Kalabalık ruhumda çıkmayan bir leke
Göz kapaklarıma karşı direniyordum.
Tren raylarda koşarken ritmin beşiğine kapılıp kapandıkça gözlerim, ben açıyordum.
Kulaklarımda çalan şarkı çoktan bitmişti.
Son notası inleyip erirken ruhumun eşiğinde, kalbimi yeniden doğurup sunmuştu bana.
Güneş tüllerini gözlerime örtüp örtüp çekiyordu.
Akşamın kızıl demi.
Yol kenarlarındaki ince boyunlu gelincikler ne kadar da benziyorlardı bana. Öfkeli fırtınlarda salınıp duruşlarını bozmuyorlardı. Ta ki yorulup cılız bir rüzgara teslim olana dek.
Acının tanıdık yüzüne rastlamak tuhaf, hüzünlü ama dost merhabasına benzer keskin bir sızı gibi saplanıyordu içime. Böyle anlarda içimde tomurcuklanan duygular, bahara uzanamadan kurumuş yumrulara dönüşüyordu. İçim belki de kocaman bir çiçek mezarlığı.
Çürümüş renkler kraliçesiyim, masalları göç etmiş bir ülkenin.
Keskin bir frenle durdu tren.
Ayaklarım kapıya doğru sürerken bedenimi, hatırladığım en eski ezgiyi okuyordu içimdeki şair çocuk. Yüzüme vuran rüzgar ile egsoz kokusuna karışan buruk tebessümüm bugün dudaklarımın giyindiği en büyük içtenlikti. Yüzümden yıkamak istiyordum şehiri.
Kalabalık ruhumda çıkmayan bir leke.
✒️T.Y.