- 355 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Neşe ayakların dünyadayken kalbinin cennete bakmasıdır
Mürşidimin ’âlem-i misal’ ile ’hayal’ arasında veya ’levh-i mahfuz’ ile ’hafıza’ arasında kurduğu ilişkiler bana şöyle de düşündürüyor: İçimizdeki herşeyin dışımızdaki evrenle/evrenlerle kardeşliği var. Ona işaret ediyor. Ondan haber veriyor. Belki bizdeki nümunesinin varlığı da ondan (ana kaynaktan) geliyor. Ondan yansıyor. Ondan akıyor. Ne demek bu? Belki biraz şu demek:
Elinizde açık/dağınık olarak bulunan bir tel yumağını bir yerlerinden büktüğünüz, dürdüğünüz, sıktığınız zaman daha küçük bir mekanda daha yoğun bir varlık elde edersiniz. (Hatta ısındığını da hissedersiniz.) Ortaokuldan itibaren öğrendiğimiz birşeydir şu: Basınç maddeyi yoğunlaştırır. Bir odadaki hava bir araba lastiğine sığar. Sıkışır. Ancak bu şunu da netice verir: İçerideki işler sertleşir. Renklenir. Hareketlenir. Varlık yoğunlaştıkça sıkıştığı mekandaki varoluş şiddeti artar.
Derinlere inen dalgıcın vurgun yeme riski bundandır. Düdüklü tencerenin patlama riski bundandır. Tansiyonu yükselen hastanın zarar görme riski bundandır. Varlık "Ben varım!" cümlesini daha şiddetli kurdukça çevresinde tahakkümünün çizikleri belirir. Fakat şimdi, bu konuya girmeyerek, içimizdeki fırtınaların nedenlerine dair birşeyler söyleyeceğim.
Kulak ver bana, geceleri yastığına ağlayan veya avuçlarının içine gülen, hiddetinden duvarları yumruklayan veya kederinden içine çöken arkadaşım. Evet, içimizde bir fırtına var, çünkü âlem bizde dürülü. Bu kadar deprem şu basıncın etkisi.
İlk kez insanın ’kainatın misal-i musağğarı’ (küçük bir nümunesi) olarak tasvirinde uyandığım birşeydir şu. Birçok şeyden mürekkep birşeyin nümunesi olmak, onda dağınık bulunan şeylerin, çeşitlerin, âlemlerin, özelliklerin sende dürülü şekilde bulunmasıdır. Bulunmasıyladır. Veyahut daha basit bir söyleyişle denilebilir ki:
Âlemde bulunan herşey insana sıkıştırılmıştır. Bu sıkışmadan dolayı içinde kıyametler kopar. Gün olur. Odalara sığamaz. Gün olur. Kahkahalarla çınlatır. Bunları başaramazsa karadelik gibi içine çöker. Tıpkı, oda dolusu havanın araba lastiğine doldurulmasıyla, arabayı üstünde tutabilecek bir direnç sahibi olması gibi, insan da dirençler/sürtünmeler sahibi olur. Hem onlarla ayakta kalır. Hem onlarla acı çeker.
İşte, bence, keder nasıl cehennemden haber verir, neşe de cenneti müjdeler arkadaşım. Çünkü varlığı bu dünyadaki hiçbirşeyin cinsinden değildir. Altın değildir. Elmas değildir. Laboratuvarda yapılası değildir. Hatta ben şöyle düşünüyorum: Neşe ayakların dünyadayken kalbinin cennete bakmasıdır. Haberini almasıdır. Hatta tatmasıdır. İyimserlik de böyledir.
İyimser insan öncelikle kendisinde dürülü olan cennete nazar eder. Oranın haberlerine kulak verir. Sonra o haberleri başka kulaklara verir. Bu noktada diyebiliriz ki: "Güzel gören güzel düşünür!" diyen gözümüzü ötemize çağırmıyor aslında. İçimizdeki cennete bakmamızı salık veriyor. İnsan kendisinde dürülü olan hangi âleme yüz verirse o âlem onda inkişaf eder. İyiliği sularsa iyilik diriltir. Kötülüğü sularsa kötülük hasat eder.
Peki irade ne yapar? Bu pencereden bakarak irademizi/aklımızı bu ’çoklu evren düzeninin’ gözetmenleri olarak düşünebiliriz. Gözetmenler nereyi gözetlerlerse orayı bize yaşatırlar. Ruh aklın gördüğü yerde gezer. Güzeli arananlar da komşularındaki cehennemin kenarından geçerler.
Sen de tecrübe etmişsindir. Bazen nasıl neşeli olabildiklerine şaşırdığımız insanlara rastlarız. Bence onların sırrı da budur. Onlar, neşenin, dışarıdaki dünyayla büsbütün ilgili olmadığını farketmiş insanlar. Kendilerinde dürülü olan âlemlere de kulak veriyorlar. Dünyadakini yüreklerine taşımak yerine yüreklerindekini dünyaya taşıyorlar.
Bu refleksi edinebilmek çok önemli. Çünkü dünyayı asıl bu yürekler değiştiriyor. Diğerlerinin ’değiştirmek’ sandıkları aslında bir yığın tekrar-ı kavga, endişe, vesvese, komplo teorisi, iktidar savaşı ve çatışma. Fazlası yok onlarda. Bastıkları yerden ibaretler. Ancak, yüreğindekini dünyaya armağan ettiğinde insan, dışındaki çamura bulaşmayan bir varlık ondan taşıp dünyaya katılıyor. İyi insanlar dünyayı ’dünyaya bakarak’ değil ’yüreklerindeki cennete bakarak’ değiştiriyor. O halde sen de kaç gönlünü incitenlerden. Sessizlikte bir cennet bulacaksın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.