- 1340 Okunma
- 6 Yorum
- 8 Beğeni
" BESNA..."
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Bazı yollar insanın içinden geçer…”
Molalar verilir duraklarda. Kimisi yorgun bir haziran sabahı seyrine doyulmaz bir şehrin kahvesidir kimi de şehirlerarası yolcu bekleyen bir otobüs terminali. Ne çok insan gitmeye hazır, ne çok yolcu bıkkın ve kırgın! Fakat o ne kızgın ne de kırgın. Sadece susmuş bütün eşitsizliğe, acımasızlığa yenik. Gözlerinde gördüğüm mavi onun yirmi beş yaşına düşürülen bütün gölgeleri lanetleyen bir deniz gibi. Ya da Okyanus… Ötesi de berisi de sonsuz bir su birikintisi.
Gelen yolcu kapısından içeriye girerken elindeki tespihin boncuklarını sırasıyla bir sonrakine devredip diğer elini boşlukta sallayan kocasının beş adım arkasından giriyor içeri. Masmavi gözlerinin kıyısında yaşadığı uykusuzluğun bıraktığı boşluklar. Birkaçı yüreğinde görünmeyen odacıklarda, kaç bin tane? Burnundaki hızma acı nişanesi gibi hüzünlerini sergilerken incecik ellerinde kırılganlığına dair binlerce çizik. Binlercesi de göğsünde, kim bilir? Sırtında kollarından bağlayarak desteğini alan bir yük. İçinde ne taşıdığını merak ederken aklımı kurcalayan onlarca soru. Bunlar görünenler, peki ya görünmeyenler?
Ya aklında, dilinde, elinde kilitlenip söylenmeden bir toz gibi yutulup sineye çekilenler.
Bekleme salonundaki kalabalık bir an silikleşiyor gözümde.
Kocası peronlara doğru hareket ederken parmağıyla oturması için boş oturaklardan birini gösteriyor ona. Gözüme takılan yüküne bakıyorum tekrar tekrar. Karşımdaki boş oturakların birine doğru yürüdüğünü fark ettiğimde göz kapaklarıma çöken uykuyu kovuyorum inatla. Sırtındaki yüke dikkat kesiliyorum yine. Tam oturacağını düşündüğüm anda iki eliyle destek alarak sırtına geçirdiği kumaşın içinden iki tane uyuklayan ve belli ki uyanmak istemeyen iki yaşlarında -belki de üç- çocuğu indiriyor. Gayet eli alışık bir biçimde yatırıyor banklara. Sonra da birinin başını kucağına alarak oturup soluklanıyor.
Sanki yıllarca yol yürümüş gibi. Bitmeyen yollara küfreder gibi.
Göz göze geliyoruz. Göz pınarlarımda kati bir şekilde ’orada dur!’ dediğim damlacıklarla mücadele ederken ben, o gözlerindeki mavinin koyu tonuyla acıyı resmeden bir ressam gibi dikiyor gözlerini göz bebeklerime. Utanmakla şaşkınlık arasında duraksadığım an göz göze geldiğimizde hafiften tebessüm saçan yanaklarındaki pembeyi görüyorum. Kışın terk ettiği şehre baharda çiçekler açmış gibi bakıyor. Uyuyan çocuklardan birisi bölünen uykusunun hıncını az önce bütün yüküyle onu sırtında taşıyan annesinin dizlerini tekmeleyerek çıkarıyor. Öperek uyuturken dizlerinde , anlamadığım dilden türküler mırıldanıyor kulağına. Uykuya teslim ettiği bebeğinin öfkesi sönüyor sesinde. Sonra gözlerindeki mavide fırtınalar diniyor.
Bir ses arkasına dönmeden apar topar sırtındaki yükü yapmaya yönlendiriyor onu:
“ Besna, de were erebe hat zu bıke.” ☆
Besna:
“Kürtçe anlamıyla; yetmeyen, yeterli olmayan.”
Bir kadın, okyanus mavisi. İsmini veren annesi yahut babası . Belki de amcası ya da her kimse. Bir kadın, her şeye yetebilirken yetemeyen. Bir kadın kışı yaşarken baharı beliren yüzünde. Ellerinde onlarca yanık izi, gönlünde rızası olmadan verilen sözlerin iç kırıklığı.
Gitti.
Az önce.
Yükünü sırtladı. Giden yolcu kapısından son bir kez dönüp baktı ve güldü. Dünya güldü bir kadın gülünce. Bir acı daha yitti kendiliğinden… Sonra döndü ve bilmem hangi şehrin gece seferini düzenleyen otobüsünde daldı uykuya mavi gözleri.
Gözlerimde ısrarla durdurduğum yolcuları indirdim tek tek. Buruşmuş peçetemi ikiye katlayıp sildim yanaklarımdan. “Van yolcusu kalmasın..!” diyen muavinin ısrarlı anonsunun ardından yürüdüm bilmem hangi dağların arasından , hangi topraklardan sürterek tekerleklerini gözleri acı kokan, gülüşleri umut dağıtan kadınların ektiği toprakların yanından geçecek gece seferini yapan otobüslerden birine.
Uykusuzluğa meydan okuyarak şoförün kısık sesle açtığı radyodan yükselen türkülerden birine eşlik ederken, şehrin çıkışına asılan “güle güle…” tabelasına bakarken çorak toprakların üstüne çöken ay ışığını kazıdım aklıma. Yirmi beş yaşlarına hüzün gölgelerini çökerten eli tespihli, acımasız adamları bir de. Sonra yüklerini sırtlayan, ağırlığına aldırmadan yürüyen; çizikleri, yaraları vücudunda bir güç simgesi gibi taşıyan okyanus kadınları.
Besna’yı kazıdım aklıma. Uykusuz, güçlü ve gülen Besna’ yı.
Çünkü o bütün uykusuz kadınların, acılı kadınların, ağlayan kadınların, hırpalanmış ve örselenmiş kadınların…
Çünkü o sessizliğiyle öldüren kadınların sesiydi.
Çünkü o ölümü de öldüren sesti.
Çünkü o; yaşamaktı.
“Dilerim gittiğin memleketlere senin okyanus kalbindeki merhamet bulaşır.
Dilerim rızanı almadan gönlündekini öldürenler üzülür.
Dilerim, dilerim ; sana umut, sana sevgi yazılır.”
☆’ Haydi Besna! Otobüs geldi.Çabuk ol.’
NURAY KAÇAN
HAZİRAN-2018
-ŞANLIURFA-
YORUMLAR
https://www.youtube.com/watch?v=O0itCGKqc3Y
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
Nazım Hikmet Kadınlarımız şiirinden alıntıdır.
Kaleminize sağlık Nuray hanım.
Ve yine acılı, ezilen, gururu, onuru ayaklar altına alınan bir kadın, onun gibi niceleri..Ve gözlerdeki hüznü, sırtındaki yükü görebilen nice güzel insanlar...Ve ve o güzel kalpli, koca yürekli sihirli kalemden dökülen cümleler..MUHTEŞEMDİ.Besna'lar yaşasın umutla, sevgiyle..