8
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1512
Okunma
Çok zamandır içimde şu an yaşadığım gibi bir sıkıntı yoktu. İçim üzgün, yorgun ve de kırgın.
Namaz kılarken gözlerime doğru süzülen yaşları engellemeye çalıştım şimdi nasıl tutuyorsam
kendimi, öyle..
Öylesine oturmuşum klevyenin başına belkide kendimi unutmaya çalışıyorum. koca bir hayatın
meyvesi gözyaşları olmamalıydı.
Kalkıp oturduğum odanın kapalı perdesini açtım. Güneş gri bulutların arkasında. sineğin biri açık
pencereden içeriye daldı. Önümde uçuyor. canım oldukça sıkkın kalkıp sineği kovalayıp öldürme
isteğim yok. Beni üzen şeyi, şeyleri düşünüyorum. Sonra boş ver kızım üzülmesi gerekenler keyf
çatıyor çocuklarıyla şimdi. Kim bilir hayat onlara gereken dersi verecek.
Burada anlatmam anlamsız olsa da içimi boşaltıp rahatlamak adına olanı yazacağım. Belki fındık
kabuğunu doldurmaz ama günlerimi doldurup beni üzecek türden.
Oğlum gelinim ve torunlar bayramın ikinci günü bana geldiler. Sevindim tabii, çocukları özlemiş
yollarını dört gözle beklemiştim.
Bu sabah kahvaltıdan hemen sonra torunum Duru (ilkokul ikinci sınıfa geçti.) mızıldanarak geldi
yanımıza. Annesine sokularak kolumu yine bir şeyler ısırdı dedi. Annesi ondan daha telaşlı, yine
çocuğun kolunda bir şeyler çıkmış dedi. Daha önce de çıkmıştı. Vücudunda çıkmadan hemen bir
doktora götürelim.
Ben Duru’ya yaklaşarak:
- Hani nerde çıkan şeyler, bakayım dedim.
Duru gösterdi. Baktım ki minicik gözle zor görülen iki siğil ve bir üç dört milimlik çizik. Bu çizik
dedim. Bunlar da çok önemsiz. hemen doktora gitmeye gerek yok. Eğer çoğalırsa gidersiniz.
Gelinim:
- Olmaz; hemen doktora gidelim aşkım. ( Oğluma diyor.)
Ben:
- Jülide’nin yerinde olsanız ne yapacaksınız, her tarafı yara içinde.
Gelin:
- Sorun şu an Jülide değil. Onu konuşmuyoruz. Ondan bize ne!
Ben:
- Onu örnek olarak verdim. Duru’nunkiyle kıyaslamak için.
Tabii gelin bunları bana söylerken ses tonunu oldukça yükseltmiş, adeta azarlar gibi konuşuyor
bu arada benim de sinirlerimi zıplatıyordu. Doğal olarak oğlum karısını haklı buluyor anneyi bir
tarafa itiyordu. Ben lâvobada söyleniyordum. Şöyle: Kuş götünü yara sanmış, dönmüş dönmüş
arkasına bakmış.) diye. Oğlun sus artık anne diye sesleniyordu. İçimden konuşmalarım sürse de
susuyor, ya sabır çekiyordum. Saat geçmeden gelin hiç bir şey olmamış gibi benimle konuşuyor
şöyle- böyle diye bir şeyler söylüyordu. Ben de konuşuyordum ama içime bir kez sıkıntı girmişti.
Az sonra diğer torunum Rüzgar’la ilgilenen oğlum, anne küçükken ben nasıldım diye bana sorup
karşılık bekliyordu. Beni şu an öyle kuşatmıştı ki başka bir şey düşünemiyordum.Nasıl olduğunu
hatırlamıyorum oğlum dedim. Gerçekten hatırlamıyordum.
Torunum Rüzgar:
- Nasıl hatırlasın baba, yüz yıl geçmiş dedi.
İçimden sonra hatırlarım belki dedim.
Onlar baraja gitmekten vazgeçip Atatürk orman çiftliğine gittiği zaman hatırladım. Aynı oğlu
gibiydi. Hırçın ve nazlı. Onlar şimdi çocuklarına sevgiyle nasıl katlanıyorlarsa bende onlara öyle
katlandım, sevgiyle.Böyle anneyi tersleyip, karısından ya da kocasından yana olsalar bile galiba
yine katlanırdım.
Yazdım ama içimin sıkıntısı geçmedi..
25. 08 / 2018 / Nazik Gülünay
Fotoğraf, torunlarım Duru ve Rüzgar