- 935 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Biz Hangisini İstiyoruz?
Ebû Süfyân’ın Mekke’ye çıkardığı kervanı bütün Mekkeliler hazırlamıştı. Hatta kadınlar bile
katılmıştı. Kervanın reisi Ebû Süfyân, yardımcısı da Amr b. Âs idi. 30-40 kadar da kervan muhafızı
vardı.
Hz. Peygamber; Talha, Ubeyde ve Saîd b. Zeyd’i kervanın harekatını gözetmeye yollamıştı. Havrâ’ya
vardılar ve kervanın Sûriye’den döndüğünü öğrendiler. Medine’ye haber uçurdular. Fakat onlardan
haber gelmeden önce Hz. Peygamber, ashabı toplayıp onlarla istişare etti. Bu kervandaki malları
Kureyş, yarın müslümanlara karşı kullanacaktı. Onun için tedbir almak lazımdı. Ashab ve Ensar
tereddüt içindeydiler. Ne yapmak lazımdı, kimse bilmiyordu.
Ebû Süfyân’a gelince: Müslümanlar kervanın hareketine mani olacakları haberini almıştı. Kervanda
ancak 30-40 muhafız vardı. Bu hal karşısında korktu. Damdam b. Amr-ı Gıfâri’yi ücretle tutarak
feryatçı sıfatiyle Mekke’ye gönderdi. Kureyş’e; kervanın tehlikede olduğunu, imdada koşmalarını
söyleyecekti. Muhammed (sas) yolu kesti, mallarınız elden gidiyor, yetişin diyeceki.
Ebu Cehil bunu duyunca derhâl Kâbe’nin yanında halkı imdada koşmaya teşvike başladı. Halkın kanını
kabartacak sözler söylüyordu. Bu yüzden de Kureyş’ten hemen herkes gidiyordu. Kendi gidemeyen
kimseler ise yerine adam gönderiyordu.
Hz. Peygamber Ramazanın sekizinde Medine’den çıktı. Muhacirlerin beyaz sancağı Mus’ab b.
Umeyr’de idi. Evs ve Hazreçlilerin de birer bayrağı vardı. Toplam 305 kişiydiler.
Safra yakınındaki Zefirân denilen yere geldiklerinde Kureyş’in Mekke’den butik bir ordu ile gelmekte
olduğunu öğrendiler. O zamana kadar Kureyş’in bu harekerinden haberleri yoktu. Onlar kervanın
hareketine mani olmak için yola çıkmışlardı, savaş maksadıyla yola çıkmış değillerdi. Bu haber üzerine
meselenin rengi değişti. Koca Mekke ordusuna karşı nasıl duracaklardı? Medine’ye dönmek de
olmazdı. Çünkü boyle bir karşılaşmadan kaçarak dönünce gerek Kureyş ve gerekse Medine’deki
yahudiler Müslümanlar hakkında neler demezler ve neler yapmazlardı ki...
Hz. Peygamber bu yeni durum karşısında ashabıyla istişare yaptı. Hz. Ebûbekir ve Ömer fikirlerini
söyleyerek Hz. Peygamberi teyit ettiler. Sonra Mikdâd kalkarak:
-- Ya Resulellah, dedi. Allah’ın emrettiği yolda devam et, biz sana tâbîyiz, itâat ederiz. Biz,
Israiloğullarının Musa’ya dendiği gibi sana "Sen git de Rabbinle birlikte savaş, biz burada duracağız,
demeyiz. Biz senin sağında, solunda, önünde, arkanda savaşırız."
Ensar, akabe bîatinde Peygamber kendi memleketlerine gelirse O’nu canları gibi koyacaklarına söz
vermişlerse de Medine dışında savaş ederiz diye bir sözleri yoktu. Bundan dolayı onların fikirlerine müracaat etmek, bu hususta onların fikirlerini sormak lazımdı. Hz. Peygamber "Sizler fikirlerinizi
söyleyiniz" dedi. Ensar’dan Sa’d b. Muâz "Ya Resulellah, bizleri mi kasdediyorsun?" dedi. Hz.
Peygamber "Evet" deyince, şu sözleri söyledi: "Ya Rasulellah! Biz sana inandık. Allah tarafından
getirdiğin şeylerin hak olduğuna itimad ve itikad ettik. Sana tâbi olduk. Artık siz ne dilerseniz
emrediniz. Seni gönderen Allah hakkı için eğer denize girersen seninle beraber biz de gireriz.
Hiçbirimiz geri kalmayız. Biz, düşmana karşı varmaktan çekinmeyiz. Savaş vaktinde geri dönmeyiz.
Sabrederiz ve sadakatten geri ayrılmayız. Allah’tan dilerim ki, bize memnun olacağın işler nasip etsin.
Hemen, Allah’ın bereketin den dileyerek istediğiniz tarafa gidelim."
Hz. Peygamber bu sözlerden çok memnun oldu. Fakat Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Mikdad ve Sa’d b.
Muâz’ın söyledikleri sözler, Efendimizle bereaber Medine’den çıkmış olanların hepsinin söylemek
istediğini ifade etmiyordu. Çünkü bir kısmı savaştan hoşlanmıyordu. Hatta bu konuda karşı bile
çıkıyordu. Çünkü savaşa hazır değillerdi. Hem sadece kervanı koruyan güçsüz bir toplulukla
karşılaşmak üzere çıkmışlardı. Ama Kureyş’in süvari ve yaya olarak bütün güçleri ile birlikte savaşmak
üzere geldiğini öğrenince; yiğitlerinin, erlerinin de orda bulunduğunu anlayınca düşmanla
karşılaşmaktan şiddetle nefret ettiler.
Bütün bu isteksizliklerine rağmen Allah sebepler yarattı, şartları hazırladı ve hak ile batılı karşı karşıya
getirdi.
Örneğin, Allah, kervanı engellemek için çıkan Müslümanların haberini Ebû Süfyân’a ulaştırdı ve
Müslümanların müşriklerle karşılaşması için Ebû Süfyân’a kervanı kurtarmayı ilham buyurdu. Kervan,
yolunu değiştirince müslümanlar da geri dönemeyecekleri için mecburen savaşmak zorunda kaldırlar.
Medine’ye dönemezlerdi çünkü böyle bir karşılaşmadan kaçarak dönünce gerek Kureyş ve gerekse
Medine’deki yahudiler Müslümanlar hakkında neler demezler ve neler yapmazlardı ki...
Peki, Allah bu savaşı neden murad ediyordu?
Bazı kabileler müslüman olmamış, bekliyorlardı. Diyorlardı ki "Bekleyelim, görelim... Muhammed (sas)
gerçekten bir peygamberse Allah O’nu destekleyecektir ve Kureyş’e de galip getirecektir. Bekleyelim,
görelim... Ebrehe’yi gördük. Yetmiş bin civarında bir orduyla geldi. Haklı olmadığı için Allah onu
desteklemedi, onu yok etti. Kureyş’i ona galip getirdi. Muhammed (sas) bir savaşsın bakalım. Eğer
Kureyş galip gelirse O’nun da hak olmadığını, peygamber olmadığını, Allah’ın O’nu desteklemediğini
anlarız. Ama eğer O, Kureyş’e galip gelirse o zaman; Allah’ın onu desteklediğini görürüz, gerçek bir
peygamber olduğu anlaşılır. Rüştünü ispat etsin de ondan sonra O’na iman ederiz."
İşte, kabileler bu olayı bekliyordu. Allah da istiyordu ki, Müslümanlar galip gelsin, tüm dünyada bir
izzet ve şeref kazansınlar. Böylece Müslüman olmak isteyen islama koşsun.
Gerçekten de Allah cc bir savaş yapılmasını irade etmişti. Hak ile batıl arasında bir savaş olsun
istiyordu. Hakkın gerçekleştirilip yerleştirilmesini, bâtılın silinip yok edilmesini irade buyuruyordu.
Kâfirlerin kökünü kazıyıp ölenleri öldürmek, canlı kalanları esir etmek, büyüklerini zelil kılmak,
kudretlerini yıkmak istiyordu.
İslam sancağını yükseltmek, Allah kelimesini üstün kılmak ve Allah nizamına uygun olarak yaşayan
müslüman topluluğunu yer yüzünde hakim kılmak ve Allah’ın yer yüzündeki ulûhiyetini bunların eliyle
yerleştirip, putların putçuluğunu kökten yıkıp atmak istiyordu. Ama bunun kendiliğinden değil de hak
ederek, çalışarak, alın teri dökerek, yorularak olmasını hem savaş meydanlarında hem de pratik
hayatta cihadın zorlukları ile karşılaşarak bunu hak etmelerini istiyordu.
Arabistan’da Mekke ile Medine iki süper güç idi. Fakat Medine tarımla uğraştığı için Arabistan’la
doğrudan ilişkisi yoktu. Mekke ise, ticaretle geçiniyordu ve tüm Arabistan’ın ekonomi merkeziydi.
Herkes putlarını oraya getiriyor, Kâbe’ye koyuyor, putlara ait ziyaretlerini hac mevsiminde
yapıyorlardı. Böylece Mekke’de panayır kurulmuş oluyordu. Bu bakımdan Medine, Mekke ile
yarışacak durumda değildi. Savaşın kazanılması halinde ise asıl gücün Medine’de olduğu anlaşılacak
ve araplar islamiyetle daha çok meşgul olacaklardı. Bu yüzden Allah, Medinelilere silahlı taifeyi murad
buyurmuş ve nasip etmiştir.
Peki, Allah’ın iradesi olmasaydı ve Medineliler de kervanı engellemekte başarılı olsaydı ne olacaktı?
Medinelilerin kervanı engelleyip malları ele geçirmeleri onları büyük bir maddi sıkıntıdan kurtaracaktı.
İki yıldır çektikleri sıkıntı, kervanla giderilecekti. Engelleme, çok daha kolay ve çok daha basit olacaktı.
Fakat bu, geçici bir çıkar olacaktı. Bunun Medinelilere kazandırdığı bir şey olmayacaktı.
Üstelik kervanı engelleyip yağmalamak söz konusu olunca inanan ve inanmayan bütün Medineliler
katılacaktı. Birden büyümüş olacaklardı sonra (hesaplarında olmayan) düşmanla karşı karşıya
gelindiğinde çoğu karşı tarafa geçecekti.
Oysa savaş söz konusu olunca gerçek müminler ortaya çıkacak ve kaç kişi oldukları belirlenecekti.
Ayrıca yağmalama, Arabistan’da Medineliler için iyi bir durum olmayacaktı. Arap kentlerinin
yağmalanması için Mekkelilerin etrafında toplanabilirlerdi. Oysa, savaşı kazandıkları zaman
Medineliler süper gücü yenmiş ve artık süper güç adayı olacaklardı.
Neticede Allah’ın iradesi dahilinde, islam ordusu ile müşrik ordusu karşı karıya geldi. İslam ordusu
sayıca çok az olmasına rağmen müşriklere galip gelmiş, bâtıla İbrahim as’ın baltası ile vurmuş ve
putçuluğun yer yüzünde yeri olmadığını kılıcıyla haber vermiştir.
Peki, bugün bizler hayatımızdaki bedir savaşımızda iki taifeden hangisini arzu ediyoruz?
Evlilik dünyamızdaki bedir savaşımızda, Ebû Süfyân’ın kervanına benzeyen geçici dünyalık metaları mı;
yoksa şevketli bir orduya (nefse, şeytana) galip gelinmesi sonucunda ebedî bir saadeti mi
arzuluyoruz?
Eğitim dünyamızdaki bedir savaşımızda, Ebû Süfyân’ın kervanına benzeyen diplomayı mı; yoksa
şevketli bir orduya (tembelliğe) galip gelinmesi sonucunda ilimli, ilmiyle âmil bir hayatı mı
arzuluyoruz?
Ekonomi dünyamızdaki bedir savaşımızda, Ebû Süfyân’ın kervanına benzeyen haksız kazançları mı;
yoksa şevketli bir orduya (haram kazanç hırsına) galip gelinmesi sonucunda helal kazançlı bir yaşamı
mı arzuluyoruz?
Sosyal hayatımızdaki bedir savaşımızda, Ebû Süfyân’ın kervanına benzeyen erdemsiz, ahlaksız bir
hayatı mı; yoksa şevketli bir orduya (kötü ahlaka) galip gelinmesi sonucunda erdemli, ahlaklı bir
hayatı mı arzuluyoruz?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.