- 708 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Şiirin neresindeyiz
Arkadaşımın izinin bitmesine az kalmıştı. İki yıllık doğu görevini yapmak için Bitlise gidecekti. Durduğumuz yer. Merkeze araçla yedi dakika ya var yoktu. Arkadaşım altındaki araçla hadi dedi. Şu askeri elbiseyi bir terziye götürelim. Bildiğin bir yer var mı diye sordu. Var dedim. Ne var ki gittiğimizde adam açık değildi. Esnafa sorduk. Başka nerde terzi buluruz diye. Adamın biri bize tanıdığı buranın yerlerinden biri olan terziyi tarif etti.
_Bakın gençler bu yoldan merkeze çıkın. Parka yaklaşınca hemen bakanın yanında bir ara var aradan girin. Karşınıza cami çıkacak camin arkasında. Adamın tersizi.
Merkezi bildiğimiz için adamın verdiği tarif bize bek karışık gelmemişti. Terziyi elimizle koyduğumuz gibi bulmuştuk. Adam aptes almış namaz vaktini ekmek teknesinde beklemek için terzihanesine geliyordu. Bizi görünce durakladı.
_Hayırdır gençler.
Arkadaşım derdini anlattı. Adam baktı askeriyi elbiseye ne yapacağını düşündü.
Ama dedi bende şerit yok.
Arkadaşlar arkadaşımın rütbesini belli edecek şeritleri bulmak için koştururken bende. Dışarıda bekledim. Adam içerde bulunan tabureyi bana uzattı.
İki mahalle arasından yüz ya da yüz eli metrelik bir yol vardı. Mahallenin genişli iki metre, bir araççın geçe bileceği mesafe aralığı vardı.mahalleyi ayrın yolu hafif, her iki yandan eğik yapmışlardı. Bunla da yetinilmeyip yolun ortasından geçen avuç içi genişliğinde uzunca ark yapmışlardı. Ana caddeye yakın olan yolun başlangıççında. Başlayan taş yapılar ve o yapının arasına karışmış tahtadan evler. Diğer yolun başlangıççında nerdeyse tamamen tahtadan evler yapılmıştı. Ana caddeden gelen sesleri dinliyordum. Simitçi bir yandan bağırıyor elbise satıcısı diğer yandan. İnsan ve araç kalabalığının sesleri geliyordu. Ancak ana yolun karşısında oturduğum taraftaysa ise o sesleri yaratanların sessi geliyordu. Dikiş makinesinin. Araç tamircisinin. Ayakkabıcının çekiç sesi, cam kesme makinesinin sesi. Bir taraf tüketimin sessi diğer taraf üretimin sesini soka taşıyordu.
Sokağa baktığımda aklıma eski Türk filmlerinden eski mahalle sahnelerinden birinde rol almışım hissi uyandırıyordu. O günlerde daha doğrusu yıllar boyu bir şairin Emirhan oğuzun Ateş hırsızları söylencesi atlı kitabın peşine düşmüştüm. Ortaokul yıllarında başucu kitaplarımdan biri olan bu kitap göç yolarındaki yolculuğumda kaybolmuştu. Ateş hırsızları söylencesinde ki kitapta bulunan yaşamak şuncağız bir şey, şiirini hatırlamıştım. Ancak şiiri tam hatırlayamadığım için tekrarlıyorum. Şiirin şifrelerini çözmek için uğraşıyorum. Ne var ki beni alıp uzaklara götüren düşünmemi sağlayan o anda aklıma gelen bir öykü olmuştu. Bir takvim yaprağında okumuştum yanlış hatırlamıyorsam. çobaın biri önüne gelene ya kardeşim bende şiir yazıyorum şairde. Ancak benim yazdıklarım ilgi görmüyor ancak şairin yazdığı ilgi görüyor anlamıyorum diye yakınıyormuş. Bir gün çobanın köyüne gelen şairin biri çabanın hevesini kırmak için senin yazdıklarının da şiir demiş. Ama çoban kendisini kanıtlamak şairden üstün olduğunu için yazdığı bir şiiri okumuş. Herkes hayretler içinde kalıp çobanı alkışlamamışlar. Çoban üstünlüğünü kanıtlamak ve şairi lezir etmek için köyüne gelen şairden yazdığı bir şiiri okumasını istemiş. Şair kırmamış yazdığı bir şiiri okumuş. Herkes yine şaşkın yine herkes alkışlıyor. Ancak bir fark var. Şairin şiiri herkesin dilinde çok sevilmiş. Çoban koşup şairi yakılıyor. Bunun sırı ne diye soruyor. Şair çobana gökyüzüne bak diyor. Çoban gökyüzüne bakıyor. Şair soruyor. Ne görüyorsun. Çoban karşılık veriyor. Güneşi. Şair peki diyor gözlerini kapat ne görüyorsun diyor. Çoban hiçbir şeyi diyor. Şair çobana ben gözlerimi kapattığımda güneşi görüyorum hatta akşam çıkacak olan ayıda görüyorum demiş. Öyküye katkılarım tapi ki var. Bu öyküden sonra şiir kitaplarına baktım. Hemen hemen aynı şiirleri yazıyor. Aşk ne kadar sevdiğimizi yazıyoruz. Bildik kelimelerle. Şairin gözü kapılıyken gördüğü güneşi hatta ayı göremiyoruz. Ya da size şöyle diyeyim. Ana yoldan gelen seslerle şiir yazmışız. Oysa ana yolun arka sokağında üreten şiir yapamamış. Ne o mahalleyi nede o mahalledeki sesler şiirlerimize koymamışız. İmgelerimizi kaybetmişiz. Günlük kullandığımız yüz eli iki yüz kelimelerle şiirler yazıyoruz, kelimeleri arka arkaya koyarak. Oysa kelime dağırcığımız biraz daha geniş olsa. O zaman belki Orhan velinin İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı şiiri gibi. Yaşantımızda ki sesleri de şiirlerimize yansıta biliriz. Yoksa o sesler kelimesiz kalacak. Biz, seni seviyorum senin için bitiyorum türünden şiirler yazıp duracağız.
Korkum geçmişimizi(o eski mahalleyi) bu günümüzü. Bırakın bu günümüzü geleceğimizi kaybedeceğiz. Betonlara gömeceğiz
Bülent tuğran taş
YORUMLAR
Sn. Bülent Tuğran TAŞ;
Her ne kadar yazım hataları da olsa, gerçekten çok doğru yazılanlar. Bizlerin birazck daha kelime dağarcığımız gelişmiş olsa çok daha farklı yazardık inanıyorum. Bunun için bol bol şiir okumalıyız. Ben hiç bir zaman şairim diyemiyorum. Diyemem de zaten, yazdıklarım acizhane belki de Çoban gibi yazıyorum bende.. Arkadaki o güzellikleri görmeden yalnızca yüzeysel olarak. Belki gözlerimi kapattığımda ben de bir şey göremiyorum. Ama inanıyorum ki Şairlerin gönül gözleri açık onlarla görüyorlar gözlerrini kapattıklarında.
Bu yazılanlar Bana da bir şeyi hatırlattı, mesela bir yemek yapılırken o yemeğin içindkei malzemeler nerelerde yetişiyor? ne şartlarda toplanıyor? Nasıl geliyor soframıza kadar? Asıl emek aslında onları yetiştirenlerin biz her ne kadar görmesekte..
Emeğinize sağlık, çok tşk ederim..
Tema olarak haklı bir konudur ki sebebi okuma alışkanlığının azlığındandır.Ama şükür ki okuyanlardanız.
Ve Sn.Taş,yazınızı sanırım kontrol etmeden eklediniz ki haddinden fazla yazım yanlışı gözüme çarptı.Giriş gelişme sonuç dizgesini de göremedim yazıda maalesef.İçeriğine sözüm yok ama daha dikkat etmeniz gerekirdi okuyan ve yazan biri olarak değil mi?
Saygılar