AYAS ALCU /ÇELİK Z.
Koşarak indi sahile, kalbi öyle hızlı atıyordu ki, kalbinin sesinden başka bir şey duyamaz olmuştu. Yavaşça kumların üzerine çöktü. Göğüs kafesinden kalbi dışarı fırlayacak gibiydi. Gece saat on biri geçerken, ortalık aydınlık görünüyordu. Dolunayın ışığı oldukça parlaktı. Hiç sevmezdi böyle aydınlık geceleri. Neden sonra sakinleşebildi. Elini kolundaki saate uzattı ve hızlıca asıldı. Saatin kordonu kopmuştu. Saate baktı, sakinleşmesi yarım saati bulmuştu. Sıkıca avUcunun içine gömdü saati. Ayağa kalktı. Dizindeki kumları temizledi. Denize baktı, derinlere doğru gitsem nefesim kalmayıncaya kadar, oracıkta ölsem, son bulsa bu acı, bu keder diye düşündü. Denize doğru iyice yaklaştı. "Haini uzakta arama kalbinde ara, sana nasıl ihanet etmişti; belki bilmezsin ama hissedersin, inanmazsın sadece, inanmak istemezsin." diye mırıldandı.
Ayağını denizin ılık sularına soktu. Kumdan yapış yapış olmuş ayaklarını, denizin ılık suları adeta yalayarak temizledi. Uzun sahile baktı. Kimse yoktu. Yumuşacık kumlar adeta denize kur yapıyordu. Deniz nazlı bir kız gibi sahildeki kumlara yumuşak yumuşak çarpıyordu. Kumlar, denizin onları derinliklerine çekmesi için adeta yalvarıyordu, ama deniz çok nazlıydı, hiç incitmek istemiyor gibiydi kumları. Nazlandıkça nazlanıyor, kırılıp dökülüyordu.
Genç kadın sahilden gözlerini yavaşça uzaklaştırarak gökyüzünde parlayan dolunaya baktı. Gözleri yaşlarla doldu. Yavaş yavaş narin yüzünden kaymaya başladı.
- Ayas, dedi usulca genç kadın, sanki gökte parlayan aya yalvarır gibiydi, gözleri.
Kendi başına, bu kimsenin bilmediği sahilde yavaş yavaş yürümeye başladı. Kestane rengi saçları hafif hafif yüzüne vuruyordu. Birisi görse çok kızardı o saçlara. Bembeyaz ipek gibi tenine acı veriyor sanırdı. Hafif bir esinti vardı. Ayakları kumlara gömülürken attığı her adımda, deniz adeta yıkıyordu o narin ayaklarını. Ortaya yakındı boyu. İncecik bir kız için oldukça biçimli hatlara sahipti. Giydiği elbisenin askısının biri omzuna düşmüştü. Kırmızı bir elbiseydi. Göğüs dekolteli elbisenin, önü bel kısmına kadar uzanan taş ve güpürlerle süslenmişti. Sırt dekoltesi yoktu. Elbise iki ince askıyla tutturulmuştu. Dizinin hizasındaydı eteği. Birisi görse, o sahilde erkek arkadaşıyla gezdiğini düşünürdü. İnsanlar ve inandıkları, öyle basitti ki bazen, oysa her şey görünenden farklı, hissedilenden ayrı bir karmaşıklıkta yaşanabilirdi.
Bir eliyle beyaz çantası ile beyaz topuklu ayakkabılarını birlikte sıkıca kavramıştı. Diğer eli ise yumruk gibi sımsıkı kapalıydı. Bir an duraksadı. Çantasını ve ayakkabılarını fırlattı. Diğer elini açtı. Avucunun içine gömdüğü saate baktı. Diğer eliyle, saatinin alt kapağını kaldırdı, içinden bir çakıl taşı çıkardı, bir elmas gibi parlıyordu. Fakat biçimsiz ve eğri büğrüydü. Saati denize doğru fırlattı. Elinde tuttuğu çakıl taşını işaret parmağıyla başparmağının arasına aldı, göz hizasına kadar kaldırdı. Çakıl taşını parlayan dolunaya doğru tuttu. Ay ışığında öyle güzel parlıyordu ki, hayranlık uyandırıyordu. Çakıl taşına baktı, baktı... Ağlamaktan gözleri şişmeye başlamıştı. Gözyaşlarıyla makyajı akmış, güzel yüzünü acayip bir renge boyamıştı. Çakıl taşıyla konuşur gibi mırıldandı.
"İnsanlığım senin gibi parlıyordu bir zamanlar" sustu. Derinlerde bir yerde belki saklanmıştı insanlığı ama o bunu anlayacak bir psikolojiye sahip değildi henüz. İnsanlığını iki yıl önce sonsuza kadar karanlığa gömmüştü. İşte hikayesi tam da burada başlıyordu. Kafası çok karışıktı o zamanlar, tutunmak için bir dal, kurtulmak için bir el arıyordu. Kim bilebilirdi ki yanlış bir ele tutunduğunu. Sade, mütevazi bir hayatın böyle çirkin oluşunu seyrediyordu. Çok sert bir düşüş yaşamıştı, kendinden nefret etmek bile acizlikti. Buna ne zamanı ne de hevesi vardı. Yalnızca ama yalnızca onu tekrar bulmak istiyordu. Hikayesine ancak böyle devam edebilirdi. Kendine bir iyilik yapıp sakinleşmiş ve daha mantıklı düşünmeye başlamıştı. Göz yaşlarının sebebi bu değildi. İçinde bulunduğu karanlıktı. Kötü bir dünya yaratmıştı, kaybolduğu ve çıkmak istemediği, tek derdi "Onu" bulmaktı.
Kafası artık karışık değildi, iki yıl oldukça uzun bir zamandı. Yapmak istediği şey farklı biri olmaktı. Merhamet, vicdan, insanlık bunlar hiçbir işe yaramamıştı. İnsanların çirkin yüzünü zaman ona en acımasız şekilde göstermişti. Bu çirkinliğin içinde en karanlık zihne sahipti o artık. Delice hikayeler anlatılırdı ya, işte hepsi Oydu. Tüm korkuların kaynağı, tüm karmaşanın sebebi artık Oydu. Hiç korkmuyordu. Cesurdu. İstediği her şeyi çok kolay elde eder olmuştu. Usta bir hırsız, duygusuz bir katil, amansız bir avcı, hissiz bir sevgili, hilekar bir çalışan. Ne ararsan vardı. Herkesin başına geleni artık hak ettiğini düşünüyordu.
Durdu, çakıl taşını tekrar avucuna gömdü. Ayın bugün daha parlak göründüğünü düşündü. Denize baktı, tekrar uzun uzun. Denizdeki yakamozlar çapkın çapkın göz kırpıyordu. Gülümsedi. Islanmış, boyalarla bezenmiş yüzünde bir gülümseme bile öyle güzeldi ki, gülüşünü gören kesin aşık olurdu. Bembeyaz dişleri adeta inci gibi parladı. Her şeyden zevk almak bu kadar kolaydı işte onu gülümseten buydu. Çapkın yakamozlar diye düşündü. İnsanlar sanki varlık içinde yokluk çekiyorlardı, hiçbir şeyden mutlu olmuyorlardı. Kayıp burada başlıyor, hüzün, stres, sıkıntı bitmek bilmiyordu. Derinlerde kaybettiklerimiz bir hikayedir, neresi başlangıç neresi son belli değil. Neden buraya gelmişti. Onu burada tanımamıştı ki, evet hatırladım dedi, burası benim sığınağım. Kendimi bulduğum yer.
ÖYKÜMÜN GERİ KALANINI
www.wattpad.com/myworks/164957007/write/644327368
BULABİLİRSİNİZ.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.