- 668 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kibir kurguya sevdalıdır
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kendimi ’içinde olduğumu hissetmediğim’ birşeyi anlatmaya zorladığımda kapanıyor yollar. Kendimi anlatmaya başladığımda açılıyor. Evet. Çoğu zaman böyle oluyor. "Demek ki" diyorum o zaman, "kendimi anlatmak ’kendimden öte birşeyi insanlara anlatmaktan’ daha fıtrî." Fıtrî ne demek? Yani daha doğal. Daha yaratılışıma uygun. Sanatıma yakışır. Daha çok bunun üzerineyim. Beyaz sayfayla olan arkadaşlığımdan okuyorum bunu. Hatta şu da var: Kendisini Furkan’ında ’kalemle öğreten’ olarak tanıtan Rabb-i Rahimimin bir hikmetini de buradan sezinliyorum. Ben de kendimi kendimden kalemimle öğreniyorum.
Gülmeyin sözlerime. Deli değilim ben. Lakin hiçbirinizden de daha akıllı değilim. Yalnız şunu farkettim: İnsan acziyle yüzleştiğinde akıllanıyor. Akılsız ağacı, saf balığı, kurnaz tilkiden ’daha iyi beslenir’ hale getiren sır bu. İnsan aczine yaklaştıkça aklına yaklaşır. Aczine yaklaşmak nedir peki?
Taşıyamadıklarını bırakmaktır önce. Yardım istemektir. Bu iki cümle aklın yarısıdır zaten. Sen ’aptal’ derken kimi kastedersin bilmem ama ben genelde onunla ’taşıyamayacaklarını yüklenenleri’ kastederim. Kibirli aptaldır. Çünkü taşıyamadığını yüklenmiştir. Kafir aptaldır. Çünkü taşıyamayacağını yüklenmiştir. İblis aptaldır. Çünkü Allah’a karşı zafer kazanabileceğini sanmıştır.
Akla yaklaşabilmek için acze yaklaşmaya ihtiyacımız var. Bu aynı zamanda ’aslında ne olduğumuz’ ile de ilintili. Aslında ne olduğunu kabul eden insan ’kendi olmakla’ rahatlar. Yüzündeki kırışıklar gibi zamandaki kırışıklarla da barışır. Öyle olmalıdır. Olmuştur. Kendi bedeninin içinde, olduğu şey halinde, olabileceklerin sonsuz sıkletinden kurtulmuş olarak bir tatmin yaşar. "Kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur." Evet. Çünkü ancak Allah’ı olan ’abd’ olur. Yani Allah’ı hatırlamak aynı zamanda insana insan olduğunu hatırlatmaktır.
Ahmed’in şu an olabileceği sonsuz tane şey vardır mesela. Bir muhasebeci olabilir. Bir avukat olabilir. Bir doktor olabilir. Bir matematikçi olabilir. (Peşine düşerse olabileceği birçok şey vardır.) Ancak "Herşeyi isteyen herşeyden mahrum kalır!" sırrınca içten içe de hırpalanır isterken. Dünyayı elde etmek için kuşandığımız silahlar, o yedi kocalı Hürmüz ele geçmedikçe, ellerimizi kesmeye başlar. O zaman şu soruyla yüzleşir Ahmed: "Neyi taşıyabilirim?" Veya şunu sorar yine kendine: "Neyi taşımakla mutlu olurum?" Veyahut bunu da sorabilir: "Neyi taşırsam hafif gelir?" İşte, bu noktada, artık Ahmed’in bir hedefi vardır.
İşte, arkadaşım, aczini kabul etmeyenin hedefi olmaz gibi geliyor bana bu yüzden. Çünkü daha kendinin ne olduğunda net değildir. Kendinin ne olduğunda netleşmemesi hedefinin ne olduğunda da netleşmemesini netice verir. Ne olduğumuzu bilmeden nereye varacağımızı nasıl bilebiliriz? Kuş muyuz, balık mıyız, arı mıyız? Uçar mıyız, yüzer miyiz, kazar mıyız? Yine yazının başlarına dönelim istersen: "Bu yönüyle de aczini bilmenin aklını bilmekle bir ilişkisi var."
Önemsememek karizmatiktir. Neden öyledir? Çünkü varlık, kendisini önemsemeyen karşısında, önemsenmemesini sağlayacak bir bilginin mevcudiyetini hisseder. Yanınızda ’filanca kulüpte nasıl eğlendiğini’ anlatan bir insan dikkatinizi çekemediğinde bir tuhaflık sezer. Siz ona farklı bir dünyadan bakmaktasınızdır. Büyük bir nümayişle bahsettiği şeylerin değersiz olduğu bir dünya vardır. Şaşırır. İnsanlar, nasıl farklı gezegenleri merak eder, bu türden farklı dünyaları da merak ederler. Bu nedenle önemsemeyenler karizmatiktir.
Çok dağıttım. Şuradan döneyim: Kur’an’da bize defaatle ’Ey insanlar!’ diye sesleniliyor. Neden? Biz insan olduğumuzu bilmiyor muyuz? Evet. Biliyoruz. Hayır. Bilmiyoruz. Biliyoruz. İnsan diye birşeyin varlığından haberdarız. İçimizde vicdan vicdan sızlıyor. Merhamet merhamet sesleniyor. Mantık mantık konuşuyor. Bilmiyoruz. Çünkü ondan çok uzaktayız. Nefsimiz bizi kısavadeli mutluluklar (hazlar) peşinden koşturarak uzunvadeli mutlulukların (huzurların) unutulmasına neden olmuş. Hayvanlığımız ile insanlığımızı bastırmış. Yani, Rabb-i Rahimimiz, bize her "Ey insanlar!" buyurduğunda bizi bir yere çağırıyor. Nereye? Başladığımız noktaya. Fabrika ayarlarımıza. İnsan olduğumuz yere.
Şu an gündeme dair birçok şey tartışılıyor. Herkes düzenin sistemlerin düzeltilmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyor. Bence bu tam anlamıyla doğru değil. Önce insanların insan olduklarını hatırlamaya ihtiyaçları var. İnsanlara insan olduklarını hatırlatmak, kanaatimce, en güzel nasihatlerden birisidir. Damara dokunmaz. Can sıkmaz. Hatta bir özlemi çağrıştırır. Çünkü her insan gerçekten ’insan’ olmak ister. Ve her insan içindeki hayvandan uzaklaşmak ister. Bu yönüyle her "Ey insanlar!" hitabı aslında bir "Geri dön!" çağrısıdır. "Kayboldun. Geri dön! Yolun başındayken olduğun şeye geri dön."
Daha güzel bir dünyaya uyanmak için insan olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var arkadaşım. İnsan olduğumuzu hatırlamak için de aciz olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var. Onlar kardeştirler çünkü. Birileri bizi ’çok güçlü bulacakmış’ diye kollarımızın kaldıramadığı yüklerin altında ezilmekten kaçmalıyız. ’Mış gibi’ yaşamaktan korkmalıyız. Mutsuz uyanıyoruz. Bunun en büyük sebebi kendimizden kaçmamız. Evet. Biz de insanız. Ancak aczini bilmez devlerin yükü altındayız. Biraz gerileyip sahibimizden taşıma konusunda yardım istesek işler düzelecek. Ancak kibir kurguya sevdalıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.