- 1574 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ATATÜRK-ÜN SOY AĞACI.
ATATÜRK’ÜN SOY AĞACI.
Bu göçlerin büyük çoğunluğu Oğuz Türkleri, Müslüman Oğuzların Yörük Türkmen boylarından gönderilen aileler teşkil ermektedir. Müslüman Oğuzların, Tanrıdağı ve Karagöz Yörüklerinden olup, Konya ve Aydın yöresine yerleşmiş bulunan isimler, teker teker yazılı bulunmaktadır.
Buradaki, 950 tarih ve 82 numaralı l yazıcı defteri ile 1051 tarih ve 469 numaralı il yazıcı defterinde Anadolu’dan Rumeli’ye geçen Türk boy ve ailelerinin isimleri açıkça yazılı bulunmaktadır.
Bunların Müslüman Oğuz Türk’ü Yörük Türkmen boylarından oluşan ailelerinin kimler olduğunu kayıtlarda belirtmektedir.
İşte bu kayıtlarda, Ulu Önder Atatürk’ün atalarının, Anadolu’dan Konya ve Aydın yöresinden geldiği yazılmaktadır. Atatürk’ün dedeleri; Anadolu’dan Rumeli’ye gidip, Makedonya’nın Manastır Vilayeti’nin Derbei Bala sancağına bağlı bulunan Kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Alüş Efendi derlerdi.Kocacık Nahiyesinin tamamı Türk’tür.
Atatürk kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Efendi’nin torunudur. Hafız Ahmet Efendi’nin saçları kırmızı olduğu için adına "Kırmızı Hafız Efendi" derlerdi. Ulu Önder Atatürk’ün dedesi kırmızı Hafız Efendi kocacık Nahiyesinde ilkokul eğitmenliği yapmakta idi.
Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi de bu kocacık nahiyesinde dünyaya geldi. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendiye Alüş Efendi derlerdi. Kocacık nahiyesi tamamen Türk’tü.
Burada yerleşenlerin çoğu Aydın ve Konya yöresinden gelen Türklerdir. Hatta bu aileler Yörük Türkmenleridir. Bu Yörük Türkmenlerinin Tanrıdağı ve Karagöz olduğu yukarıda adı geçen il yazıcı defterinde kayıtlı bulunmaktadır. Keza yine belgelerde Aktan ve naldöken Yörüklerinde buralarda bulunduğu yazılmaktadır.
Fetihnamelerde, buralardaki Konya Türklerine hudut gazileri ünvanı verildiği yazılmaktadır. Bu Türklere miri, Yörülen Türkmenlerden denilmekteydi. Ulu Önder Atatürk özbe öz Türk olup, Konya ve aydın yörelerinden gitme çok asil bir ailenin evladıdır. Annesi Zübeyde Hanımefendi’nin babası aydından Selanik’e gitme çok asil bir ailenin evladıdır. Annesi Zübeyde Hanımefendi’nin babası Aydınlıdır.
Bu bilgiler Başbakanlık Eski Müşaviri Şecaattin Zenginoğlu’nun "Bilgi Çağındaki Türk Gençliğinin Yükselen Sesi-1999" isimli kitabından alınmıştır.
3.
4.
5. ATATÜRK’ÜN DOĞUM YILI
Atatürk’ün doğum yılı olarak bazı kayıtlarda 1880, bazılarında 1881 geçer.
Doğum günü ise belli değildir.
Atatürk’ün doğum tarihini yıl olarak gösteren en eski belge, 1899 yılında, İstanbul’da, Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Kara Harp Okulu)’ye girdiği tarihte, okulun "1315 Duhüllülere Mahsus Künye Defteri"ne düşülen nottur:
"Numarası 1283. Selânik’te Kocakasım Mahallesi, Gümrük memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi’nin mahdumu (oğlu), uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selânik 96 (1296)"
Atatürk’ün, ilk TBMM kurulduktan sonra, Meclis’e verdiği tercümei hâl fişinde de doğum tarihi 1296 olarak gösterilmiştir.
1.8 Ekim 1338 (1922) tarihinde Ankara nüfusuna kayıt olduğu zaman kendisi için doldurulan nüfus tezkeresinde bu tarih hem rakamla, hem de yazıyla 1296 olarak tespit edilmiştir.
1296’nın Rumi mi, Hicri mi olduğuna dair bir işaret olmadığına göre, 7 Kanunusani 1329 ( 20 Ocak 1914) tarihli Doğum Tarihleri Hakkındaki Şûrayı Devlet Kararı’na göre, bunun Rumî sayılması gerekir.
Osmanlı Devleti’nde 1840 tarihinden itibaren Hicri(Kameri) ve Mali (Rumi) takvim birlikte kullanılmaya başlamış,bu takvimlerle ilgili 28 Şubat 1917 ve 1 Ocak 1918 tarihlerinde ay ve gün kaydırılmak suretiyle yeni düzenlemeler yapılmıştı.
26 Aralık 1925 tarihinde 698 sayılı yasayla da, Miladi Takvim kabul edildi.
Bu takvimlerin her birinde yıl, ay ve gün farklılıkları vardır. Dolayısıyla, basit mantık oyunları dışında, bu takvimler arasında karşılaştırma yapma, gerçekten zor ve karmaşık bir iştir.
Rumî (Malî) 1296 yılı, kronolojik açıdan Milâdî 13 Mart 1880’den 12 Mart 1881 tarihine kadar olan zaman dilimini kapsar.
O dönemde, Müslümanlar soy adı kullanmıyorlardı.
Özellikle dindar ailelerde, yeni bir çocuğun doğumunu aile reisinin bir Kur’an’ın boş bir tarafına veya o zamanki evlerin demirbaş kitaplarından olan Ahmediye veya Muhammediye ciltlerinin bir kenarına kaydetmeleri alışkanlığı vardı. Resmî nüfus kütüklerinde ise doğum gününün veya ayının yazılması usulden değildi.
Zübeyde Hanım, evdeki iki Kur’an-ı Kerim’den birine çocukların doğumlarının yazıldığını, fakat Ali Rıza Efendi ölünce, başucunda sadece bir Kur’an-ı Kerim olduğunu, onda da hiçbir yazının olmadığını, belki de Ali Rıza Efendi’nin kayıtlı Kur’an-ı Kerim’i, devam ettiği camideki hocalardan birine hediye etmiş olabileceğini, söylemişti.
Bizzat Atatürk de, doğum tarihinin evlerindeki Kur’an-ı Kerim’de yazılı olduğunu, sonra bu Kur’an’ın kaybolduğunu, bu sebeple doğum gününü bilmediğini söylemişti.
Eskiden kimlik düzenlemelerinde, doğum tarihleri kaydedilirken, çoğu zaman sadece yılın yazılması, ay ve günün belirtilmemesi geleneği, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar da sürmüştü.
Doğaldır ki, bu durum bazı karışıklıklara neden oluyordu.
Rumî 1296’dan Milâdî takvime geçip, kesin doğum yılını belirleyebilmek için, doğum yapılan ayın, bazen de günün bilinmesi şarttır.
Tanınmış Tarihçi ve Yazar Faik Reşit Unat ( 1899-1964), bu durumu öğrenebilmek maksadıyla, Selânik’e giderek Zübeyde Hanım’ın halen hayatta olan komşularıyla görüşmüştü. Ancak, aldığı cevaplar çelişkiliydi. Bazı komşularına göre Zübeyde Hanım, Mustafa’yı bir bahar mevsiminde, bazılarına göre zemheride ( ocak, şubat ayları) doğurmuştu.
Atatürk, “ Annemden işittiğime göre, bir bahar mevsiminde doğmuşum” diyordu.
Kardeşi Makbule Atadan’ın açıklaması daha değişikti; Annesinden duyduğuna göre, Atatürk fırtınalı bir gecede doğmuştu.
Bu değişik ve çelişkili açıklamalar yüzünden kesin bir sonuca varılamadığı için, bazen 1880, bazen 1881 yılı, Atatürk’ün doğum yılı olarak kabul edildi.
Örneğin Enver Behnan Şapolyo, “ Atatürk, 23 Aralık 1880’de doğmuştur" derken, Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk’ün 4 Ocak 1881’de doğduğunu (80) iddia etmişti. Atatürk’ün doğum tarihini 1880 olarak gösteren pullar çıkmış, bazı okul kitaplarında 1880 tarihi yer almıştı.
Atatürk’ün doğum yılı ile ilgili önemli bir belge, Atatürk soyadının kabulünden ( 24 Kasım 1934) sonra, Ankara Nüfus Müdürlüğü tarafından yeniden düzenlenen ve günümüzde aslı İstanbul- Şişli’deki Atatürk Müzesi’nde bulunan son nüfus hüviyet cüzdanıdır.
Atatürk’ün sağlığında ve şüphesiz onun onayı alındıktan sonra düzenlenen bu nüfus hüviyet cüzdanında, doğum yılı 1881 olarak gösterilmiştir.
Buna göre, 1881 yılı, Atatürk’ün de kabul ettiği tarihtir.
Atatürk’ün arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy der ki:
“…Bazı biyografilerde 1880’de doğduğu ileri sürülürse de, 1881 doğumlu olduğu muhakkak gibidir. Hiç unutmam. Mütarekede İstanbul’da, bugünkü Atatürk Müzesi olan binada, bir akşam yemeğinden sonra, oturmuş, oradan buradan konuşuyorduk. Rauf Orbay da orada idi. Söz dönmüş dolaşmış yaş bahsine gelmişti.
‘ Fuat Paşa’ demişti. ‘ Rauf Bey’le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz’.
Benim doğum tarihim 1882’dir.”
Atatürk’ün doğum günü olarak 19 Mayıs’ın kabul edilmesinin ise ilginç bir çıkış noktası vardır.
Türk Tarih Kurumu kurucuları arasında yer alan Tarihçi-Yazar Reşit Saffet Atabinen ( 1884-1965), 19 Mayıs 1932’de, Atatürk’e, Türk Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenme ve koordinesinin ilk adımı kabul edilen 19 Mayıs’ı kutlamak için, “ Doğum Gününüzü Kutlarım” şeklinde bir telgraf çekmişti.
Esasen bu yapılan, Atatürk’ün maddî anlamda dünyaya geldiği günün kutlanması değil, Atatürk’ün 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışının önemini belirten manevî bir jestti.
19 Mayıs 1919’un önemini gösteren bu jest, Atatürk’ün çok hoşuna gitti.
Bunu izleyen günlerde, 1932 yılının Temmuz ayında, Birinci, Türk Tarih Kongresi sıralarında, Aydın Halkevi’nden bir öğretmen, bir Gazi Günü tertiplemek istediklerini söyleyip, ona doğum gününü sormuştu. Atatürk, onu;
“ Bana sormayınız, doğum günümü bilmiyorum. Gazi Günü olarak da, Samsun’a çıktığımız günü Gazi Günü yapabilirsiniz” diye cevapladı.
Atatürk’ün doğum gününün 19 Mayıs 1881 olarak kabul edildiği, Atatürk’ün onayı alınarak, Cumhurbaşkanlığı’nın resmî belgelerinde de yer aldı.
İngiltere Büyükelçisi Morgan, 10 Kasım 1936’da, Dışişleri Bakanlığı’na, İngiltere Kralı Edward VIII ( 12 Aralık 1936’dan sonra Windsor Dükü Prens Edward)’ın, doğum günü nedeniyle, kendisine özel ve samimî bir tebrik telgrafı çekeceğini söyleyerek, Atatürk’ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmişti.
Buna, Genel Sekreter tarafından, 12 Kasım 1936 günü, “ Cumhurbaşkanı Atatürk’ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim” diye cevap verildi.
Bu konuyu Prof. Afet İnan şöyle anlatır.
“…Mustafa Kemal’in doğum ayı ve günü ya hiç yazılmaz veya yanlış olarak sonbahar diye gösterilir. Başka tarihleri verenler de yok değil. Halbuki kendisinden bizzat işitmişimdir bir ilkbahar günü doğduğunu. Hatta bunun mayıs olduğunu söylemiştir.
Bir gün yanında benim de bulunduğum sırada Riyaseticumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak, Atatürk’e evrak getirmişti. Bunda doğum gününün bildirilmesi rica ediliyordu, sonradan arşivlerde bulduğum yazı şuydu:
10/11/1936
Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekaleti
Protokol Dairesi Şefliği
U. No: 21081
H. No: 177
Riyaseticumhur Umumi Katipliğine:
İngiltere Maslahatgüzarı Mösyö Morgan Vekaletimize müracaat ederek Reisicumhurumuzun yevmi veladeti münasebetiyle İngiltere Kralı 8. Edward tarafından hususi ve samimi bir tebrik telgrafı çekileceğini söylemiş ve Atatürk’ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmiştir.
Keyfiyeti arz eder ve İngiltere Büyükelçiliği’nce talep edilen malumat tensip buyurulduğu takdirde iş’arına müsaadelerinizi rica ederim.
Hariciye Vekili Y. Türkgeldi.
Atatürk, bunun üzerine bir süre düşündü. Herhalde kendisi de bunu tam olarak bilemiyordu. Annesi i ilkbahar günü doğduğunu söylemişti vaktiyle, onu hatırlıyordu.
Biraz bekledikten sonra birden Hasan Rıza Soyak’a dedi ki:
- Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?..
Bunun üzerine Hariciye Vekaleti’ne 12/11/1936 tarihli şöyle bir yazı gönderildi:
‘ Reisicumhur Atatürk’ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduğunu arz ederim. Hasan Rıza Soyak.’ ”
13 yıla yakın Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras’ın, bu konudaki açıklaması da şu şekildedir:
“…Atatürk’le beraber günlerce araştırıp düşünmüş, hatırlamaya çalışmıştık olayları…Okul kayıtlarına, nüfus idarelerine bakılmıştı. Bütün bunlardan sonra, Mayıs ayında doğduğu ortaya çıkmıştı. 10 mayıs ile 20 Mayıs arasına bile yaklaşmıştık.
Atatürk, o zaman, ‘ 19 Mayıs niçin olmasın?’ dedi.
Zaten, 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığı ilk güne içtenlikle bağlıydı.
Ve böylece bu tarih, yalnız İngiltere Kralı’na değil, bütün yabancı devletlere Dışişleri kanalı ile bildirildi. “
Ancak, gün olarak 19 Mayıs’ın kabul edilmesiyle, ilginç bir durum ortaya çıkıyordu.
1881’in 19 Mayıs’ı, Rumî 1297’ye denk geliyordu; Atatürk’ün Rumî doğum yılı ise 1296 idi.
Ya da Rumî 1296, Milâdî 13 Mart 1880- 12 Mart 1881 arasını kapsadığından, 19 Mayıs 1880 olması gerekiyordu.
Kısacası gün ve ay bilinmediğinden, Rumî 1296’ın karşılığı ne 1880, ne de 1881 kesin olarak doğru kabul edilemiyordu.
Şüphesiz bu konudaki araştırmalar sürdü.
Mustafa Kemal Derneği eski başkanlarından Muhtar Kumral, 13 Mart 1958 günü yaptığı basın toplantısında, yeni bir iddia ortaya attı.
Kumral, bu toplantıda, Atatürk’ün doğum tarihini 13 Mart 1881 olarak saptadığını ileri sürdü.
Anlatımına göre, Şişli’deki Atatürk Müzesi Müdürü Süreyya Çankan, kız kardeşi Makbule Atadan’a, Atatürk’ün doğum gününü sormuş, o da,
‘ Annem arada anlatırdı. Mustafa’m, karlı, fırtınalı bir gecede doğmuştu. Hasta pek hazırlıklı değildim. Eksik olmasınlar konu komşu ellerinde fenerlerle bizlere yardıma koştular. İşte bu gece 13 Mart 1881’e tesadüf etmektedir’ demişti.
Oysa, Milâdî 13 Mart 1881 tarihi, Rumî 1 Mart 1297’ye denk düşer.
Atatürk’ün doğum yılı Rumî 1296 kesin olduğundan, bu durumda 13 Mart 1881 tarihi doğru olarak kabul edilemez.
Buna rağmen, Mustafa Kemal Derneği, 13 Mart 1962’de Harbiye Orduevi’nde, Atatürk’ün doğum gününü çeşitli etkinliklerle kutladı.
Bu doğum günü kutlama geleneğini gelen yıllarda da sürdüren Mustafa Kemal Derneği, herhalde 13 Mart 1881 tarihinden kesin olarak emin olamadığı için, 12 Haziran 1965 tarihinde, bir yazı ile, Türk Tarih Kurumu’ndan Atatürk’ün doğum tarihini sordu.
Türk Tarih Kurumu da, 10 Temmuz 1965 günü, cevabî bir yazıyla, Atatürk’ün doğum tarihinin, Atatürk’ün de onayıyla, 19 Mayıs 1881 olarak kabul edildiğini, bildirdi.
Sonuç olarak, Atatürk’ün doğum yılını, Rumî 1296 olarak bilmemize rağmen, gün ve ay bilinmediğinden Milâdî takvime göre 1880 mi, yoksa 1881 mi olduğu tespit edilememektedir.
Atatürk’ün doğum tarihini gün ve ay olarak, eldeki bilgi ve bulgura dayanarak belirlemek ise mümkün değildir.
Atatürk’ün resmî belgelere yazdırdığı 1881 yılı, büyük olasılıkla, yıl olarak doğrudur.
Atatürk’ün doğum yılı nüfus cüzdanına 1881 olarak geçtiğine, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın en önemli günü sayılabilecek 19 Mayıs gününü doğum günü olarak benimseyerek arzuladığına ve bu durum bütün devletlere resmen bildirildiğine göre, simgesel de olsa, 19 Mayıs 1881’in Atatürk’ün doğum tarihi olarak kabulü, uygun olarak değerlendirilebilir.
6.
ATATÜRK’ÜN KENDİSİNİ TANIMLAMASI:
(1)”Benim hayatta yegane fahrim (onurum), servetim, Türklükten başka bir şey değildir.”
“Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir.”
(Bozkurt, Mahmut Esat; Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İst., 1955, s.95)
(2)Bir İngiliz’in “siz hangi asil ailedensiniz?” sorusuna verdiği yanıt:
“Anasının ve babasının asilliğiyle iftihar eden Teodoz, İtalya Yarımadasına inmek isteyen Türk Atilla’ya barış görüşmesinden önce sormuş: ‘Siz hangi asil ailedensiniz?’ Atilla’da ona cevap vermiş: ‘Ben asil bir milletin evladıyım!’ işte benim cevabımda size budur!”
(Egeli, Münir Hayri; Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İst., 1959, s.15)
(3)” Türk, Türk olduğu için asildir… çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz.”
(Ünaydın, Ruşen Eşref; Atatürk Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar), TDK. Yayını. Ank., 1954, s.549)
(4)“… Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım (dır)”(Egeli, Münir Hayri, s.699
(5)“Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı…’Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!’ diyelim”
( Faik Reşit Unat’ın “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” Türk Dili Dergisi, Sayı 146, 1963 makalesinden aktaran Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ank., 1984, s.171-173)
(6)” Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır…”
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II. derleyen Nimet Unan, Türk İnk. Tarihi Ens.yayını, Ank.,1959,s.143)
(7)Zübeyde Hanım’ın soyu Yörük’tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği’nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar’da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, “Konyarlar” ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır.
Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde’nin babası Sofi-zade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza’ya göçer ve bir çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857′de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım’dır.
(Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.40-46 - Göksel, Burhan; Atatürk’ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Bak. Yay., Ank.1994, s.7)
(8) M. Kemal’in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956):
“Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük’tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz” diyor ve atalarından bazılarının da sonradan tekrar Konya’ya geri döndüğünü de şöyle açıklıyor: “Dedem Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak.”
(Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.46)
(9)Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor:
“…Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk’e “Yörük nedir?” diye sordum. Ağabeyim de bana ‘Yürüyen Türkler’ dedi.”
(Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İst.,1958, s.33,23- aktaran Güler, Ali s.45)
(10)Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular:
“…. Benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenler’dendir.”
(E.B.Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.27, 28)
(11)"Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı...’Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!’ diyelim"
(12)" Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır..."
(13)Atatürk kendisini böyle tanımlıyor. Ben bir Türk’üm diyor ve bundan gurur duyuyorum diyor. Kişi, hissettiği milletten olduğuna göre bu sözler üzerine daha denecek bir şey yoktur. M. Kemal, bir Türk’tür ve koca bir Türk’tür, Türk’ün Atası’dır. Türk milletine, unuttuğu milli kimliğini tekrar kazandıran, ümmetten Türk milletine dönmesini sağlayan bir Türk’tür. Yeni Rıza Nurlara bunlar da yetmeyecektir. Hiç gerek olmadığı halde, konuya tam açıklık getirmek için, ana ve baba soyunu da irdeleyeceğiz. Kimdir, kimlerdendir ona bakacağız MUSTAFA KEMAL’İN ANNESİ YÖRÜK TÜRKMEN’ DİR. Zübeyde Hanım’ın soyu Yörük’tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği’nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar’da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, "Konyarlar" ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır.
(14)Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde’nin babası Sofi-zade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza’ya göçer ve bir çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857’de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım’dır.
(15)Zübeyde Hanım’ın soyunu birde anlatılanlardan görelim.
M. Kemal’in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956): "Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük’tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından bazılarının da sonradan tekrar Konya’ya geri döndüğünü de şöyle açıklıyor: "Dedem Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak."
(16)Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor: "...Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk’e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana ’Yürüyen Türkler’ dedi."
(17)Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular: ".... Benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenler’dendir."
(18)Zübeyde Hanım’ın babasını, kocası Ali Rıza Efendi’yi ve Ali Rıza’nın babası Kızıl Hafız Ahmet Bey’i de tanıyan Selanik doğumlu Aydın Milletvekili Hasan Tahsin San (1865-1951)
(19)şu bilgileri verir: " Atatürk’ün validesi, Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Fethullah Ağa’nın kızıdır. Selanik’te doğmuştur. Bu aile bundan 130 sene evvel (1800’lü yılların başı oluyor.) Sarıgöl’den Selanik’e gelmişlerdir. Vodina sancağının batısında Sarıgöl nahiyesinde onaltı köyden ibaret olan bu nahiye ailesi, Makedonya ve Teselya’nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı hükümetinin sevk ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık-kıyafetlerini değiştirmemişlerdi."
(20) Bir yabancı yazar da Atatürk’ün annesi hakkında edindiği bilgileri şöyle aktarıyor:"Mustafa’nın babası Ali Rıza Efendi, anası da Zübeyde Hanım’dı. Zübeyde Hanım... sarışındı; düzgün, beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik’in batısında Arnavutluk’a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türklerin Makedonya’yı ve Teselya’yı almalarından sonra Anadolu’nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros Dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın Yörükler’in kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti; saçları onun gibi sarı, gözleri onun gibi maviydi."
(21)Zübeyde Hanım’ın kendi ifadesi; oğlunun, kızının, kendisini tanıyanların ve de konu üzerinde çalışanların ortak ifadesi; Zübeyde Hanım’ın Yörük-Türkmen olduğudur. Yani Zübeyde Türk’tür. MUSTAFA KEMAL’İN BABASI YÖRÜK TÜRKMEN ‘DİR. Mustafa Kemal’in baba soyu, Aydın/ Söke’den gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen, "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi, Manastır’ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık’ta dünyaya gelmiştir(1839). Aile sonradan Selanik’e göçmüştür. Babası İlkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi’dir. Amcası, Kızıl Hafız Mehmet Efendi’dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi’nin soyunun, Anadolu’nun da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık Yörükleri-Türkmenleri"nden geldiğini göstermektedir.
(22)Anne soyunda olduğu gibi baba soyunda da en sağlam bilgiler önce Atatürk’ün, annesinin, kardeşinin anlattıkları; sonra çevrelerinin aktardıklarıdır. Makbule Hanım; "Babam Ali Rıza Efendi, Selanik’lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir."
(23)Atatürk: "... Benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenler’dendir."
(24)M. Kemal’in Selanik’te mahalle ve okul arkadaşı, Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer (1882-1950):
(25)"Atatürk’ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar: Atatürk’ün ataları Anadolu’dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik’in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık’lıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörük’tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır."
(26)10 Kasım 1993’te Milliyet gazetesi "Ata’nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar. Gazeteci Altan Araslı, Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal’ın aktardıkları: "Ali Rıza Efendi, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık’ta dünyaya gelir. Kocacık’ın nüfusu tamamen Türk’tür. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu’dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız."
Not:Kemal DEMİR’in yazısı - Makedonya Türkleri Resmi Sitesi
7. Mustafa Kemal Atatürk’ün Babası Ali Rıza Efendi (1841-1888).
Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik’te doğdu. Söke’den Selanik’e yerleşmiş Türkmenlerden “Kırmızı Hafız” lakaplı Ahmet Efendinin oğludur. İlkokulu Abdi Hafız Mahalle Mektebinde okudu. Selanik’te Evkaf İdaresinde katiplik, sonrada Gümrük Muhafaza Teşkilatında memurluk yaptı. Memurluğu sırasında, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızı Zübeyde Hanımla evlendi.
1876 yılında da Selanik Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görev alan Ali Rıza Efendi, daha sonra da kereste ticareti yapmaya başladı. Zübeyde Hanım’dan beş çocuğu oldu. Çocuklarından Naciye, Ömer ve Fatma fazla yaşamadı. Sadece Mustafa ve Makbule hayatlarına devam edebildi. Ali Rıza Efendi, 1888 yılında, tek oğlu Mustafa Kemal ilkokulda okuduğu sırada, rahatsızlandı ve öldü.
8.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.