- 813 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
İKİ KURUŞA BİR NEFESLİK HAVA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İKİ KURUŞA BİR NEFESLİK HAVA
Emre doğuştan bedensel engelli olduğu için kısacık yaşamında sırtında ağır acı dolu küfesiyle yaşamaya çalışıyordu.
Küçücük bedeninin içinde koca bir adamın bile taşıyamadığı güçlü bir yürek edinmişti kendine.
Yaşıtları gibi haşarı, yaramaz değil aksine özel durumundan dolayı olgun bir havaya bürünmüş.
Böylelikle bu haliyle güçlü görünecek, kimse ona acımayacaktı.
Her ne kadar büyük adam tavrı takınsa da o hala bir çocuktu ve kendince, kendi kurduğu dünyasında oyunlar oynuyordu.
Tüm dünyası dört duvar, anne ve babasından ibaretti.
Bir de arada dışarıyı izlemesine yardımcı olan odasının penceresi.
Her zamanki gibi annesinin yardımıyla cam kenarına oturtulmuş dışarıyı izliyordu.
Sokakta koşan, oynayan çocuklara dikti buğulu gözlerini ve uzun hayallere daldı…
Oda aralarındaydı artık.
Bir kelebek kadar özgür ve mutluydu.
Oradan oraya koşuyor, odasında geçen kısacık ömrüne nispet yaparcasına gülümsüyordu.
Penceresinin köşesinde kurduğu hayal dünyasındaki büyü bir kaç çocuğun oyun esnasında çıkardıkları sesle bozuluvermişti.
Duvarları izledi bu defada.
Ne yapmıştı, suçu neydi, kendine ait bir dünya yaratmaktan başka? İçindeki çocuğu dışarı çıkartmak mıydı hatası?
Kendini suçladı; durmadan ve dakikalarca duvarlarla konuştu.
Öyle ya tüm arkadaşı bu dört duvar değil miydi?
Onu tek anlayan, onunla dalga geçmeyen, hor görmeyen.
Ağlamak istemedi güçlüydü, öyle görünmeliydi.
Annesi bu halini görüp üzülsün istemedi.
Fakat artık çok bunalmıştı aylardır sokak yüzü görmemişti.
Ve içinde hapis olduğu dünyadan kaçmak istercesine bağırmaya başladı. Annesi telaşla Emre’nin odasına koştu.
“Neyin var yavrum?” dedi kadın.
Emre “Anne bizim hiç paramız yok mu?” dedi.
Annesi bu soruya anlam verememişti.
“Çok fazla paramız yok oğlum” demekle yetindi sadece.
Emre “Peki anneciğim hava çok mu pahalı?” dedi ve elindeki iki kuruşu annesine uzatarak “Bu hava almamıza yeter mi?” dedi.
Kadın Emre’nin aslında ne istediğini çok iyi anlamıştı.
Canından çok sevdiği oğlu normal çocuklar gibi ne çikolata, ne de şeker istiyordu.
Emre’nin günlerdir dışarıya hasret kaldığını, nefes almakta bile zorlandığı odasından çıkıp tertemiz bir havayı ciğerlerine doyasıya depolamak istediğini biliyordu.
Emre’nin kendisini suçladığı gibi, kadın da kendini suçlu hissetmiş ve vicdan azabıyla kahrolmuştu.
İlk defa parasız olmak onun bu denli çaresiz hissetmesine neden olmuştu. Yavrusunun avucundaki iki kuruşa baktı ve fakirliklerine hayıflandı. “Şayet paramız olsaydı oğluma bir tekerlekli sandalye alabilir ve çok istediği havayı ona doyasıya teneffüs ettirebilirdim” diye geçirdi aklından. Oysa oda biliyordu ki; bu hayalden başka bir şey değildi.
Hiç bir zaman tekerlekli sandalye alacak kadar paraları olmayacaktı…
Tüm engelli kardeşlerimizin engelliler haftasını kutlarken, bu hatırlatmanın sadece bir hafta ile sınırlı kalmamasını, her an hatırlamamız gerektiğini bir kez daha altını çizmemiz gerekiyor.
Filiz Bahcıvan
YORUMLAR
Söylenecek ne çok şeyler var; engelli arkadaşlarımız için yol, asansör, devletin bedava sağlayacağı ki sosyal devlette olması gerekendir dışarıda hava alabileceği,sürebileceği, oturabileceği küçük arabalar.
Ve en önemlisi eğitimidir bir çocuğun geleceğini sağlamak.
Biz galiba boğuyoruz bir tutam havayı katledip ağaçları yere devirmenin sevdasını taşıyoruz içimizde.
Hep sormuşumdur kendime devletin asli görevi nedir diye....
"SGK manuel sandalye için 250 TL, akülü sandalye içinse 1900 TL ödeme yapıyor. Bu fiyatlarla Türkiye’de alınacak sandalyeler kelimenin tam anlamıyla çöptür. Hiç kimsenin hiçbir ihtiyacını karşılamayacağı gibi, hem kısa sürede önemli sağlık sorunlarına neden olurlar hem de sürekli arıza yaptıkları için kullanıcısının başına bela olurlar. Gel gelelim devlet için ne kullanıcının ihtiyaçları önemlidir ne de ürünün kalitesi. Varsa yoksa ucuz olsun, gerisi önemli değildir! Oysa Avrupa başta olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde bugün bizim için hayal olan tekerlekli sandalyeler ihtiyaç sahiplerinin kullanımına sunulmaktadır.
Bizde kamu organizasyonu vatandaş sandalye alsın diye değil, almasın diye pozisyon alır: Önce bin bir eziyetle hastaneden sağlık raporu alacaksın, sonra reçete yazdıracaksın, sonra sigorta müdürlüğünden onay alacaksın, sonra cebinden parasını ödeyip sandalyeyi satın alacaksın, en sonra da sayısız evrağı hazırlayıp tekerlekli sandalyenle beraber şahsen sigorta müdürlüğüne giderek tekmil verecek ve evrakları teslim edeceksin. Tüm bunlar kendi başına insanı çıldırtır, ama yetmez! Zira neredeyse her ilde farklı prosedür uygulanıp farklı evraklar talep edildiği için memuru tatmin edecek evrak bütünlüğünü tutturmak bayağı bir güç olacaktır; ve size beleşçi muamelesi yapan saygısız kurum çalışanlarının şahsi kaprisleri de bu süreçte sizi kahırdan öldürecektir "(ALINTI)
Durum bundan ibaret sevgili arkadaşım..
Duyarlı kaleminize birlerce sevgiler..