- 747 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BULUTLAR BİLE DÜŞÜNCELİ...
Bilmekle iştigalim ta başlangıcından arzuladığım sona kanat açarken bilip bilmeden.
Suçlanan olmayı ben seçmedim üstelik: yanılgı üstüne yanılgı, ehliyetliyim artık suç hanesinde.
Yalanların soğumasını bekliyorum yoksa dilim yanacak buharı üstünde ziyafet sofrasına oturduğumda. Aşkın sunumunda arka sıradayım aslında aşka inancım tümüyle sonlanmışken yine de ballandıra ballandıra ithaf ettikleri aşk şiirlerine kaçamak bakış atıyorum ve gülümsüyorum içimdeki bilyelerle oynayan çocuğun da hevesini kaçırmadan.
İhya edilesi bir yalnızlık demek ki; demir aldığım ilk günden beri değişen bir şey yok.
Satırlar kayboluyor; seçemiyor gözlerim aklıma mukayyet olmak adına okuyorum usulca ve her göz kırpışımda aklıma ilkokul öğretmenim geliyor.
İlk kavgamı yaşadığım.
İlk kez birinin aşkını itirafına tanık olduğum.
İlk yıkıldığım.
İlk değil tek demiştim oysa her birine.
Başlangıcını düşünüyorum yenilgilerimin: hangi biri diğerini tetikledi acaba? Ya da ben miydim tek sorumlu olan ve çoğuna göre de sorunlu…
Kıyasıya rekabetin yaşandığı; aklın haznesine bilgiler sırayla girerken ruhun bir türlü olgunlaşmadığı…
Ne değişti ki dünden beri?
Satırların izdihamına asla yenilmedim ben ama insanların yarattığı izdihamda hep ezildim belki görmeden geldiler beni belki sorumlu tutulduğum üstelik pay sahibi olmadığım ne ise. Yine de başımı dik tutmayı bildim bazense arkama dönüp bakmadan gittim bir daha da geri dönmemek üzere.
İzafi olduğunu biliyorum artık sanırım idrak gücüm bir noktada yenik düşüyor ve izahı olmayan çoğu şeyi de sineye çekiyorum.
Ben hep aynıyım: hep de aynı kaldım yine de farklı bir nüans arıyorum yaşantımda en azından yazdıklarım farklı olmalı ve işte duygulara yenik düştüğüm an sıralamaya başlıyorum.
Bir sıra sayısı mıyım yoksa bir asal sayı mı? Matematiğin dokunduğu her alan ayrı zevk vermiştir bana gerçi lise yıllarında asla haz etmediğim teoriler ve ilintili problemler canımı çokça sıkmıştır ama.
İşte klasik sunumu dünümün.
Bu günümde kayıt altına aldıklarım her nedense alt yapı itibariyle geçmişten üflenen ve ben ara ara serpiştiriyorum konfetileri.
Yaşama sevincimin çalındığı bir girizgah yine güne nasıl başladımsa ya da mecbur bırakıldımsa ve herkes kendi bildiğini okurken ben ulvi görevlerimi ifa etmek adına son kez deyip sonlanmayacağını bildiğim her şeyin yolunda gitmesi adına hep ısrarcıyım ve gardımı almak zorunda kalıyorum her halükarda sanırım halüsinasyon üretme mekanizma yenik düşüyor gerçeklere ve ne masallara inanıyorum artık ne de pervasız aşklara.
Eylül tüm hüznüyle esir aldı şehri. Şehir dünden esir düşmeye razı da mevsime sanırım İstanbul’un solgun yüzünde hep farklı bir terane.
Ya derinden iç geçirecek ana yollar.
Ya da trafiğe kapatılacak kaç tali yol varsa. Tipik İstanbul sendromu hele ki yağmur yağmaya görsün nereden baksanız saatler sürecek bir yerden bir yere varmanız belki de o yüzden yürüyerek gidip gelmeyi seviyorum ne zaman yağmur varsa bu sefer çamur sıçratan vasıtalara ve şemsiyelerin gözüme girme ihtimalini de göz önüne alarak hele ki ansızın bastırmışsa sağanak sormayın gitsin.
Gölgem olmadan yürümek ne güzel yoksa şehre gölge olmak mı belki de şehrin dokusunda yalnızlığın şarkısını çalmak her ne kadar tıkış tıkış caddeleri yalnızlık olarak addetmek mümkün olmasa da… hayır, yalnızlık her manada geçerli bir durum bir de yabancı bir semtte iseniz ve size aşina olmayan insanlar da varsa yanınızdan akın akın geçen.
Sıfatları ihlal eden de çok insan var aslında insanlığını ihlal eden ve şehri de darp eden.
Kıyısında yaşadığım bir hülya yine yalnızlığın simgesel çığırtkanlığı belki yekten teyit geçen: sonrası malum: derin bir huzur, sessizlikle yüz göz olduğunuz ve belli belirsiz sırıttığınız ya da aşikâr olsa biri bir şey mi der, demekten de geri duramadığınız.
Rol model aldığınız kim ise: elbette ilk sırada kabul gördüğünüz ölçüde sizin de kabul ettiğiniz ve ilk sırada aile büyükleriniz: sağ ya da ölü, fark eder mi? Hele ki; bir de çatık kaşlı bir resim ise hayallerinizde jet hızıyla irkilmenize sebebiyet veren…
Durağan seyrinde iken hayatın her şey nasıl normal seyrinde gözüküyor, değil mi? Ve de insanlar. Herkes mutlu; herkes birbiri ile ilgili ve nasıl da munis nasıl da sır saklayıcı. İşte bir sıfır yenik başladığınız o içgüdüsel yolculuğunuz. Tecrübe ile sabit üstelik: kim ki ağzımdan çıkan bir cümleyi bir diğerine havale eden akabinde çoğalan düşmanlarınız.
Sevginin en muteber duygu olduğu gerçeği elbette cepte ve güven duygusu yine eşlik eden yine de sanmayınız ki; latife yapıyorum.
Bingo! Açık verdiğiniz o minik sırrınız ile muazzam bir potansiyel katile dönüştünüz. Bir de bire bin katanlar da eşlik etti mi sonra da en müşfik halleriyle size hatırınızı sorarlar ve elbette sayısız kaş göz işareti.
Samimiyetin ayağa düştüğü aslında samimiyetin laubali olmakla eş tutulduğu ve ciddiyet. Bu sefer size soğuk damgası vuranlar ya da basit bir tepkiniz: ayıkla pirincin taşını.
Hayat sayısız değişkeni ile kocaman bir denklem ve bunu çözmeye asla gücünüz yetmeyecektir. Sahi, bunu ben mi söylüyorum?
Yalan mı?
Hem de nasıl.
Hele ki dünyada geçirdiğim zaman boyunca hep de çözüm odaklı yaşamış biri olarak üstüne üstük çözdüğümü de ilan ettiğim sayısız kere.
Kulakları çınlayan çok insan var ve rahmet okumaktan kaçındığım. Nasıl acımasız bir insanım, değil mi? Hele ki mezarımı kazanların ardından onları affetmemi bekleyen varsa… üzgünüm, sevgili Tanrım.
Nefret konusunda çokça teori var yine iki değerli büyüğümden feyiz aldığım üstelik İslamiyet’i hakkıyla yaşayan iki insan.
Biri nefret ettiklerini bile bağışla ve sev, derken…
Ve diğeri; nefretini asla azaltma ve uzak dur onlardan, demeyi hak görürken.
Hali hazırda ne cinayet işledim ne de cana kast ettim.
Aslında hem cinayet işledim hem de canıma kast ettim.
Çelişkinin daniskası.
Ya da şöyle diyelim: kocaman bir ikilem.
Eğer ki; içimdekini saklayamıyor ve paylaşıyorsa demek ki ben çoktan öldürdüm kendimi ve bunu defalarca yaşadım üstelik en yakınım kim ise aslında onun vasıtasıyla ben çoktan infilak ettim.
Ve sevdiklerime ihanetim sanırım sevginin doz aşımı: ya kayıtsız kaldığım ya da gözüne soka soka sevdiğim: yaşı, kimliği, cinsiyeti ne olursa olsun: Allah rızası için sevdiğim ve sonuna kadar inandığım ve işte öldürdüğüm insanlar sanırım sevginin boğucu gücü, deyip geçmeliyim… ama geçemiyorum işte. Buna bir de saygıyı ekledik mi. Saygının sevgi ile iletişimi akabinde yere göğe sığdıramadığım sayısız insan ve helal da olsun hem binlerce kez.
Hayatın bir okul olduğu gerçeğine çok yeni vakıfım.
Aslında okuduğum okullar hayatın ta kendisi imiş. Demek ki basit bir mantık kazası deyip işin içinden çıkamıyorum tabii ki de. Her anlamda farklı kişilikte insanın-daha doğrusu çocuğun-bir araya geldiği bir cemiyet okul hayatı ve burada en önemli görev de eğitimcilere düşüyor. Yeri geldi mi kaynaştırma eğitimi yapacak yeri geldi m, tatlı sert hayatının dersini verecek öğrencilerine hatta bir özetini sunacak ömrün ve gailemizin ne olduğunun ve bu elbette informal eğitimin de kapsama alanına giriyor yine de formal eğitimde tüm öğrenciler bir şekilde nasipleniyorlar öğretmenlerinden. Elbette öğretmene yansımayan çokça şey var yine öğrencilerin birbiri ile paslaştığı ve asla duyulmasını istemedikleri.
Ve geldiğimiz nokta: reşit olmayı biliyor muyuz bilmiyor muyuz? Acıda. Sevgide. Merhamette. Ceza babında. Sorumluluk alırken.
Aslında reşit olmayan çokça duyguya sahibiz. Belki erken yaşta aklımız her şeye ermezken zamanında, şimdilerde çocuklar büyüklerini bile sollayıp her konuda bilgi sahibi olmak konusunda inanılmaz donanımlılar. Gerçi nereye kadar doğru ve yanlış biliyorlar, tartışılır lakin gerçek o ki; günümüz imkânları ile çocuklar daha doğrusu küçük yetişkinler pek çoğumuzu şaşkınlığa uğratabilecek düzeyde bilgililer ve mutsuz. Tıpkı bizlerin mutsuzluğuna tanık olup mutluluk arayışına erken bir yaşta başlamışken.
Göğün katmanlarında bulutlar bile düşünceli. Bizler nasıl olmayalım?
Mevsimin irkildiği bir yaz sabahı ile güne başlayıp günü sonbahar tadında bir değişimle sonlandırırken ve kim bilir geceye geçtiğimizde kış mı çatacak kaşlarını, beni neden erken çağırdınız, diye?
Kısaca her şey birbiri ile ilintili ve bu etkileşim her şeye ve her birimize yansıyor.
Bazen unutuyoruz.
Bazen irkiliyoruz.
Bazen çok çok seviyoruz.
Ve kaygılanıyoruz.
Yoksa endişe edecek çok şey yok da bizler evham mı yapıyoruz?
Varsayımlardan çıkıp yola en kestirme yola varamazken.
Bazense yoldan çıkmışlığımız ve ne çok yanlış üstüne üstük doğru bildiklerimiz bile bize burun kıvırıyor.
Sevgiyi katlettik sonunda aslında evreni de rezil ettik ve rahmet yağmaktan ziyade başımıza taş olarak yağıyor nerede ise.
Dünyayı hangimiz mi kurtaracak? Yoksa en büyük ihaneti ve o müphem sonu kim mi sunacak Yaratıcıya?
Aklımıza mukayyet olsak bile ruhlarımız pek bir çalkantılı.
Zamanında öğütemediğimiz duygu ve düşünceleri artık idam sehpasında sallandırdık madem… demek ki; ölmek için çok sebebimiz var yine de bizler sonsuzluğa göz dikmişken ve tamah ettiğimiz dünya malı ile ipliğimiz çoktan pazara çıkmışken…
Severek çoğalmamız gerekirken bizler manen tükeniyoruz ve birbirimizi tüketiyoruz üstelik dünya kaynaklarını ve nimetlerini de son zerresine kadar kullanıp heba ediyoruz: çiçeği, doğayı, inancı, sevgiyi ve çocukları.
Kendi kıymetimizi bilmek adına çocuklarımıza bile sahip çıkamıyoruz ve egomuzla sivriliyoruz daha da çok ve daha da… bir yetim boynunu bükerken babasını teslim ederken kara toprağa ve bir anne, evlat acısı ile kendinden geçmişken.
Kızgınız birbirimize ve çok da haksız lakin en kızgın sadece Tanrı ve tek haklı olan da.
Geç kaldığımızın bilincinde olsak bile hala mahvetmeye devam ediyoruz.
İklimler dahi yolundan çıkmışken ve her yeni gün sona delalet işaretler taşıyorken.
Karamsar olsam bile genelde aslında tüm bunlar günümüzün tablosu.
Somurtuk bir gökyüzü; kararsız bir hava; kaybolan değerler ve çocuklar ve ne yazık ki ölümü erken yaşta karşılayan sabiler üstelik hiçbir suçları yok iken ve yarınlara dair umutlarını da kara toprağa beraber götüren.
Sevmeyi unuttuk. Sevilmeyi de önemsemiyoruz artık.
Kendimize olan saygımız çerçevesinde saygısız davranmayı şerh düştük neredeyse.
Zararın neresinden… dönülmez ömrün ufkunda hep mi karanlık?
İnsanlığımızı neresinden kurtarsak bu, bir kazanım olacak: en azından yetişen gelecek nesiller için. Çok mu geç çok mu uzağız gerçeklere, bunu sadece Tanrı bilir lakin kalan sağduyumuza emanet evren ve insanlık.
YORUMLAR
Sevgili Gülüm yazını okudum. Öncelikle yazma aşkına hayran olduğumu söylemeliyim. Daha doğrusu iç dünyandan geçenleri yazıya dökmene. Ben mesela yazıya dökmem oysa herkes gibi çok şey geçer aklımdan gün boyu. Çoğu da içimde tıkılır kalır. Aslına bakarsan fazla yazmayı sevemiyorum.
Hassas bir yapıya sahip olan ve her şeyi çok ince düşünen insanların iç dünyaları da bir o kadar kalabalık oluyor. Çünkü normalde bazı durum ya da olaylara bazı kişiler kafasını çok fazla takmaz iken, çok ince düşünen her detaya önem veren insanlar kafasını yormaya bir başlıyor , sonu da gelmiyor.
Hata yapmak biz insanlar için. Zaten bizi biz yapan, olgunlaştıran da hatalarımız. Hata yapmayan ve mutlu bir kelebek gibi dolaşan insanlar fazla bir şey öğrenemezler. Hayat otoriter bir öğretmen ve bazen sert tokatlarla öğretiyor öğrenmemiz gerekenleri.
Her şeyi çözemeyiz . Bu mümkün değil. Ayrıca istediğimiz şeyleri de bazen değiştirmeye gücümüz yetmez. Bunlar için kendimizi yıpratırsak eğer kendimize çok fazla zarar vermiş oluruz.Bu kişinin kendi hayatına ait durum için söz konusu.
İnsanları sevme konusunda ise şunu söylemek istiyorum. Az insan ama öz insan. Öz insan mı kaldı diyenler olabilir ama var. Belki o konuda da yanıla yanıla sonunda doğruyu bulma şansımız olabilir.
Dostluğu kalbinde hisseden ve değer bilen insanlar hâlâ var.
Ben kızdığın ya da sana karşı yanlışlar yapmış insanlara karşı nefret duymandan yana değiilim tabii bu benim fikrim. Sonuçta buna karar verecek olan sensin. Ben helallik olayının ne kadar önemli olduğunu öğrendikten sonra bana en büyük yanlışları yapan kişilerle bile helalleştim.
Sonuçta bu dünya geçtiğimiz bir yer sadece, kimse kalmayacak burada. Ben üzerime düşen insanlık vazifemi yapayım, gerisini Allah bilir. Çünkü sonuçta hepimiz sadece Allah'a hesap vereceğiz.
Yazının bir kısmından sonrası günümüz insanının gelmiş olduğu durum. Maalesef tablo içler acısı. Vicdan kalmadı, dünya hırsı, ego, kibir vs vs. Çocuk ölümleri en fazla canımızı yakan.
Teknoloji mi yok ediyor bazı güzel duyguları yoksa teknolojinin yanlış amaçlarla kullanımı mı tam bilmiyorum. Bu konu yazmakla bitmez. O kadar güzel bir dünyayı çirkinleştirmek için adeta yarışan insanlar. Nefslerinin isteklerine kendini kaptırmış o çarkın içinde hem kendisi durmadan parçalanan ama aynı zamanda ellerinin yettiğince insanın da parçalanmasına neden olan insanlar. İklimlerin bile dengesinin bozulması normal. Hiç bir şeyde denge kalmadı. Kanser hastalığı bile çığ gibi artıyor. Sağlıksız beslenmeler, net ortamında çocukluktan itibaren uykusuz ve aç geçirilen uzun saatler, elden düşmeyen akıllı telefonlar.....Liste uzar da uzar.
Ama bir gerçek var ki ; kendini sevmeyen kendiyle barışık olmayan başkalarını da sevemez.
Kendine saygısı olmayan başkalarına da saygı duyamaz.
İnsanlar yorgun artık sevgili Gülüm... Yaşamak öyle bir hale geldi ki insanlar çok yorgun. Dünyadaki tabloya baktıkça da yağmaya hazır kapkara bulutlar gibi karamsar. Allah hepimizin sonunu hayr eylesin inşallah.
Sanırım ilk defa bir yazıya bu kadar yorum yazıyorum. Cep telefonundan mesaj yazmayı bile sevmeyen ben yine kaptırdım gittim:) Okumayı yazmaktan daha fazla seviyorum sanırım.
Hem bir iç dökümüydü yazı, hem de kendinle hesaplaşma. Aslında şu kendimizle hesaplaşmayı hepimiz çok sık yapmalıyız. Ama gerçeklerle yüzleşmek korkutuyor sanırım bir çoğumuzu.
Yoruldum yazmaktan:) Bir kez daha senin yazı yazma sevdana hayran oldum ve takdir ettim. Ben bu yorumda yoruldum sen her gün o kadar yazıyı nasıl yazıyorsun:))
Sevgilerimle Gülüm
Kendine iyi davran
Gülüm Çamlısoy
Kendimden çok çok sevdiğim insanlar var/dı yanı başımda hayır, içimde en derinde saklı tuttuğum aslında onları artık umursamıyorum çünkü kapanan kapıların ardında kaldılar ve kaybettiğim ne ise coşkularına tanık oldum.
İşte beni en çok kanatan.
Boğulurken sadece bir telefon mesafesi kadar yanımdaydılar ve o telefon asla açılmadı. An itibari ile yaşamam bile bir mucize üstelik çok şey de istememiştim. Sevdiklerine emindim ben zaten her şeyimle onlara aittim.
Nefret ettiğim zamanlar oldu mu? sanırım ve kısa süreliğine ki bunu asıl ben hak etmiyordum: Nefret denen duygu öncelikle nefret duyanı manen öldürüyor.
Akabinde yeni insanlar tanıdım daha çok daha çok...sanırım, korkuyor insan etkileşim halinde iken yine düşmekten korkuyor.
Herkes kötü değil çok şükür hem arada sırada üzülmek ve geri durmak lazım ki değerlerini daha iyi anlayalım iyi insanların.
Sadece önem arz eden: benim manevi anlamda kendimi hazırlamam o da Allah rızası için yaşadığım ve sevdiğim gerçeği ile geçerlilik kazanıyor.
Sevgi sonsuz bir mefhum ve illa ki İlahi Aşka mazhar oluyor yorgun ve hüzünlü kalp.
Varsın uzağında duralım bazı insanların ve bize olumsuz duygular yaşatmasınlar artık.
Sevmekten vazgeçmek asla mümkün değil üstelik sevecek çok neden olduğu gibi nedensiz sevmek çok olası hatta tanımadığımız insanları bile.
Sevginin karşılığı bence huzur ve senin de dediğin gibi insanlık vazifemiz.
Canımız sıkkın olduğunda ve benim de çok yaptığım; rast gele karşılaştığım yabancı insanlarla bile bir iletişim kuruyorum.
Sebepsiz birbirinden nefret eden çok insan var çevremde ve hissettiğim kadarıyla sayısız maskeye sahip.
Sebepsiz sevmeyi seçtiğim ilk gün ta çocukluğumdan bu yana.
Sana bir an'ımı anlatayım sevgili arkadaşım ve bunu çok sık düşünüyorum öğrendiğim ilk günden beri ama nasıl olduysa onlar hala yüreğimde.
Lise yıllarımda bana gelen bir mektup: bir aşk itirafı ve benim de çok değer verdiğim bir arkadaşımdan geliyor. değer verdiğim daha doğrusu gönlümün kaydığı.
Bu mektuba inanmıştım ben sevgili Gamzelim: sonuçta onu sevdiğimi biliyordu ve o da beni seviyordu.
Seneler geçti üzerinden ve işte benim telefonlarımı açmayan ve en yakın dostumdan bir itiraf:
''Gülüm. Biz seni tüm sınıf kandırdık. Sana o mektubu biz yazmıştık. Ne var yani, eğlendik seninle.''
En yakın dostum beni kulllanmıştı daha doğrusu tüm sınıf.
Ama ben her şeyi kabullendim ve yine dostumu başımda taşıdım.
Güven duygusu ve sevgi.
Bunu yitirdim sandım: güvenmeyi ben nasıl başaracaktım yeniden?
Sevgim asla kaybolmadı.
İçimdeki nehri, okyanusu taşımak değil ben dünya gözü ile insanları sevmeyi seçmiştim.
Son bir şey aslında en önemlisi:
Sizler sayesinde güvenmeyi öğrendim sevgili arkadaşım. Bana bu duyguyu yeniden yaşatan sizler oldunuz.
O kadar güzel dostlarım var ki gerçek hayatta da görüştüğüm ve kız kardeşim kadar kendime yakın hissettiğim.
Sevmekten vazgeçmeyeceğim ve inanmaktan da.
Evet, lisede bana yapılan bu hakaret ama akabinde okuduğum okullarda yine güzel arkadaşlar edindim.
Bu, demek değldi ki; Gülüm bunu hak etti.
Hem ben hayattan asla çok şey istemedim.
Hayallerim hala beni ayakta tutan.
Bir yazı ya da şiir astım mı ve sizlerle paylaştım mı işte benden mutlusu yok.
Sağ ol canım arkadaşım.
Çok teşekkür ediyorum.
Hep sevgimlesin.
Hala lisedeki o kız çocuğuyum hala aklım dünde ama hayallerim yarına odaklı.
Ben hak etmediğim çok şey yaşadım ama hep de sineye çektim çünkü kaderciyim ve Allah korkum beni yanlış bir yola sapmaktan alıkoyuyor.
Asla çok şey istemediğim gibi hayattan ben yetinmeyi de çok iyi öğrendim.
Annem ölümlerden döndü ve şimdi kardeşimin sağlık sorunları ile boğuşuyoruz.
Ben kaç kez ölümden döndüm üstelik anafilaksi denen bilmediğim bir sendrom.
Hangimiz yorgun değiliz ki?
Ama bu bize engel olmamalı.
Teşekkür ediyorum yeniden.
Gülüm Çamlısoy
Eksik olma dostum.
Selam ve saygılarımla.