- 543 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
NEDEN Mİ YAZIYORUM?-13
İnsanoğlu kendisine benzetmediği, benzetemediği hiçbir şeyle doğrudan ilişki kurmaz ve sevmez. Bütün dinler ve bizim dinimiz İslam’da buna dahildir. Her şey kaynağı itibariyle öncelikle geniş bir hürriyetle doğar, böyle bir vasfı olmasa zaten insanlara asla kabul ettirilemez zorla da olsa. Fakat ikinci, üçüncü, dördüncü ve devamı olan temsilcilerinin eline geçtiğinde ilk darbeyi yiyen şey yarattığı hürriyet alanıdır. Arkadan gelenler birinci derece temsilciler kadar olayı yüzdeyüz ve tam olarak anlama ve uygulama imkanına doğal olarak sahip olamayacaklarından, kuşatıp kontrol edebilmeleri, sahiplenebilmeleri için mutlaka sınırlarda bir daraltmaya giderler ki biz buna kendisine benzetme diyoruz. Bununla da kalmaz, yanlış anlamalar olur, bununla da kalmaz, bir takım değişimler olur, bununla da kalmaz bir takım ihanetler de olabilir. Bu durumu, değişim ve dönüşümü her düşünce ve her din kaynağından çıktıktan sonra mutlaka yaşar. İslam dini ve düşüncesi de bunu yaşamış, geldiğimiz son kertede her birimiz bir mezheple başbaşa kalmışızdır. O da yetmemiştir, kültürel olarak da kısmen uzağa düştüğümüzden, mahalle imamımızla gözgöze kalmışızdır. Mezhebimiz ve mahalle imamımız neyi, ne kadar, nasıl anlamışsa, biz de orada doğal olarak o kadar anlamış ve kalmışızdır. Düşünme, yorumlama, soru sorma hakkımızda yine doğal olarak elimizden alınmıştır, çünkü bizim elimize verilen çok bir şey yoktur.
Bugün Kabe’ye baktığınızda, etrafının nasıl heyulalarla çevrilip, kuşatılıp Kabe nasıl bir kuyuya dönüştürülmüşse, İslam düşüncesi de geldiği son nokta itibariyle bir kuyuya dönüştürülmüştür. Hem Kabe, hem de dini anlayışımız ve düşüncemiz çok uzun süreçler sonucu birer kuyuya dönüştüğüne göre, buradan çıkmak ta çok kısa ve kolay olmayacaktır. Önce kabullenilmesi gereken şeyin bir kuyuda olduğumuz gerçeğidir. Bu gerçeği kabul etmeden bir hamle ve tırmanmanın olmayacağı da gerçektir.
Madem öyleyse, peki gördüğümüz bu manzara nedir? İran Devrimi, onca örgüt, tarikat, cemaat, İslam Birliği Örgütleri filan; bunların gerçek adını koyarsak; önce düşünceden kopuşun, son asırlarda tattığımız ağır yenilginin ürettiği travma sonucu oluşan, daha çok duygusal ve tepkisel yapılanmalardır. Bir arayış olduklarından şüphe yok, ancak, neyi, nerede, kiminle aradıkları ve arandıkları tartışmalı ve problemlidir. Kendileri de zaten hem tartışıyor, hem de çatışarak bunu yaşıyorlar. Durum bir bilgisizlik meselesinden çok düşüncesizlik meselesidir. Bilgi evet ama daha çok düşünce virtiyözlerine ihtiyaç olduğu kesin. İslam Dünyası asırlardır kamil anlamda düşünce insanı yetiştirememiştir. Ne insanlığa, ne de kendisine bu anlamda bir katkısı yoktur. Ancak Müslümanlar halen dünyanın bir deli gerçeği olarak milyarlarca ifade edebildiğimiz sayıları ile vardırlar. Yeni bir düşünce hamlesi geliştiremezlerse, hem insanlık için hem de kendimiz ve kendileri için zamanın daha da zorlaşacağı bir gerçektir.
Gelinen noktada, düşünce de yetmeyecektir; çünkü karşılarında devasa bir emperyalist koloniler silsilesi var ve aç kurtlar gibi başlarında beklemektedir. İcat ve keşif, teknoloji, sermaye ve modernleşmenin de aynı hızla dilini çözmeleri gerekmektedir.
İyi bakıldığında; Kabe nasıl bir kuyuya döndürüldüyse, düşüncemiz nasıl bir kuyuya dönüştürüldüyse, dini anlama ve anlamlandırma biçimimiz nasıl bir kuyuya döndürüldüyse, teknolojik ve coğrafi olarak da kuşatılarak bir kuyuya çekildiğimiz ve itildiğimiz gerçektir. Hepsi biribiriyle örtüşen şeylerdir, ama, bu kuyular silsilesinden kurtulmanın ilk kıvılcımını ateşleyecek olan yine düşünce olacaktır...
Hayrettin YAZICI
Devam edecek
YORUMLAR
Tebrik ediyorum, İslam dünyasının çıkmazını çok güzel ifade etmişsiniz