- 558 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yeteneklerimizden gelen azabı nasıl aşabiliriz?
Kendimi yazarken de sıradan bulurum. Büyük bir yazar olduğumu hiçbir vakit düşünmedim. Evet. Bugün de düşünmem. (Yazarlık serüvenimin sonuna kadar da böyle şeyler düşünecek değil gibiyim.) Çünkü yeteneğim hakkındaki tereddütlerimden kurtulamıyorum. Birisi foyamı meydana çıkaracakmış gibi endişeyle yazıyorum. (Nitekim bazen böyle şeyler yaşanıyor da.) Fakat, bu türden bir yoksunluk yanında, bende motivasyonu sağlayan başka birşey var: Heyecanlanıyorum.
Evet. Kalbime gelen şeylerin bazıları ’ilk defa bana gelmiş’ gibi geliyor. Yahut da cehaletim beni ’öyleymiş’ gibi kandırıyor. Kendimi tutamıyorum. Onları yazmasam ’yazık olacak’ gibi üzülüyorum. Dünyaya bundan fazlasını nasıl verebilirim? Geri kalan herşeyde benden daha iyiler var. Varlığım eksik kalsa hiçbir mekan boşluktan yakınmaz. Lakin gözlerime uğrayan resimlerde birinci benim.
Doğrudur: Güzel bir konu hatırıma gelip, fakat yazmak için uygun şartlar bulamadığımda, zalimleşiyorum. Kabalaşıyorum. Agresifleşiyorum. Öyle ya. O şey bir daha kalbime gelecek mi? Bir daha sırrını ortaya çıkarma fırsatını bana verecek mi? Belki de hiç uğramayacak. Bitti. İlk ve son görüşmemiz bu oldu.
Lakin eşi bulunmaz bir fırsatı kaçırmama sebep olduklarını çevreme nasıl anlatabilirim? Bana inanırlar mı? İçimde olan-bitenden haberdar değiller ki. Dilegetirsem alay edilmem ihtimali bile var. Bana ’deli’ derler mi? Hatta başta ’öyle düşünmediğimi’ söylediğim şeyi bile düşündüğümü düşünecekler. Evet. Düşünecekler. Buna karşı çarem yok. Bu anlayışsızlığa karşı koyacak silahlara sahip değilim.
Susuyorum. Sessiz bir öfkeye boğuluyorum. Bu kadar gürültülü bir şehirde varolduğuma üzülüyorum. Bu kadar kalabalık mekanlarda yaşamak zorunluluğunda kalmış olmam kanıma dokunuyor. Göklerde uçabilecekken kafeste ötmeye mahkum edilmiş gibiyim. Bu da beni muhabbet kuşları gibi gerginleştiriyor. Bana uğrayandan dünyayı haberdar edemediğim zaman çevremdeki herşeyi parçalayasım geliyor. Evet, bu abartı değil, böyledir.
Normalde kendimi uyumlu/neşeli birisi olarak görsem de iş yazmaya gelince içimdeki hayvan ortaya çıkıyor. Tıpkı kemiğine el uzatılınca hırlayan köpek gibi beni korkutuyor. Kendime bazen hatırlatıyorum: Herkesin bir imtihanı var. Bazıları bulduğundan bazıları umduğundan sınanıyor. Belki ben de bununla sınanıyorum.
Büsbütün de enseyi karartmayalım. Yazmak için bile olsa kötü birisine dönüşmek istemem. Böylesi nöbetleri atlattıktan sonra kaderle barışmanın bir yolunu ararım her zaman. Kadere imanım beni kendi tırnaklarımdan görebileceğim zararlardan da korur. Hayatımın memnun olmadığım yanlarını büyük, güzel ve hikmetli bir resmin parçası kılar. Orada öyle nezih görünce kendimi, ben de bana, yukarıda zikrettiğim kadar çekilmez gelmem. Belki derdimdir beni böylesi dermanlı kılan. Tıpkı ölümün hayatı bereketlendirmesi gibi.
Kur’an’da buyruluyor ki: "O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı." Hakikaten öyledir. Nice eylediğimiz ’hayat’ kadar ’ölümle’ de ilgilidir. İnsanoğlu hayatını kovalayan bir ölüm için bereketli kılar. Onun geleceği endişesiyle zamanını değerlendirir. Hatta daha ’detaylara konsantre’ bir bakışla diyebiliriz ki: Gündüzü gece, yazı kış, gençliği ihtiyarlık, zamanı geç kalma endişesi ’doldurulası’ kılar. Bu bakış açısıyla ’yazmanıza engel olan sebepler’ sûret değiştirip ’yazmanızın asıl sebeplerine’ dönüşür. Öyle ya. Belki size ’şimdi’ yazdıran da ’daha sonra’ yazamayacak olmanızdır. Yeteneklerinizden gelebilecek azabı böyle aşabilirsiniz.
YORUMLAR
Herkesin hayata bir geliş amacı var ki bütünde bir olmayı sağlayan. Bütünü tamamlamak adına kalbinin sesini dinleyip yapman gerekeni yapmak önünü açıyor insanın katılıyorum. Hiç unutmam İngiltere de üniversite sonrası eğitim için bulunuyordum. Yalnız yaşamaya başladığım ilk günler olduğu için para hesabını şaşırıp fazla açılmıştım ki ailemin göndereceği para gelmeden cebimde beş pound ile kalmıştım. Okuldan otobüse bilet alsam yemek yiyemeyecektim. Bende yürümeye başladım. Düşündüm ki o an önüme şöyle bir sürü para çıksa ne yaparım diye. Daha düşüncemi tamamlamamıştım ki hayatımda hiç başıma gelmeyen şey oldu ve düşüncemi önümde gördüm. İnanamadım, sağıma soluma baktım kimse yok. Resmen bir sürü para önümde duruyor. Kamera şakası yapıyor biri malum oldu sandım cidden. Aldım parayı ama koymuyorum cebime de çantama da ve tedirgin yürüyorum. Baktım içime sinmeyecek yol üstünde bildiğim yaşlılar evinin kapısını çaldım. Kapıyı açtı bir adam ki çok ilginçti sanki beni tanıyordu ben de onu. Parayı uzattım, aldı gülümseyerek. İçimde rahatlama ayrıldım ama ne salaksın kızım dediğini iç sesimin hatırlıyorum :))) eve son gücümle vardım, telefon çaldı. Arayan çocuklarına akşam baktığım aileydi. Acil beni çağırıyorlardı . Kıramadım yine yürüyerek evlerine vardığımda bayılmak üzereydim. Bana doğumgünü haftasındayım diye sürpriz hazırlamışlardı ve hediye olarak da o bahsettiğim paranın beş katını eğitim masraflarım için verdiklerini söylediler. Hayatayeniden başlamama ve daha iyi eğitim almama sebep onlardır diye düşünürüm de temeli o bulduğum para ve onu sahiplenmemeye yönelten iç sesimdir derim. Onun için yetenekler denilen şeyler şişirilmiş egolar gelir kendimiz tarafından uydurulan. Aslolan içimizde olan gerçeğimizdir. Çıkarabilen her daim huzurlu ve mutlu olur bence..
Saygılarımla
belkibirharfimben
İpekyildiz
Baktım pek Bi yorum almıyorsunuz başka Bi boyutta belki fikir belirtmek isteyenler çıkar'a öncülük edeyim dedim. Yoksa hani sadece yazmak hatta iyi yazmak yeterli olmayan mevzu da günümüzde yoruma açık bırakmak da önemli son cümleleri yazarken. Net'lik biraz bunaltıcıdır ya hani :)))