usluydum.
- İyi valla, senin uslu halin buysa yaramazlık halin nasıldır kim bilir ?
- Birazdan ben gelirim oldu mu ? Eve gideyim hemen gelirim.
- Tamam Selçuk, gelince zile basarsın, ben hemen inerim yere…
Bu esnada yoldan gitmekte olan iki genç Ahmet’i çağırır. Gençlerden biri devamlı camiye gelen ve hocanın arkasında müezzinlik yapan Hasan’dı. Selçuk’a ileride beklemesini söylerler. Selçuk az ileride bekler. Hasan başlar konuşmaya:
- Ahmet bak ben senin abinin arkadaşıyım
- Biliyorum Hasan abi, ne oldu ne diyeceksin ?
- Bak bu çocuk var ya, Selçuk !
- Evet ne olmuş Selçuk’a ?
- Ahmet bu çocukla gezmen doğru değil. Çünkü bu çocuk çok yaramaz biri. Sigara bile içiyormuş.
- Valla ben sigara içtiğini görmedim Hasan abi.
- Sen burada daha yenisin, görmemişsindir. Ama biz onu yıllardır tanıyoruz. O çok yaramaz, sigara içer, küfür eder vs. Bence sen ondan uzak dur!
Hasan’la beraber olan Mustafa da aynı şeyleri söyler:
- Ona dikkat et Ahmet. O çok tehlikeli bir çocuk..
- Tamam, ben dikkat ederim. Sağ olun, hadi size iyi günler
- İyi günler Ahmet, dediklerimi unutma sakın..
- Sağ ol Hasan abi.
Sonra az ileride kendisini beklemekte olan Selçuk’un yanına gider. Söze Selçuk başlar:
- Nerede kaldın yahu, ağaç oldum burada. Ne oldu, Hasan abiler niye çağırmışlar seni ?
- Hiç beee, ordan buradan işte…
- Tamam öyle olsun bakalım, hadi birazdan görüşürüz..
- Hadi görüşmek üzere
- Çüüs
- Çüüs
Ahmet, üzgün bir şekilde evine girer. Babası durumu fark eder ve Ahmet’e sorar:
- Ne o Ahmet? moralin bozuk gibi..Yoksa okulda bir şey mi oldu ?
- Yok baba okulda bir şey olmadı da…
- Da’sı ne bakalım oğlum. Var sende bir şeyler?
- Baba okuldan gelirken Hasan abiyi gördüm. Hani şu Eyüp abinin oğlu. Yanında Isparta’lı Mustafa abi de vardı. Bana sınıf arkadaşım Selçuk’tan uzak durmamı söylediler. Onların dediğine göre Selçuk, çok kötü biriymiş.
- Allah Allah, ne yapıyormuş peki ?
- Kötü sözler söylüyormuş, sigara içiyormuş
- Peki sen duydun mu böyle kötü sözler söylediğini, ya da sigara içtiğini gördün mü?
- Hayır baba, sadece derslerde yaramazlık yapıyor..
- Ne yapıyor mesela?
- Öğretmen ders anlatırken o başka şeylerle meşgul oluyor. Hatta bugün matematik dersinde kağıttan uçak yapmış onu attı bir arkadaşın üzerine. Bir ara da telefonla oynarken yanlışlıkla telefonun müziği çaldı. Öğretmen ona çok kızdı.
- Senin bu arkadaşın epey de yaramazmış anlaşılan..
- Ne yani baba? Şimdi ben onunla arkadaşlık yapmayayım mı? Sen de mi onlar gibi diyorsun?
- Hayır oğlum. Arkadaşın yaramaz diye onu terk etmeni isteyemem. Hem bu da yanlış olur.
- Yanlış mıııı?
- Evet oğlum. Sana arkadaş yaramaz diye onu terk et diyemem. Çünkü o zaman o arkadaşını dışlamış oluruz. Herkes onu dışlarsa ne olur? Tabi ki arkadaşın daha kötü durumlara düşer. Önemli olan dışlamak değil kazanmaktır.
- Yani şimdi ben Selçuk’la oynayabilir miyim baba ?
- Tabi ki oynayabilirsin oğlum. Ama benden sana bir tavsiye ona bir şart koş. De ki eğer benimle arkadaşlık yapmak istiyorsan hafta sonları camiye gel, beraber okuyalım de!
- Tamam, ona bunu mutlaka söyleyeceğim baba.
Baba oğul böyle konuşurlarken evin zili çalar. Evin büyük oğlu Ekrem kapı diyafonundan seslenir:
- Kim oooo?
- Ben Selçuk, Ahmet evde mi ?
- Evet evde
- Yere gelebilir mi ?
- Tamam ben söylerim Selçuk. Bekle sen, az sonra gelir…
- Tamam abi.
Hamza odaya gelir ve
- Ahmet, Selçuk geldi, seni çağırıyor.
- Tamam, gidiyorum, der ve Ahmet, odadan çıkıp yere iner…
*************************************************
Akşam üstü caminin ön bahçesinde yaşlı bir adam ve Ahmet vardır. Az sonra Selçuk görünür.
- Hallo beyler
- Aleykümselam
- Bu ne Ahmet, Hallo dedik. Sen de Hallo desene !
- Selçuk, o da iyi de aslında bizim selamımız böyle.
- Nasıl yahu?
- Sen geldin ya karşıdan. Selamün aleyküm diyeceksin.
- Eee ?
- Biz de sana aleyküm selam diyeceğiz.
- İyi, bakarız bakalım. Bak, ben yeni bir müzik buldum. Süperrrrr
- Aç bakalım nasılmış ?
Selçuk müziği açar. Telefonda apaçi müziği çalmaya başlar. Namaz için camiye gelen yaşlı bir adam çocukların yanına gelir. Onun geldiğini görünce Ahmet Selçuk’a müziği kapatmasını söyler. Yaşlı adamı çocukların ikisi de tanımaktadır. Seksen yaşlarında olan bu adam Manisa’lı Abdullah efendiden başkası değildir. Abdullah efendi Ahmet’e döner ve başlar kendine göre nasihate:
- Bana bak hocanın oğlu, bu çocuğun burada ne işi var ? Daha selam vermesi bile bilmiyor bu !
- O benim okul arkadaşım Abdullah amca.
- Selamı bilmeyenden arkadaş mı olur ? Hem ben bunu camide hiç görmüyorum. Ne biçim Müslüman bu ?
- Öyle deme Abdullah amca. Selçuk iyidir.
- Al git şunu şuradan. Selam bilmez, camiye gelmez nesi iyi bunun.
Ahmet, yaşlı adamın bu sözlerine sinirlenir ve;
- Gel Selçuk gidelim, der. Sonra da cami avlusundan çıkarlar. Giderken de söyler Selçuk’a?
- Yaşlılık işte. Sen boş ver sen onu.
- Allah Allah ben bu amcaya hiçbir kötülük de yapmadım.
- Dedim ya sen takma kafana. Yalnız, seninle bir anlaşma yapmak istiyorum Selçuk.
- Ne anlaşması şimdi bu ?
- Cumartesi günü var mısın camiye gelmeye ? Seninle artık camide buluşalım. Anlaşma bu !
- Nasıl yani ?
- Cumartesi günü Camiye okumaya geleceksin. Yani bizim Kuran Kursuna.
- Ne var orada? Ne oluyor yani ?
- Bilmiyor musun sen ?
- Hayır Ahmet, ben bu camiyi bile senin sayende gördüm. Ben buralara hiç gelmezdim..
- Nasıl ya ? Sen annenle, babanla hiç camiye gelmedin mi ?
- Hayır gelmedim. Hem niye geleyim ki.
- Babanla Cuma namazına, annenle teravih namazına hiç gelmedin mi sen ?
- Ne Cuma’sı, ne teravihi Ahmet? Benim annem babam namaz kılmıyorlar ki…
- Kılmıyorlar mı?
- Evet kılmıyorlar. Onlar diyor ki önemli olan kalbin temiz olacakmış.
- Anladım, sen cumartesi günü gel. Bak arkadaşlığımız devam etsin istiyorsan seni Kuran Kursuna bekliyorum….
- Tamam kanki, söz geleceğim.
************************************************
Bu konuşmalardan sonraki ilk cumartesi günü Caminin Kur’an Kursu kısmında herkes derstedir. Mehmet Hoca karşılıklı soru cevap şeklinde ders işlemektedir. Çocuklara soru sorar. Bilenler parmak kaldırıp cevap verir…
- “Çocuklar, Allah bizi her yerde görmektedir. Hatta bununla ilgili bir hikaye vardır. Bu gerçek hikaye şöyle;
Halife Hazreti Ömer, bir gece Mekke sokaklarında gezerken bir evden gelen sesleri duydu.
Bir anne kızına süte su katmasını söylüyordu. Kız ise annesine :
- Anne bilmiyor musun Halife Ömer süte su katmasını yasaklamıştı, dedi. Annesi kızına ;
- Sen getir suyu kızım, bu saatte Ömer bizi nereden görecek deyince o inançlı kız:
- Anne bu saatte Ömer bizi görmez ama Allah ta mı görmez deyince kadın pişman olarak bu ısrarında vazgeçmişti.
İşte çocuklar, Allah her yerdedir ve yaptığımız her şeyi görmektedir.”
Ders bu şekilde sürerken kapı tıklar. Kapıdan içeri gireni görünce bütün çocuklar şaşkın bir vaziyette birbirine bakar.
- Aaa, bu Selçuk değil mi?
- Evet ta kendisi, Allah Allah niye geldi acaba?
- Gel bakalım evladım, geç şuraya otur, der Ahmet’in babası Mehmet hoca..
Selçuk, boş olan bir yere oturur. Selçuk, Mehmet hocayı bir keresinde Ahmet’le beraber görmüş ve Ahmet onları tanıştırmıştı.
- Hoş geldin Selçuk.
- Hoş bulduk hocam.
- Maşallah demek artık camiye geleceksin, öyle mi?
- Evet hocam, artık ben de camiye gelmek istiyorum..
- Aferin evladım, tabi ki gel..Bak arkadaşların her gün geliyor. Onlarla güzel dersler işliyoruz, sohbet ediyoruz hatta oyun bile oynuyoruz…
- Selçuk, benim yanıma oturabilir mi baba?
- Tabi oturabilir Ahmet, haydi beraber oturun bakalım..
Selçuk Ahmet’in yanına geçer. Mehmet hoca ders anlatmaya devam eder….
- Evet çocuklar bir hocanın sınıfta bir çocuğu neden çok sevdiğini anlatan bir hikayemiz vardı. Var mı anlatacak olan ?
Öğrencilerden Mesut parmak kaldırdı ve:
- Ben anlatabilirim hocam, dedi.
- Anlat bakalım Mesut!
- Hocam, bir talebesini çok seven bir hoca varmış. Arkadaşları o talebeyi kıskanmışlar ve hocalarına “bu bir haksızlık, neden bu arkadaşımızı daha çok seviyorsunu hocam?” demişler. Hocaları da bu anlatabilmek için çocuklara bir çubuk almalarını ve bu çubukları hiç kimsenin görmediği yerde kırıp getirmelerini söylemiş. Bütün çocuklar gidip çubukları kırıp getirmiş ama o kıskandıkları çocuk bir müddet gelmemiş. Çocuklar arkadaşlarının çubuğu kıramadığını düşünüp sevinmişler. Bir müddet sonra gelen arkadaşları gerçekten de çubuğu kırmadan geri getirmiş. Hocasının “çubuğu neden kırmadın?” sorusuna da; “Hocam siz bize çubuğu hiç kimsenin görmeyeceği bir yerde kır demiştiniz. Ama ben hiç kimsenin bizi görmediği bir yer bulamadım. Nereye gittiysem beni gören biri vardı. Allah beni her yerde görüyordu. Bu nedenle çubuğu kıramadım, deyince hoca çocuklara dönmüş ve demiş ki:
İşte şimdi anladınız mı ben bu arkadaşınızı neden daha çok sevmişim. İşte bunun için. Evet çocuklar, Allah bizi her yerde görmektedir. Sakın yalnız ve tek başımıza kaldığımızda bir suç işlemeyelim.”
- Vay be, ne güzel bir hikaye, dedi Selçuk Ahmet’in kulağına eğilerek..
- “Daha bu ne ki” dedi Ahmet. “Biz daha pek çok güzel şeyler öğreniyoruz burada.”
Ders bitiminde yine birlikte gittiler evlerine. Ama gitmeden önce öğle namazını kılmayı ihmal etmediler.
**************************************************
Hafta sonları camide dersler bütün hızıyla devam ediyordu. Selçuk artık hafta sonlarını iple çekiyor, cami derslerine büyük önem veriyordu. Mehmet hoca ise öğrencilerin gönüllerine hitap ettiği kadar midelerine hitap etmeye çalışıyor, onlara her ders gününde dondurma, pasta, kek gibi şeyler ısmarlıyordu.
Mehmet hoca şiiri de seven biriydi. Bir gün öğrencilerine kendi yazdığı “ Avrupalı Çocuk” isimli şiirini okudu.
Selamun Aleyküm yerine Hello diyen çocuk
Ne kadar saf, ve ne kadar temizsin anlatamam
Küpe taksan da kulağına, çüs desen de bana
Ben yine de severim seni, dışlayıp atamam
Seni kendi haline bırakıp, yan gelip yatamam.
Bugün uzak geçse de kültürümüzden günlerin
Olmasa da tarihinden ecdadından haberin
Ana dilini tam konuşamasa da o dillerin
Ben yine de severim seni, dışlayıp atamam
Seni kendi haline bırakıp, yangelip yatamam.
Avrupada doğup büyüdün çocuk, haklısın sen
Böyle olmazdın elbet, Anadoluyu gezsen
Ne kadar severdin öz kültürünü ah bir bilsen
Her halinle bizimsin sen, asla dışlayıp atamam
Seni kendi haline bırakıp, yangelip yatamam.
Şiirin sonunda bütün öğrenciler Mehmet hocayı ayakta alkışladı. Selçuk parmak kaldırdı.
Mehmet hoca Selçuk’un parmak kaldırmasını gördü ve konuşmasına misaade etti.
- Hocam, çok güzel okudunuz. Teşekkür ederim..
- Sevdin demek şiiri Selçuk ?
- Evet hocam, çok beğendim.
- Teşekkür ederim Selçuk evladım. O senin güzelliğindendir.
- Hocam, selamün aleyküm ne demek ?
- Selçuk, selamün aleyküm biz müslümanların birbirimize verdiğimiz selam sözüdür. Bu öyle güzel bir sözdür ki kim verir ve kim alırsa içinde büyük bir huzur ve mutluluk belirir. Selamlaşmak biz müslümanlar için çok önemlidir. Bu konuda Peygamber efendimizin çok güzel sözleri vardır. Bak onlardan biri şöyledir.
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!’
Evet çocuklar işte bunun için selam vermek çok önemlidir. Bizim selamımız da Selamün Aleyküm, Aleyküm selam şeklindedir. Anladın mı Selçuk evladım ?
- Çok iyi anladım hocam çok teşekkür ederim.
Selçuk yerine oturdu ve
- Bana Selam vermeyi öğreteceksin..
- Tamam, seve seve öğretirim sen merak etme !
- Mehmet hoca ne kadar iyi biri. Ne güzel şiir yazmış ve ne güzel anlatıyor..
- Evet öyledir hocamız, beğendiğine sevindim.
Sonra Mehmet hoca anne babaya saygı konusunu işlemeye başladı.
- Çocuklar, sizden ricam yüce Allah’ın şu üç ayet-i kerimesini iyice öğrenmenizdir.
1. “Rabbin, yalnız kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «öf» bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevâzû kanatlarını ger ve; «Rabbim! Onlar beni küçükken (merhametle) yetiştirdikleri gibi Sen de onlara merhamet eyle!» de!” (el-İsrâ, 23-24)
2. “Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın…” (en-Nisâ, 36)
3. “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik! Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için:) «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.” (Lokmân, 14)
Öğrencilerden Umut parmak kaldırarak söz istedi:
- Evet Umut, söyle bakalım, bir şey mi diyeceksin?
- Hocam bunları deftere yazabilir miyiz?
- Tabi ki yazabilirsiniz. Hem çok iyi olur Umut. Durun önce ben tahtaya yazayım. Siz de ona göre yazarsınız. Bundan sonra da size Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerini okuyacağım. Hatta onları da yazabilirsiniz.
Daha sonra Mehmet hoca bu ayet-i kerimeleri tahtaya yazdı. Bütün öğrenciler de yazdıktan sonra onlara seslenerek şöyle dedi:
Çocuklar şimdi de sizlere Peygamber Efendimizin anne baba sevgisi hakkında söylemiş olduğu hadis-i şeriflerden sadece üç tanesini söyleyeceğim. Bunları da tahtaya yazacağım. Ama önce güzel bir şekilde dinlemenizi istiyorum.
1. “Allah Teâlâ’nın rızâsı, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek sûretiyle celbedilir.”
2. “Hiçbir evlât, babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını (ancak o zaman) ödemiş olur.”
3. “Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun!”
Mehmet hoca anne baba sevgisi hakkında ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri okuyup açıkladıktan sonra derse ara verdi. On beş dakika sonra derse yeniden başladıklarında çocuklara:
- Çocuklar size bu konuda çok beğendiğim bir de hikaye anlatma mı ister misiniz? Diye sordu.
Hocanın bu sorusuna bütün sınıf “isteriiiz” diye bağırdı. Sesi en çok çıkanlardan biri de Selçuk’tu. Hani o herkesin dışladığı, yaramaz dediği ve cami bahçesine bile girmesi kendisine çok görülen Selçuk…
Çocukların bu isteklerine çok sevinen Mehmet hoca başladı şu ibret dolu hikayeyi anlatmaya:
“ Zamanın birinde evli bir çift yaşarmış. Bir de çocukları olan bu çiftin yaşlı bir babaları varmış. Ancak bu genç çift yaşlı babalarının her şeyini beğenmez olmuşlar. Onu adeta evde bir sığıntı olarak görmeye başlamışlar. Hatta bu ihtiyar adamcağızla bırakın aynı sofrada yemek yemeyi, onun yemek tabağını bile ayırmışlar. Ömrünü evladına adamış bu ihtiyar adamcağız son günlerinde ayrı bir köşede, gelinin ona layık gördüğü tahtadan bir tabak içinde yemeklerini yemeye başlamış. Ancak bu durumdan küçük çocuk çok etkilenmiş. Günlerden bir gün anne bakmış ki oğlu elinde bıçak, bir tahta parçasını yontup duruyor. Merak etmiş ve oğluna sormuş : - Yavrum elindeki bıçakla ne yapıyorsun, bu tahtayı ne yapacaksın ?
- Tabak yontuyorum anne, deyince Annesi çok merak etmiş ve :
- Oğlum ne yapacaksın tahtadan tabağı, ne işine yarayacak ? diye sorunca Çocuk annesine tokat gibi bir cevap vermiş ve demiş ki :
- Anne, Sen dedeme yaşlı, ihtiyar diye tahta tabakta yemek veriyorsun ya, işte ben de senin ve babamın tabağını hazırlıyorum. Siz de dedem gibi olunca ben de size ayrı bir köşede ve tahta bir tabakta yemek vereceğim...
Oğlundan bu şamar gibi sözleri işiten genç kadın, bir anlık şaşkınlıktan sonra yaptıklarına pişman nadim olmuş ve karı koca o günden sonra yaşlı adamcağıza insanca davranmaya başlamışlar...”
Evet çocuklar sevgili Peygamberimiz de ne buyurmuştur : Cennet Annelerin Ayakları altındadır ‘’ siz siz olun çocuklar sakın anne babanızı üzmeyin…
Mehmet hocanın bu anlatımıyla bu hafta da cami dersleri sona erer. Selçuk’un gün geçtikçe değişen hareketleri özellikle anne babasının dikkatini çeker ve evlerine şöyle bir sahne yaşanır:
- Farkında mısın bilmem bey, son günlerde Selçukte büyük değişiklikler oldu ?
- Ne değişikliği oldu hayrola ? Saçlarını mı kestirdi ?
- Saç maç değil bu, bir başka bir şey ?
- Nasıl yani?
- Tabi sen çocuğun yüzünü görmüyorsun ki, nereden bileceksin değişimi?
- Selçuk artık bana karşı çok saygılı davranıyor. Bir dediğimi iki etmiyor..
- Ne oldu acaba, hasta mı yoksa ?
- Yok bey o hasta falan değil ? Hasta olan sensin. Kahvehane hastası, oyun hastası, Çocuğuyla ilgilenmeme hastası vs. daha sayayım mı?
- Tamam yine kavga etmeyelim. Peki neden böyle oldu birden bire? Çocuğa büyü falan mı yaptılar yoksa?
- Hayır canım büyü falan yapmadılar. Çocuk bir aydan beri camiye gidiyor camiye!
- Camiye mi ? Daha yaşı kaç onun? Daha ben bile gitmiyorum oraya..
- İşte böyle diye diye kendi hayatını da bizim hayatımızı da zindan ettin. Camiye asıl çocukken, gençken gidilir. Ama biz hep kendimizi kandırdık bu zamana kadar?
- Maşallah bakıyorum sende de bir değişiklikler olmuş?
- Evet ben de anlamaya başladım bazı şeyleri. Geçen gün camiden geldi. Baktım namaz kılıyor. Bana dedi ki: Anne biz nasıl Müslümanız? Halbuki Müslümanlar namaz kılarmış. Ben sizi hiç namaz kılarken görmedim, siz nesiniz anne? deyince beynimden vurulmuşa döndüm. O günden sonra hocanın Selçuk’a verdiği “Dinimi Öğreniyorum” diye bir kitap var. İşte onu okuyup bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.
Onlar böyle konuşurken zil çalar ve kapıdan içeri Selçuk girer. Gelir gelmez annesinin elini öper. Babasına sarılır.
- Ne o Selçuk bey, camiye gidiyormuşsun.
- Evet baba, çok mutluyum. Orası çok güzel. Hocamız ne güzel şeyler anlatıyor. Bundan sonra sizi hiç üzmeyeceğim. Çünkü anne babayı üzmek çok günahmış.
- Ee başka ne yapıyorsunuz orada?
- Dersten sonra camiye girip hep beraber namaz kılıyoruz. Bir görmelisiniz. Camimiz çocuklarla dolup taşıyor.
- Namaz kılmasını öğrendin mi bugün ?
- Evet anne, bugün sabah namazının kılınışını öğrendik. O kadar kolaymış ki, bu zamana kadar boşuna terk etmişim namazımı…
- Ne yani bundan sonra hep kılcan mı?
- Tabi kılacam baba. Namaz kılarken insan çok mutlu oluyor çok. Hem sen neden kılmıyorsun baba? Camide görüyorum. Arkadaşlarımın babaları hep camiye geliyor. Çocukları babalarının yanına oturuyor. Ben ise yalnız kılıyorum..
- Geliriz oğlum merak etme, madem çok istiyorsun ben de gelirim…
- Sahi gelir misin baba?
- Gelirim tabi oğlum. Hele sen biraz devam et. İnşaallah ben de gelirim.
Selçuk camiye gitmeye başladıktan sonra okulda da değişik bir öğrenci olmuş, eski Selçuk gitmiş adeta yerine yenisi gelmişti. Bunu iki ay önce kendisinden şikayetçi olan Alman öğretmen Frau Schetler, Türk öğretmen Mustafa Cantürk’e koridorda karşılaştıkları bir gün şöyle anlatıyordu:
- Özür dilerim Herr Cantürk. Vaktinizi alıyorum
- Rica ederim Frau Schetler
- Herr Ertük, hani geçenlerde size bir Türk öğrenciden bahsetmiştim.
- Evet, hatırladım, Selçuk Şimşek isimli öğrenciydi. Ben onun babasıyla görüşmüştüm. Yoksa yine yaramazlık mı yapıyor?
- Hayır Herr Ertük, Selçuk yaramazlık yapmıyor. Sanki yüz seksen derece bir dönüş yaptı. Son birkaç haftadır bana ve arkadaşlarına karşı çok saygılı davranıyor. Acaba kısa zamanda bu kadar değişiminin sebebi nedir diye merak ettim. Bu konuda bir bilginiz var mı acaba?
- Frau Schetler isterseniz Selçuk’u çağıralım, kendisi anlatsın.
- Çok memnun olurum. Öğretmenler odasında konuşalım kendisiyle.
Oradan geçmekte olan bir çocuktan Selçuk”a haber yollanır ve öğretmenler odasına gelmesi istenir.
Selçuk öğretmenler odasına girişinde önce bir selam verir.
- Hallo Herr Cantürk, Hallo Frau Schetler
Cantürk : Merhaba Selçuk
Frau Schetler: Hallo Selçuk…
- Beni istemişsiniz, konu neydi hocam ?
- Selçuk, Frau Schetler bir şeyler merak etmiş. Onu soracak sana.
- Buyurun frau Schetler, konu nedir?
- Selçuk, sana bir soru sormak istiyorum. Son zamanlarda çok değiştin. Önceden derslerde çok yaramazlık yapar, dersleri dinlemezdin. Bana karşı,arkadaşlarına karşı da iyi davranmazdın. Ama son zamanlarda seni çok değişik görüyorum. Dersleri dinliyorsun, öğretmenlerine ve arkadaşlarına karşı çok güzel davranıyorsun. Senin bu hareketlerinden çok memnunuz. Bu nasıl oldu, söyler misin Selçuk?
Mustafa hoca da söze girdi:
- Valla ben de merak ettim Selçuk. Ne oldu anlatır mısın?
- İkinize de teşekkür ederim öğretmenim, ben artık bizim mahalledeki camiye gidiyorum. Her cumartesi Pazar camide dini eğitim alıyorum. Orada bana herkese iyi davranmamı öğretiyorlar. Özellikle de Anne babaya, öğretmenlere ve büyüklere saygılı olmamızı anlatıyorlar.
Alman öğretmen Frau Schetler buna çok sevindi ve:
- Wunderbaaar.. Orayı hiç bırakma Selçuk, devam et, dedi.
Bu defa Mustafa hoca sordu:
- Aferin sana Selçuk, hangi camiye gidiyorsun peki?
- Türkiye’ye bağlı olan camiye gidiyorum öğretmenim. Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olan Abdülhamid Han Camii’ne.
- Oraya nasıl gittin peki? Kim getirdi seni?
- Camimize yeni imam geldi ya öğretmenim. İşte onun oğlu var. Adı Ahmet. Bizim sınıfta. İşte onun sayesinde gittim oraya.
- Ooo çok güzel Ahmet de mi gidiyor camiye? O da çok saygılı bir çocuk.
Frau Schetler Ahmet ismini duyunca:
- Haliiit, Türkiye’den yeni gelen öğrenci mi?
- Evet Frau Schetler, o öğrenci. Ahmet..
- Ahmet çok güzel bir çocuk. O da mı geliyor gittiğin yere?
- Evet, o da geliyor. Zaten o bize ders veren hocamızın oğlu..
- Ah soo, sehr seh gut. Herr Errtük lütfen bütün Türk öğrencilerinize söyleyin hepsi camiye gitsinler.
- Teşekkür ederim Frau Schetler, bu konuya bundan sonra daha çok önem vereceğim.
- Aferin Selçuk, şimdi derse gidebilirsin
- Teşekkür ederim Cantürk hocam…
- Danke schön Frau Schetler..
Selçuk, öğretmenler odasından çıktıktan sonra sınıfına gitti. O sınıfa girer girmez de teneffüs zili çaldı..
Birkaç gün sonra Abdülhamid Han Camiinde öğle ezanı okunuyor, ezan duasını ise Selçuk yapıyordu.
Selçuk duaya başlayınca caminin müdavimleri hayretler içinde Selçuk’a bakıyordu. Abdullah efendi kafasını iki tarafa sallıyor ve içinden “Allah Allah, Allah Allah” diyordu. Bir taraftan da bir zamanlar yaramaz diye buralara gelmesini istemediği için üzülüyor ve vicdan azabı çekiyordu.
Ezan duasının ardından tam namaza durulacak sırada Selçuk’un yanında birisi belirdi. Bu, Selçuk’un babası Serkan beyden başkası değildi. Bir anda oğluyla göz göze geldiler ve birbirine gülümsediler.
Namazdan sonra bir zamanlar Selçuk’u azarlayan ihtiyar adam Abdullah efendi Selçuk’un yanına geldi ve omuzunu sıvazlayarak “aferin sana oğlum. Bizi yanılttın. Maşallah ne güzel okuyorsun. Geçenlerde seni azarladığım için çok pişman oldum. Senden özür diliyorum. Beni affediver olmaz mı?” dedi. Selçuk da “Abdullah amca çok sağ ol. Özür dilemene gerek yok. İnşaallah bundan sonra beraberiz” dedi.
Selçuk’un babası Serkan bey de bir taraftan Mehmet hocanın yanına gidiyor ve: “ Hocam, size ve oğlunuza çok teşekkür ediyorum. Sizin sayenizde sadece oğlumun değil bütün ailemizin yaşantısı değişti. Sayenizde yuvamıza huzur doldu hocam. Allah sizden razı olsun” diyordu.
Mehmet hoca da ona şöyle cevap veriyordu. “ Bizim dinimiz huzur ve mutluluk güneşidir. Siz yeter ki bu güneşe pencerenizi kapatmayın. Pencereniz İslam güneşine ne kadar açık olursa o kadar mutlu ve huzurlu olursunuz. Allah Selçuk gibi bir evlat yetiştirdiğiniz için sizden de razı olsun. O, inşallah bu güzel yollarda çok daha güzel yerlere gelecektir”
Program şöyle bir soruyla sona erdi:
Camilerle sizin aranız nasıl ?
Peki ya çocuklarınızın ?...”
YORUMLAR
Allah razı olsun çok güzel yararlı bir yazıydı okuduğum..
Çocukların takp edip her halini örnek aldığı aileleri..Kendleri islamı güzel bir şekilde yaşamazsa o çocuklar arkadaş dışardakilerin etkisiyle bucalar farklı haller sergilerler..
İyi şekilde yetiştirilen çocuklar da iyi bir nesil yetiştirirler..
Her zaman suç çocuklarda değildir onlar kar gibi tertemiz doğuyorlar onları temiz edende kirleten de aile ya da çevre...
Her aile geçim için çalıştığı kadar kendi ve çocuklarının dünya ahret hayatlarını güzelleştirme için..Hak yolda olmalı helal lokmaya da dikkat etmeliler...
Malesef yurt dışında çocuklar çok bucalamaktalar...
Aileler örf ve adetlerini islamı yaşamazsalar dillerini unuturlarsa öğretemezlerse olan nesil mutluluk huzuru evde değil dışarda ararlar..
Özünden farklı kültür başı boş uyuşturucu kendisine bile saygısı olmayan çocuklarla uğraşırlar..
Mutlaka hem ailenin hemde yeni neslin çok okuması öğrenmesi gerekli..
Selam ve dua ile..