- 361 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Müruru Zaman 14 ve 15
İtaati artırmak; itaati sağlamak için gözdağı verme isteği içinde olan efendinin, ibret verme için kölesini öldürmesi; diğer yandan efendinin sömüreceği köle sayısının ve sömürünün azalması olmakla efendinin istemediği durumdur. Zıtların sizde (efendide) çelişki olarak belirmesi diyalektiğin yasasıdır.
Bu yasa gereği, öldürmekle azalan sömürü olanağının çelişkisi içinde olan El, diyecekti ki; : "El’iniz çok merhametlidir. Kölenin de El’idir. Siz El’in kulusunuz. Sizin en güçlünüz, zalimden (efendiden) hakkını alanınızdır" diyecekti. “En güçlünüz zalimden hakkını alanınızdır” söylemi; “efendinize itaat edin. Efendisine itaat eden bana itaat eder” diyen El’in söylemiyle tümden çelişecekti.
El’in “ Sahibine (büyüğüne-efendisine) itaat eden bana itaat etmiş olur” diyen söylemi sömürüyü ortaya koymak istemenin ihsas ve ihdasıydı. Diğer çelişki öldürmelerle azalan köle sayısını önlemek için direnişi meşru etmiş gibi görünürse de yine El’in sömürüsünü ortaya koyacak kölelerin sayısının azalmamasını istiyordu.
Öldürdüğünüz kölenin yerine yenisi nereden gelecekti? Her köle başka başka El sahipliği uhdesinde olmakla dokunulmazdılar. O halde yeni köle için size bir yol kalıyordu. O da başka El hükümranlığına saldırmaktı. Değilse bu söz, bir takdir ile zalimin zalimliğini kaldırmak yerine “direnin” demek zulmü ve zalimin varlığını onaylamaktı. Zalim neden vardır? El takdirli sahipliği olmakla vardır. Sahipliğini daha da artırıp sahipliğini sürdürmek için vardı. Sahipliği kim takdir etti? El? Zalimlik var kabul edin ama zalimde hakkınızı alın diyen kim? El. Bu söz tersten efendiye, “öldürme” demekti.
Bu söylem diğer bir köleci anlayışlı yansıma şekliyle saygıda kusur edilmeyen büyüklere efendilere karşı “direniş yapmaya ödün ve meşruiyet vermekti” Efendi bununla kalmayacaktı. Çünkü efendi geleceği bilmiyor. Gelecekle ilgili öngörüleri de yoktur. Bu nedenle efendi; verimi artırmak için mülkünden bir kısım yeri köleye; ‘kölenin kendisi için çalışacağı bir zaman ve mekân alanı ayırıp kölenin kendisine çalışması için köleye verecekti’. Bu feodalizmdi. Dinlerin ana kaynağı olan iman ideolojisiydi. Bu El biraz sonra yeryüzü sahipliğine soyunan bir El’ olacaktı.
Efendi, kendi bencilliğinin gereği olarak zulmü; zalimliği; kendi mutlak sahiplik tutumunu, öngörmüştü. Efendi yine kendi mutlak tutumunun sürekliliği ve gelecek içinde kendi esenliği için; kendi dışındaki nedenden ötürü ve kendisine çalışacak kölelerin olması gerektiğinden; efendi bu sözlerle kendi zulmünü frenlemeyi de öğrenmişti. Firen yapmasını yine kendi tutumu içinde öngörmüştü. Yani efendi gereğinden çok çoğalmış olan kölelerin, belli sayısına kadar azalan süreçle zulmediyordu.
Belli sayıdan sonra azalan köle sayısı, kendi zenginliğini etkiler. O zaman da efendi zulüm etmemek için frene basar. Çoğalan köle sayısını azaltması; azalan kölenin zenginliği olumsuz etkilemesi; zenginliği azalan efendinin, köleyi öldürmemek için efendinin firene bastığı sürece dikkatle bakınca; dikkatli bir okur bunu; sistemin kendi kendisini organize etmesi olduğunu görür. Yani bu doğanın kuralı olan, oto kontrol sistemiydi. Sistemin geri bildirişme çevrimi üzerinde kendi kendisini kontrol etmesiydi.
Gözdağı yine efendinin sahipliğini artırmakla, efendinin zenginliğini sürekli kılmakla ve efendiye itaati ortaya koymakla efendi yararınaydı. Ama köle için gözdağı hem bir işkenceydi hem de efendinin öldürmeye karşı öldürmemesi durumu olmakla efendinin firene basmasıydı.
El; “ El indinde sizin en güçlünüz zalimden hakkını alanınızdır” derken zalimliği kaldırmıyordu. Kasabın sevdiği deriyi yer vurması gibi (para edecek deriyi daha az paraya satın almak için yerden yere vurması gibi) El de ortadan kaldırmadığı zalimliği yerden yere vuruyordu. Sanki zulmü kendi ön görmemiş gibi zulmü yeriyordu. İyiyi, doğruyu söylüyordu! İyi doğru olan da sizin efendiye olan taat ve itaatinizdi.
Bunda da şaşacak bir şey yoktu. Sürekli zulüm, çalışan köleyi yok ederdi. Köle olmayınca da çalışan bir emek üretimi olmayacaktı. Takdirde bulunacakla, keyif yapacak olan saltanat sahipliği de yok olacaktı.
Önce sosyal olan süreci, sonra da toplumsal olan sürecin başlatıcısı; ihtiyacın karşılanmasıydı. İhtiyacın karşılanması salt olanlardı. Salt olan bencil ben olmakla sizin içinizdeydi. İçe karşı dış ile girişmeniz; sizdeki salt olan nedenle zorunlu bir girişmeydi. Yani gereksinme duyan duygu içteydi. Gereksinmelerin giderilmesi olan çevre de, dıştaydı. Gereksinimle güdülü olan siz, gereksiniminizin karşılanacağı yer olan çevreye doğru eylemliydiniz. Böylece kendi iç ile dışınız arasında giriş çıkış olan bir “alan etkisi” oluşmuştu.
Dıştaki alan etkisi karşısında sizde var olan korunma ve savunma duygularınız kaygıydı. Doğada avlanma ve doğada toplama faaliyeti yaptığınız esnada gerinizde kalan yavru bakımı gibi kaygı ve zorluklarınız vardı. Bu nedenle içinizdeki kişisel salt oluş sizin gibi kişilerle birlikte sizi kolektif (tekrarlarını oluşmakla-rekürsife oluşla- yardımlaşan organize oluşla) kıldı. Kolektif büyüme, çevre kaynaklarıyla sınırladı.
Ve kolektif büyüme istediğiniz gibi rast gele değildi. Gerinizle yapılacak geri iletime uzaklığı kadar geniş olan çevre; kolektif büyümeyi sınırladı. Kolektif büyüme; çevre kaynaklarını sağlatan çevre kadar olmaya doğru büyüdü. Geriyle iletime olmaktan kaynaklı sınırlama süreci de, kişiler yeteneğine bağlı sınırlanmaydı. Bunlar ilk kolektif oluş süreçleri içinde, kolektif büyümeyi sınırlayan oto kontrollerdi.
Kolektif büyüme en az; gerinizle iletişime nedenle, sizi besleyecek çevre kaynakları nedenle sınırlandı. Besin kaynağı için bölgeyi büyütseniz, geri ile iletime olma buna engel oluyordu. Büyümeyen çevre besin kaynakları da belli sayıya yetmekle bölge alan etkisi nüfusa etki ediyordu. Böylece mevcut kolektör, kolektif büyümeyi zorunlu sınırlıyordu. Bunlarla, bunlar gibileri; kolektif büyümeye durdurucu olanlardı. Yani oto kontroldü. Yani kolektif büyüme belli sınıra gelince kendi kendine sonlandı. İçine kapandı. Çevreden yalıtıldı. Ancak üreten ilişkiler kolektif büyümeye dinamo etkisi yaptı.
Üretim yapmakla dinamo etkisi kazanan üreten alanın içinde, meşruiyet ve mütekabiliyet vardı. Adalet yoktu. Bu taraf içinde meşruiyet olan üretim; diğer yanıyla gruplar arası meşruiyet içinde takas olan bir mütekabiliyet esasına dönüşüyordu. Adalet; köleci sürecin, mütekabiliyet üzerinde adaletsiz olmasıyla köleci sistemin kendisini düzeltmek için ortaya koyduğu skalaydı. Adalet köleci olan bir dildi. El; kolektif sistemin mütekabiliyetti olan tüme yakın kısmını kendine kişisi sahiplik yaptı. Bu durum sistemin efendi tarafını fikir vermek bağlamında %80 oranında pozitif yaptı. Köle tarafı da kaybettiği mütekabiliyetler kadar negatifleşti.
El, Lütufla, sadakalarla, zekâtlarla, ikramiyelerle sahipliğinden verip köle tarafına doğru ayarlandıkça adalet kendi pozitifliğini artırdı. Ama bu hiçbir zaman efendilerin pozitifliğini negatifliğe döndürme değildi.
İşte adalet çok kes El tarafından negatife kaydırılan kölelerin skalasını; birazcık pozitif tarafa çekmekle, kölelerin ağzına sürülen lokumlu emzikti. Meşruiyet olan mütekabiliyeti süreç içinde sen (grup) bana kundura üretmiyorsan ben de sana (grupla) buğday üretmiyordum. Sistemin sekansı ve sistemin pozitifliği buydu. Meşruiyet, bilimsel tanımların ortaya konamadığı zamanlarda; görüngülerden oluşan bir denkleştirmeydi.
Salt olanı kişisi öznellikle başlatırsak (ki öyle); kişi öznesi doyma, korunma, savunma gibi salt olanlardan ötürü belirlidir. Kişi bu belirlenim olan yönelimle doğa ile kendisi arasında eylemli bir alan açmaktadır. İçinde saltı olan kişi, açılan bu alanın içine ortaklaşan düzenleşimle diğer kişileri kattı. Böylece hem alanı büyüttü. Hem ortamın alan etkisini büyüttü. Bu kişisi alan artık geri dönüşsüz şekilde kolektif olmuştur.
Geri dönemezsiniz. Çünkü şimdiki çevre, başlangıç koşulları olan çevre değildir. Bu nedenle geri dönüş eski başlangıcın çevre koşullarını ve şimdiki bunca sahiplik ve paylaşımları barındıramayacağı için geri dönüşün ayakta durması hayli zor olacaktır. Başlangıç koşullarını, şimdi olup bitenler arasında kritiğe ettiğimiz zaman eskideki olanları doğruya çok yakın anlam ve anlatışlarla bilip söyleyebilirsiniz.
Yani Arşimet kanunundan trans Atlantik yapımına nasıl geliyorsanız; teknik olarak trans atlantikten de Arşimet yasalarına ulaşırsınız. Atom modeli; proton, nötron, elektron, elektrik, pozitif, negatif yüklerdi. Henry yasası, om yasası, Kirşof yasasıydı. Endüktans yasası, kapasitans yasasıydı. Gerilimlerle akımlar kanunuydu. Alan etkisiydi. Elektrik devresiydi vs. Türünden yasalar entegrasyonu içinde televizyona, android insana geliyorsanız; televizyondan da, android insandan da; ileri adım olanın üzerine basarak geri adımlarla tek tek bu yasalara gidersiniz.
Yani şimdiniz içinde olanla, geçmişte olanı; kolektifi öznel oluşla ve kolektifi beyinle % 98-99 oranındaki bir yaklaşık oluşla ortaya koyarsınız. Kısaca içimizdeki salt oluştu eylemlikle belirlenip girişen dıştaki alan, artık kişi etkili alan olmaktan çok, kolektif etkili alandır. Kolektif etkili alandan; kişi etkili alana kolayca gidersiniz. İleri adımın tersi olan ileri adımın üzerine basan geri adım süreçleri içinde gidersiniz. Bunlar kanıtın kanıtıdırlar.
Yüksek düzeyli kolektif bilme; az çok her bir kişilerde de bulunur. Bu nedenle kişinin kendi kolektif bilinci kadar bir kapasite içinde sınırlı sonlu olması sonucuyla; bu kanıtları ortaya konabilmektedirler. Hiçbir şey size yüzde yüz doğruluk vermez. Daima istisna durumlar vardır. Yüzde yüz doğruluklar ortaya koyamayacağımız istisnalar hep olsa da, kolektif akıl uygarlığı buraya getirmiştir.
Kişilerdeki bu eylemli oluş kendi dışındaki doğa yasalarına bağlı oluşun eğimi ve tehdidi altındaydı. Kişi bu ve bu gibi tehditlere karşı aynı alan içinde kendi gibilerle eylem birliği ortaya koymakla kolektif oldu. İnşa kolektifle başlamıştı. İlk kolektif oluşlar çok geriye gitmeden salt olanı taşıyan içimizin dıştaki eylem alanı içinde yaptığı birlikte davranışları kotaran süreçleriyle sosyal ve toplum sal olmuşlardır.
Bir fikir sahibi olmak için bu benim kanındır; bu benim fikrimdir diyebilmek için; eğri olanı doğrusuyla düzeltmek için; akıllı olmak için günümüzü, toplumu, evreni anlamak için vs. müruru zamanı anlamanız bilmeniz gerekir. İleriniz, gerinizle anlaşılır. Şimdinize doğru iz bırakan durumun tersine; iz bırakmadan geri iz olan adımlarınızla geriye doğru gittiğinizde ileri de geri de çok büyük oranda bilinir ve anlaşılırdır.
Bu gidiş gelişlerde Müruru zamandan günümüze gelebileceğiniz gibi günümüzden müruru zamana giden referansa göre doğrultmalar içindeki bilginiz nedenle fikriniz olur. Bilgisi olmayanın söylediği fikir; fikir olarak kaale bile alınmazlar. Bilgisi olmayanın fikir olur telakkisi fikir değil, sadece beyin ifrazıdır.
Nasıl sağa sola kontrol edilemez bir durumla yumruk savuran bir eylemli ile kontrolcü durumla neşter sallayan eylemler; amaçlı amaçsız eylem olmakla ikisi aynı eylem değilse; müruru zaman gerisinde sisler ardında olup biteni günümüzle ilişkilenen kişi fikriyle bundan bihaber kişi fikri aynı değildir. Bi haber kişinin söylemi fikirse; fikir özgürlüğüyse; haberli kişinin söylemi nedir?
Müruru zaman çok bilgileri gün yüzüne çıkaran tarihsel oluş ve geri bağlanımlı referans süreçleridir. Müruru zaman böyle olmakla aklın kritiğe edici doğrultmasını oluşturmaktadır. Bütün anlama ve anlatımlar müruru zaman ilişkileriyle anlaşılır ve anlatılır. Dünya sizin de müruru geçmişinizdir. Sizin bu gününüz dünkü dünya olan geçmiş ile açıklanır. Müruru zamana ilişkilerle kanıtı olmayan anlamlar edinmeden yapılan söylemler boştur. Bu tür boş oluş tıpkı patolojik ve kontrol edilemez el-kol sallama seansları gibi birbirini tutmaz; sonu gelmez çınlamalardır.
Nasıl patolojik kontrolsüzlük yorgun düşmekle kendisini sonlandırırsa. Müruru zaman süreçleri ile kesikli, sınırlı ve sonlu olmayan beyin ifrazları; kendi içinde beyin ifrazlı yorulmalarıyla sonlanır. Değilse iki kere ikiyi müruru zaman kaynaklarıyla söylemek, sınırlı sonlu kısa bir mesaidir. Değilse beyinde İfraz bitene kadar sürmekle sınırlı sonlu olmak değildir. Bazen elmanın yenmesi kanıttır. Bazen de sağlık ve enerjili oluşa bakarak; sağlıklı oluş elmanın yendiğine kanıttır. Buradaki elmanın yenilir enerji verir besinler olacağı unutulmamalıdır. Değilse sağlıklı olmak veya enerjili olmak; salt elma yemekle olmaz.
15
Oligarşi birçok monarşin yapılardan oluşan, monarşiler birliğiydi. Oligarşi yapılı birliğin içindeki her bir El, oligarşi öncesinde kendi inanıcılarını oluşmuş, ahitle bir El sahipliğiydiler. Yani oligarşi içinde her bir El, kendi ahit sözleşmesiyle bir öyküydü. Ve El gruplarının gördüğü meslek ve yaşam şartları nedenle her biri bir, farklı şartlara haiz olan kölelik sözleşmesinin de sahibiydiler. Bu sözleşme efendi ve köle arasında olmakla köleci iman, ya da köleci sözleşmeydi.
Geçmişte kendi köleci deklarasyonunu yayınlamış olan El monarşisi, şimdi; oligarşi içindeki her biri farklı bir El sahipliği ile farklı El ahdi içerikli öykülerini; "tevhidin öyküsü" haline getirmelerine sıra gelmişti. Tevhidin öyküsü de “o tevhidin manifestosu” olacaktı.
Bu nedenle oligarşi içinde oluşan yeni kitlenin belleği üç aşamalıydı. İlki ilahi ortakların kolektif belleği. İkincisi tek ve mutlak irade olan kölece bağlılığa taat ile köleci El belleğiydi. Ve üçüncüsü çok sahiple yapı içinde beliren oligarşi tevhidi olan oligarşi tevhidi bellekti.
Oligarşi tevhitle olan bellek bu üç belleğin bir belirip; bir kaybolan firarileriyle oligarşin bellek içinde duruluyordular. Yani yeni öykü, bu üç bellekten oluşan öyküydü.
Yeni öykü; oligarşin entegrasyonunu yapmış olan bu üç aşamalı sosyal hafızalı; sosyal belleğin yanı başında taat, itaat, ibadet, mesiyet ve kurbet oluşla ifade edilmesiydi. Bunlar bu üç sosyal hafızayı ve sosyal hafızanın sahipliklerini belli eden, saygı gösterenle, saygı görenlerin tazim ve yüceltilmeleriydi.
İşte bu tazim ve yüceltmelerin taat, itaat, ibadet, mesiyet ve kurbeti öyküleri de groteski olan kişisi anlamaların tazimle yüceltilmesini düzenleme olmakla; groteski yansımaları susturur bastırır olacaktı.
Kişi bu üç belleği ve bu üç beleğe özgü taat, itaat ve ibadetleri toplum içindeki sahiplik algılı sınıfsal hiyerarşi biçimleriyle öğrenmişti. Oysa kişideki groteski algılar eskiden beri sosyo toplum dışı algılarla gelen süreçler yansımalı bellek enstrümanlarıydı.
Kısaca şimdi kişinin groteski yansımalı hafızasının yanına, üç aşamalı olmasıyla itaatçe sosyal bellekler konumlanmıştı. Şimdi kişinin groteski belleği de, bu yeni ve en son entegrasyon olan oligarşi tevhitle bellek ile ve bu belleğin taat, itaat, ibadet, kurbet, mesiyetiyle anlaşılır ve kontrol edilebilir olacaktı.
Üç aşamalı bellek yansımalı hayali gölgelerden ve groteski bileşenlerden oluşan oligarşin bellekti. Oligarşi belleği; oligarşi disiplini üzerinde kendi tekil El sahipli kültür ahdine gidiyordu. Oradan da hayal meyal olan ilahi ahdin gölge yansımalarına gidiyordu. Bunların zihni çatışmalarını susturup bastırıyordu.
Oligarşi dili hep o eski kolektif yapı içindeki ve mutlak monarşi dönemi içindeki El eksenli hikayelerin dilini kullanacaktı. Geçmişteki o El eksenli hikayelere vurgu yaparak, yeni tevhit dili içinde o vurgulara atfen yeminlerini ediyordu.
Geçmişte sahipliği olan bir efendiye; sahipliği El tarafından Turu Sina Dağı olarak Turu Sina’da verilmiş ise yeni oligarşinle, yeni El; “ Turu Sina’ya ant olsun ki biz…” diyen bu yeminle sözüne başlayacaktı. Oligarşi El’i eski ahitlere atıf yapıyordu. Yani oligarşinin yeni El’i; eski El kolektif yapıya karşı tanınma yapan sahiplik meşrulaşmasına vurgu yapıyordu.
Tevhidi El, bu eski anmayı yapması ile o eski ahdi tanımış oluyordu. Bu tanıyıcı tutumuyla hem eski El inanıcılarını kendisinde sayıp, onların güvenini kazanıyordu. Hem de kendisi, güvenlerini kazandığı eski ahitlilerin ahit din meşruluğu üzerinde kendisi de meşru ediyordu. Bir taşla iki kuş vuruyordu.
Kendi inanıcılarıyla eski ahdi yapan monarşin El’in yanındaki oligarşi Eli, yaptıran olmakla eski El ile kendisine “biz” diyordu. Bu tanıma üzerinde kendisi de tanınmış ve meşrulaşmış oluyordu. Bu köleci geri bağlanım yasasıydı.
El yanlışlıkla ya da çeviri hatası olukla veya tesadüfen “biz” demiyordu. Bu biz kavramı monarişi El dönemine ve El’in meşrulaşması üzerindeki meşrulaşmaya geri bağlanım yapan atıftı. Ya da üzerinde geçilen müruru zaman gerisindeki geçmişin bir çok eller sentezli gerçek durumlarını belirten hükmi söylem olmakla oligarşi Eli “biz” diyordu. Biz diyen bir tek El olan oligarşi tevhidi El’di. Ama biz dediği “kendi tekilleşmesini anlatan sürecin hafıza aktarım diliydi”. Bunun için biz demesinde hiçbir yanlışlık yoktu
Oligarşi tevhitçi yeni El, bu eski ahdi tanımakla hem o eski ahdi ve o eski ahit bağlılarının sözleşme ahitlerini yeni oligarşiye iman sözleşmesi olmasını meşru kılıyordu. Hem de o ahdi tanımakla o ahdi yapanlar nazarında kendisini meşru kılan bir tanınma ve taat itaati oluyordu.
Monarşin El döneminde El’in kendi bağlıları dışındakileri tanıma ve onlara tanınma zorunluluğu yoktu. Ama ittifak eden monarşi birliği içindekilerin o eski El ahitlerini tanıma, tanıtma zorunlulukları vardı. İşte bu yeni tanıma ve tanınma şekli olan taat ve itaatle "oligarşi tevhitçi El", her biri bir El ahdi olan eski ahitleri oligarşiye tanıtıp; kendisi de oligarşi içindeki o eski köleci kültürlü hafızalara sesleniyordu.
Köleci oligarşi ittifakı içinde Turu Sina sahibi oluculara inanıcı ahdin içinde olan inanıcılar varsa; Turu Sina Sahibi El ile onun inanıcılarıyla arasında olan bu ahdi sözleşmeli, eski bir hafıza geleneği varsa; oligarşi tevhitçi El söze şöyle başlıyordu; "Turu Sina’ya ant olsun ki biz …" diyerek sözüne yeminle başlıyordu. Devamla o sahipliği irade edenin de kendisi olduğuna yemin edip, ikinci bir hüllenin transferleri içine giriyordu.
"Turu Sina’ya ant olsun ki biz…" diye başlayan hitapları biz oligarşi öncesi müruru zaman dilinden ve monarşin El öncesi müruru zaman diliyle anlayacaktık. Ki bu son biçim dil oligarşi tevhitçi El’in dilidir. Oligarşiye ait bu aşamadan sonra oligarşi tevhitçi dil yeryüzü sahipliği olan El’in dili olmakla Lugal El Lugal’in dili olacaktı.
Oligarşi tevhitçi dil kendisinden önceki ahit sözleşmelerine atıf etmeye başlarken "İbrahim’e ant olsun ki..." diyecekti. "Nemruda, Firavuna ant olsun ki..." diyerek sözünün devamını getirecekti.
Oligarşi tevhitçi birliğe katılanlar olmakla eski ahitti El aitlerinin oligarşiye katılma seremonilerinin taat ibadetlerini tasvir etmek için "ant olsun ki o saf bağlayıp duranlara" diye yemin sözü verip yemin ediyordu. Oligarşi yolunda, oligarşi mana anlayışına taat; itaat ve ibadetle yaklaşan o eski ahit üzerine olup ta yeni ahde tazimle olanlara da "ve o yolda zikir okuyanlara ant olsun ki..." diyordu.
Eski olan El süreçli ahitlere yeminli vurgu oligarşinin yeni diliydi. " Ve ant olsun ki beyti Mamura (İbrahimi Eve)"; "Ve kasem ederim ki Tura, Tur’da yazılan (ahit) kitaba" diyordu. Oligarşi dönemi yazılı dönemi de içerir.
Yine ön ittifaklar dilinde yukarı topraklar olan gök kavramı; oligarşi zamanında şimdiki gökyüzünü ifade eden anlam olmakla yeni bir tarihi hafızaya dönüşmüştü. Dinlerdeki gök ve yer kavramı "ön ittifaklı müruru zamana bağlı hafızaya hitap ve tazim olan duygu ve mesajları anarak" yeni sürecin öncesine devam olmakla, meşrulaşmasıydı.
Bu meşrulaşma eski hafızadaki anlamı bilerek meşrulaşma, değildi. Eski kutsalın aktarım dili olmasına katılan bir devam içinde olmaya istinaden meşrulaşmaydı. Yeni sürecin, kendisinden öncesine atalar yolu olmanın devam olmakla meşrulaşmasıdır. Zaten okültizm de buradan doğacaktı.
Gel gör ki "yeni sürecin öncesine devam olmayı anarak meşrulaşma" içindeki gök kavramının eski hafızadaki anlatımı müruru zaman nedenle şimdiki anlama ve anlatım diline göre oligarşiyi öyküleme diline göre anlatılan aktarımda eskinin gerçek ilişki olan mana dili kaybolmuştu. Kaybolan ön ittifaklı gök kavramındaki geri bağlanım olması gereken mana süreci ya da eski mananın bek raundu izafe edilirken eski gök "yeni gök kavramlı" oligarşini süreçteki anlatımın diliyle şimdiki yıldıza kaymıştı.
Eski ahde göre “yukarı yer toprakları demek olan gök”; şimdiki meşrulaşışı dil içindeki gök yıldızlı bulutlu semaydı. Gök söyleyişindeki çeviri ve anlam buydu. Eski anlamında eser kalmamıştı. Sözcük gök olarak duruyor kullanılıyor ama eski gerçek ilişkileri anlatan dil olarak hiç bilinmiyordu. Göğün eski ahide göre de anlamını yıldızlı bulutlu başucundaki sema sanıyorlardı.
Yukarı yer toprağı denen gökte aşağı topraklar demek olan “yere” indiler”, söylemli hafıza aktarım dili içindeki anlamın oligarşi dili çevirisinde anlamı şöyleydi. “gökte inen yıldız” çevrili oluyordu” , Halbuki yukarı yerde gelenler yani gökte yere ineneler yıldız değil Akatlardı. Yukarı toprak olan gökte yıldız değil Akadlar bulunuyordu. Atalar yolu olan aktarımlar oligarşiye göre çevrilen anlatımlarla hikâye oluyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.