- 582 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Dünyayı Cehenneme Çeviren Biz Değil miyiz?
Herkes kendince bir şeylere inanıyor; daha fenası inandığını sanıyor. Aklı bertaraf ederek ve sorgulama sürecini tasfiye ettiğinin hatta daha ötesi düşünme melekesini devre dışı bıraktığının farkına bile varmadan çevrenin dolduruşu ve şartların gereği körükörüne inanıyor.
İnsan inanmadığı inanç sistemini çürütmek ve açıklarını bulmak için akıl ve mantık kurallarını seferber eder. Binlerce kitap yazar, bir o kadar sohbet tertipler inandıklarını yapay ve zorlama bir mantığa oturtmak için. Dolayısıyla eleştirilen inancı savunmak adına yazılan birbirinin aynısı kitapların bu yüzden hiçbir hükmü olmaz.
İnandığı için gerçeği göremeyenler, inanmadıkları alanda gerçeği görme şansı elde ederek akıl almaz derecede kusur ve noksan bulabilir. Aynı süreç, kendi doğru sandıklarına inanmayanlar tarafından da kendi cephelerinde yapılabilir. Öyleyse akıl ve mantıkla irdelenemeyen hatta vicdan terazine vurulamayan tamamen afaki ve rivayetlere boğulmuş inançlar için birbirimizi boğazlamak neden?
Dünya üzerinde tarih boyunca yaşanmış ve yaşanmakta olan bütün vahşet ve işkencelerin istisnasız hepsi inanç ve ideolojiler bahane edilerek icra edilmiştir. Asıl amaç ulusların ve insan topluluklarının yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürme olsa da… Bu tutum aklıyla tek taraflı olarak diğer canlılardan farklı ve üstün hatta daha ileri giderek şerefli olduğunu iddia eden insan denen ahmağın kendi çizdiği ve betimlediği profille uyuşmamaktadır.
Bir kere daha ifade etmek gerekirse inanmayı anlamak mümkün ancak başkalarını neden kendimiz gibi inanmaya zorluyoruz, bunu anlamak mümkün değil. İnanmak akılla icra edilen bir eylem değil. Dolayısıyla çelişkilerden arınmış tutarlı ve bilimsel kanıtlara itibar etmediği gibi böyle bir şeye ihtiyaç da hissetmez.
Sonuç malum. Neden inandığımızı, neden bir şeyleri savunduğumuzu ya da neden bir tarafta olduğumuzu kendinize bile inandırmaktan aciz bir şekilde çıkarlarımızı tatmin ettiği sürece inandığımızı sanıyoruz. Ve çıkar kovanımıza düşünce çomağı sokmaya çalışan biri oldu mu pençelerimizi gösterip kendi inançlarımız çerçevesinde savaşlar ilan ediyoruz. Bu arada vicdanımızı ve zihnimizi susturabilmek için sanal bir Şeytan düşmanı yaratarak vicdanımızın üzerine gönderiyoruz. Kabullenmesi ne kadar zor da olsa bu gerçeği kendimize itiraf etmek zorundayız.
Meselenin bir başka boyutu daha var. Karşı inançlarla yaptığımız savaş meselesi… Kazanırsak elimize geçecek ve önceden helal kılınmış mal ve mülkün sıcaklığı ve cariyelerin yumuşak tenleri gözümüzü döndürdüğü ölçüde vahşileşerek savaşıyoruz, savaşıyoruz. Kan döküyoruz. Kan döktükçe gözümüz dönüyor. Ayrıca kan döktüğümüz için kendi inançlarımız tarafından temelde cinsellik kokan sözlerle ön ödemeli ödüllendiriliyoruz.
Gerçekten bir şeye inanmak zorunda mıyız? Belki özellikle medeniyetin kemale ermediği ilkel dönemlerde doğayı ve olayları yorumlama sıkıntısı içinde inanç denen can simidine sarılmış olabiliriz. O zamanlar hayatı sorgulayamadığımız gibi ölüm denen olguya da bir anlam veremiyorduk. Dolayısıyla uzun yaşama istediği ve ölüm korkusu insanı tanımlanamayan ve tanımlanması beklenmeyen inançlara yönlendirmiş olabilir. Yerleşik hayata geçtiğimiz andan itibaren bu sefer de etik değerlerin varlığına ihtiyaç hissetmiş olabiliriz. Ama bütün bunlar birer fobi nöbetiydi geldi geçti. Artık ayaklarımızın yere basması gerekmez mi?
Başlangıçta kendisine göre sonsuz genişlikte olan dünya denen evrende yaşadığı amansız yalnızlığına çözüm bulan ve varoluş bunalımına çare olan inançlar zamanla genetik ve içgüdüsel çıkarlarla birleşerek insan türünün birbirine en acımasız muamelelerine sebep olan bir çeşit saplantı haline dönüşmüştür. Bundan kurtulamazsak birbirimizi en acımasız şekilde kırmaya, yok etmeye ve işkenceyle süründürmeye devam etmek zorunda kalırız.
Olaya bir de şöyle bakmaya çalışalım. Bakalım ne göreceğiz. Çıkarlarını kotarma noktasında sürü gücünün farkına varan insan zamanla inanç ve ileriki dönemlerde kavmiyetçilikle karışarak sosyal sürecin ortaya çıkardığı ideolojileri, içinde bulunduğu sürüyü bir arada tutacak motivasyon unsuru olarak kullanmaya başladı. Başlarda yaşamak için gereken ihtiyaçların temin edilmesinde, yaşamlarına kast eden tabii engellerin bertaraf edilmesinde ve tarif edemedikleri ani ölümlerin anlamlandırılmasında oldukça etkili ve inandırıcı çözümler getiren inançlar teknolojinin ilerlemesiyle inanırlarını peşinde sürüklemekte zorlanmaya başladı. Göksel inançların tezgahı toplaması ve defteri kapatmasının sebebi başka ne olabilirdi?
Hem dünya yaşanmaz hale geldi diye şikayet edeceğiz, hem de sorgulamaktan çekindiğimiz inançlar uğruna birbirimizi boğazlayacağız. Bu çelişkiye bir son vermediğimiz sürece bütün söylemlerimiz yalan ve bahane olmaktan öteye geçemeyecektir. Dünya da cehenneme dönecektir.