- 584 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yoksunluk turnusolu...
Ne çok şey istedim de yoksunluğunu tattım. Nihayet anladım. Hiçbirşeyin hazinesi benim yanımda değil. Hazinelerin yanımda olmadığını ’yoksun kalışlarımdan’ anlıyorum.
Ben bir dilenciyim. Bazen buluyorum. Bazen bulamıyorum. Bulduğum zaman ’benden’ sanıyorsam hatalıyım. Çünkü birşey zâtî olursa yoksunluğu hissedilmez. Onunla hep ’beraber’ olunur. Ayrılığı yaşanmaz. Ne demek bu? Kusurlu birkaç misalle yaklaştırmaya çalışayım: Ateşin olduğu yerde sıcağın olmadığını gördün mü hiç arkadaşım? Peki ya suyun olduğu yerde ıslaklığın? Veya ışığın olduğu yerde aydınlığın? İşte, onların, bu ’yoksunluksuz’ halleri üzerinden diyebilirsin ki: Sıcaklık ateşin, ıslaklık suyun, aydınlık ışığın özelliğidir. Bunların yoksunluğu çekmezler. Eğer onlar bir yerde olurlarsa bunlar da hemencecik o yerde olurlar.
Fakat sobanın, musluğun, lambanın hali böyle midir? Hayır. Değildir. Soba, içinde ateş yoksa, soğuk da olur. Musluk, eğer kesikse, kuru da kalır. Lamba, eğer bozuksa, aydınlıksız da bırakır. Bunlar, ateşin zâtına, suyun zâtına, ışığın zâtına göre bir derece daha arızîdirler. Eyleyebilmek için şu diğer üçünden medet alırlar. Dilencilikleri daha zâhirdir. İhtiyaçları daha açıktır. İnsan da hemencecik bu hallerini takdir eder. Görür. Bilir. Diğerleri ise (yani ateş, su ve ışık) şunlar gibi dilencilik yapmazlar(!)
Nasıl yapmazlar? Aslında ateş de harareti için Allah’ın kapısında dilencidir. Cenab-ı Hak istemezse yakamaz. (Hz. İbrahim aleyhisselamda olduğu gibi.) Su da ıslatmak için Allah’ın inayetine muhtaçtır. (Su tutmayan yüzeylerde/maddelerde olduğu gibi.) Işık da aydınlatmak için Allah’tan yardım alır. (Yıldızları yuttuğu halde aydınlanmayan karadeliklerde olduğu gibi.) Biz bunların da zâtî sandığımız (bize zâtî gibi gelen) özelliklerine muhtaç olduklarını yoksun kaldıkları zamanlarından anlayabiliyoruz. Seyrek de olsa onlar da yoksun kalırlar.
Sana kıymetli birşey fısıldayayım mı? Yoksunluk aslında bir turnusoldur. Zâtî olanla arızî olanı birbirinden ayırır. Her ne ki bir hünerinden yoksun kalır. Demek ki o hüner onda arızîdir. Biz de ölmekle hayatın bizdeki arızîliğine şahitlik ederiz. Hastalığımızla sağlığın başkasından olduğunu biliriz. Mutsuzluğumuzla neşenin Allah’tan olduğunu farkederiz. Ve hakeza... Her yoksunluğumuz içimize bırakılmış bir muallim olarak bize bir arızîliğimizi öğretir. Öyle ya. Ayna ’ayna olduğunu’ en çok ’yansıtamamaktan’ farkeder.
Amanın, nerelere gittim ben öyle, konuyu çok dağıttım. Ne diyordum başlarken? Ha, tamam, hatırladım. İşte, böyle, yoksunluğa düşmelerden çıkarıyoruz en çok dilenci olduğumuzu. Fakat ’yoksunluğa düşmek’ özünde ne demek? ’Allah olmadığımızı anlamamız’ demek. İnsan kendisini neden ilah yerine koyamaz? Çünkü yoksunluk yaşar. Peki bazılarını kendisini nasıl ilah yerine koyar? Çünkü yoksunluklarını inkâr eder. Yoksunluklarını inkâr etmeye başlamış insanın Allah’ı inkâr etmesi pek yakındır. Çünkü sınırı ihlal etmeye başlamıştır. Hakikatte bu sınırı asla ihlal edemez elbette. Ama içinde bir ihlal vardır.
İşte, ben diyorum ki, güzel arkadaşım: Kısa bir mealiyle "Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa hemen geçin. Amma geçemezsiniz. Ancak bir sultan (Allah’ın verdiği bir güç) ile çıkabilirsiniz!" buyuran Rahman sûresinin 33. ayeti de bize bunu hatırlatıyor. Bundan uyarıyor. İçimizde ’haddi aşmamak’ için ’dışımızdaki yoksunlukları’ hatırlamaya ihtiyacımız var.
Yani: Bütün bu neden-sonuç eşiklerinden aşmaları nasip eden Allah’tır. O Sultan’ın kudreti, yaratışı, ilmi, iradesi olmadıkça şu işler elimizden çıkamaz. Dışımızda böyle olduğu gibi içimizde de böyledir. O ’yak’ demedikçe ateş yakmakta yoksunluk çeker. O ’ıslat’ demedikçe su ıslatmakta yoksunluk yaşar. O ’aydınlat’ demedikçe ışık aydınlatmaktan yoksun kalır. Herkes, herşey, her işinde ’eyleyebilmek’ için onun yaratışına muhtaçtır. En çok yoksunluk yaşatılan en çok muhtaçtır. İnsan hayvandan, hayvan ağaçtan, ağaç taştan daha muhtaçtır. Yine Kur’an da bize musırrane hatırlatır ki: "Herşeyin hazineleri bizim yanımızdadır."
YORUMLAR
" Yaratılış istemekle açıklanmayacak kadar karmaşık. Her detayı zeka istiyor, kuvvet istiyor, dikkat istiyor. " bu cümleyi aldım gittim. Muhteşem.
Açıklama için teşekkürler ama benim bunu idrak etmem zor olacak bu sebeple
Bu konuda önerebileceğiniz kitap ya da kitaplar var mıdır? Yazarsanız isimlerini bana çok faydalı olacağına eminim. Şimdiden teşekkürler
Saygı ve sevgilerimle
belkibirharfimben
" Belki de insanın ilk gerçek ayna evresi kendi imgesinin görüntüsü, alter egosu, görünürlüğün arkasında yatan ... Mutlak hiçliğin... Hiçbir dilde ismi olmayan bu tanımsız şeyin kendisidir" ( regis debray)
Sizce burada kastedilen her insanın kendi cesedini seyretmesi gerçeği midir aynaya bakarken ?
Yani kendimizi kendi ürünümüz olarak konumlandırarak gerçek hazineden mi mahrum kalıyoruz ?
Ben algılayamadım, alakasız mı düşündüm şimdi bilemedim, belki kast ettiğiniz başkadır biraz açar mısınız yazıyı lütfen.
Saygılar