BEN'İKON
Yeni bir güne uyanırken oldukça dinlenmiş ve huzurlu hissederek yatağından doğruldu. Orhan geceleri gördüğü kâbuslar yüzünden uzun zamandır kesintisiz bir gece uykusuna hasret kalmıştı. Bu gece hiç uyanmadan ve huzursuz olmadan yattığı yatağından gülümseyerek günü karşılamak onun için bir ödül gibiydi.
Yatağının kenarına oturup çıplak ayaklarının değdiği zemine göz gezdirdi. Yerden ısıtmalı parke döşemelerinin bastığında içine gömülecek kadar yumuşak dokusunu, ayağını kaldırdığında ayağının ve altı parmağının yarattığı izin yeniden kaybolup döşemenin eski halini almasını çok seviyordu. Birkaç kez oturduğu yerden zemini adımladı. Bunu yaparken kendini bir çocuk gibi hissediyor ve mutlu oluyordu. Oysa düşündüğünde bir çocuk olmanın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmediğini yeniden hatırlıyordu. Onun türü bebeklik ve çocukluk dönemlerini uyku yumurtasında geçirip yetişkinliğe adım attıklarında uyandırıldı. Bir bebeği veya çocuğu tehlikelerden korumanın en uygun yolu olarak görülen bu uygulama kişilerde psikolojik açıdan dev bir boşluk yaratıyordu. Yine de şimdilik yönetimin elinden gelen en iyi yöntem bu idi.
Sonunda parke ile oynamayı bırakıp başını yerden kaldırdı. ‘’Perdeler açılsın’’ diye seslendi. Yatağının solundan başlayarak tam bir yarım daire şeklinde olan odanın bombeli kısmında duvardaki az önceki beton duvar görünümü silinip cama dönüştü. Odanın bu kısmında sadece bir deri koltuk ve sehpa vardı. İstenildiğinde cam duvarın önünde uzanan eşsiz güzellikteki manzaranın keyfini çıkarabilmek için tasarlanmıştı. Odanın diğer tarafında ise sadece yatak ve boş duvarlar vardı. Bu duvarlar içinde dolaplar gömülü idi. Sesle yönetilen bu teknolojik evde her şey istenildiğinde duvarların içinden çıkıyordu. Etrafta çok az eşya görünüyordu ve bu aşırı sadelik Orhan’ın hem zevkine hitap ediyordu hem de bekar bir adam olarak hayatını kolaylaştırıyordu.
Orhan yataktan kalkıp cama doğru yürüdü. Neredeyse gökyüzüne değecek kadar büyük ağaçları ve onunla uyumlu devasa boyuttaki bitki örtüsünü, bu yeşilliğin ortasından geçen çılgın akarsuyu her gün gördüğü için artık çok önemsemiyordu. Tüm bu manzarayı kuş bakışı izlemek ve kendini tehlikelerden korumak için dev metal direklerin üzerine inşa ettirdiği evine ilk taşındığında neredeyse bütün gün manzaranın karşısında oturup tadını çıkarırdı. Bir şeye sahip olduktan sonra kıymetini yitirmesi yüz yıllardır yaşanan her şeyin temel sebebiydi aslında. O şey ne olursa olsun, uğruna ne kadar çaba harcanırsa harcansın aç gözlü halkı için bir süre sonra kıymeti kalmıyordu. Orhan’da sadece halkından biriydi.
Orhan’ın başı yine ağrıyordu ve alnından ensesine doğru tespih tanesi gibi dizilmiş olan yedi adet mavi benekten bir tanesi bile renk değiştirirse doktoru araması gerekiyordu. Sebebini ve nasıl olduğunu hatırlayamadığı bir travma geçirmişti ve zaten çok az anıya sahip olan hafızasında kopukluklar meydana gelmişti. Düzenli gittiği doktor kontrollerinden ve aldığı ilaçlardan sonunda sonuç almaya başlamıştı. İlk kez güzel bir uyku çekmesi bunun belirtisi idi. Bir de şu baş ağrıları geçse unuttuklarını hatırlamaktan çoktan vazgeçmişti artık.
Aynada kendisini görebilmek için banyoya yöneldi. Parlak metal bir alaşımdan yapılmış olan orta büyüklükte bir odanın girişinde durdu. Odanın cam kapısı yukarıya doğru ani bir hareketle açıldı. İçeri adım attığı anda sol yanındaki duvar aynaya dönüştü. Orhan’ın baş şekli tıpkı bir kavuna benziyordu. Tek bir tane tüy ya da saç yoktu. Başındaki düğmeye benzeyen beneklerin yedisi de mavi renkte idi. Şekli dik açılı üçgene benzeyen kulakları o gülümsediğinde hafifçe hareket etti. Pin pon topu büyüklüğündeki yuvarlak tek delikli burnunu yuvarlak yüzüne çok yakıştırıyordu. ‘’Bir yüzün bundan daha farklı olması ne kadar çirkin görünürdü. Hiç onlardan birini görmedim. Ama çok garip yaratıklar olduklarını duymuştum. Mesela bir ellerinde beş parmak varmış. Ne kadar tuhaf’’ dedi. Aynadaki aksine memnuniyetle bakarken siyah sakallarının uzamış olduğunu fark etti.
‘’Duş ve tıraş’’ dediği anda sağ tarafındaki duvarda bir bölme oluştu. İçine girdiğinde duvardan çıkan iki robot eli onu hem tıraş edip hem de duş aldırdı. Banyodaki işini bitirip bornozunu giydikten sonra koridorda yürümeye başladı. Geniş bir salona geldiğinde durdu. L şeklindeki olan salonun kısa kenarı mutfak olarak kullanılıyordu. Bir duvarın yarısı boyunca buzdolabı vardı.Benikon’da sadece ayda bir kez alış veriş yapılırdı ve o tek bir günde tüm ihtiyaçlar alınırdı.Bu nedenle tüm evlerin büyük kilerleri ve buzdolapları olurdu. Artık sokaklar hiç tekin değildi ve Benikonlular mecbur olmadıkça pek dışarıya çıkmazlardı. Orhan’da işlerini pek çokları gibi gelişmiş teknolojileri sayesinde evinden yürütürdü. Çok az insan görür ve konuşurdu. Benikon’da işler böyle yürürdü.
Orhan iyice acıktığını düşünüp ‘’kahvaltım’’ diye seslenince dokuz yaşlarında bir çocuk endamında altı kollu robotu daha önce programına girilmiş olan kahvaltı menüsünü hazırlayıp Orhan’ın oturduğu cam duvarların yanındaki masaya bıraktı. Orhan sol elindeki altı parmağının hepsini kullanarak masanın yüzeyine dokundu. Havada açılan ekrandan kahvaltısını yaparken işlerini kontrol etmeye başladı.
Orhan bir yazılım uzmanıydı ve her şeyin teknoloji ile yürütüldüğü bu zamanda işleri oldukça iyi gidiyordu. Kahvenin davetkâr kokusuna kayıtsız kalamayıp ekrandan gözünü ayırdı ve fincanını eline aldı. Oturduğu koltukta geriye doğru yaslanıp uyandığından beri ilk kez önünde uzanan manzaraya dikkat etti. Pek çok yabani ve vahşi hayvanın olduğu, dev bitki örtüsünün içinde bile yeri geldiğinde hayati tehlike yaratabilecek bitkiler olduğunu düşündü. Atalarının büyük savaş sonrasında yaptığı onca deney sonunda toprağı ve havayı radyasyondan kurtarıp yepyeni bir doğa yaratmak için harcadığı çaba Orhan’ın nesline bu doğayı hediye etmişti. Tüm bitki ve hayvanlar laboratuar ortamında savaş sonrasında mucize gibi ellerinde kalan birkaç organik materyalden suni olarak üretilmiş olsalar da her yer eskisinden daha yeşildi. Üretim aşamasında bu kadar dev boyutta yaratıklar olmalarını beklemedikleri canlılar doğaya salındıktan ve kendi aralarında doğal yollardan üremeye başladıktan sonra pek çok değişime uğramışlardı. Evrim kendi yoluna çıkan suni verileri de kendi bildiği gibi yeniden kurgulamıştı. Termodinamik ve diğer hesaplamalar kendi yarattıkları doğa karşısında bile çaresiz kalmıştı.
Orhan ikinci fincan kahvesine başlamadan önce derin bir nefes alıp yeniden işlerine koyuldu. Düşündükçe içinden çıkamadığı pek çok soru ve cevap, önünde yemyeşil uzanan doğanın içinden bile çıkıp onun belleğini zorluyordu. Çalan telefonla düşünceleri dağılmıştı. Arayanın Nermin olduğunu görünce gülümseyerek ‘’yanıtla’’ dedi. Açılan ekranda sevgilisinin gülümseyen güzel yüzünü görmek ona çok iyi geldi. Nermin’in başındaki beneklerin renklerini sık sık değiştirmesine artık alışmıştı. Ancak dudaklarına sürdüğü mavi, yeşil, siyah gibi tuhaf renklerdeki rujlara hala alışamamıştı. Şimdi de başındaki noktalar ve ruju kırmızı renkte idi. Bu tuhaf alışkanlıklarına rağmen Nermin’i güzel buluyordu.
- Merhaba sevgilim.
- Günaydın Nermin. Hayırdır bir tanem? Sen bu saatte nasıl uyandın?
- Seni özledim, görmek istedim. Bu akşam için bir plan yapalım mı?
- Akşam için… Hım! Olur, tabi ki sevgilim. Saat kaçta koltukta olursun?
- Ben sevişme koltuğundan bahsetmiyorum. Gerçek bir ten temasından bahsediyorum.
- Ne? Nermin canım, bu hiç güvenli olmaz. Akşam saatinde evden çıkmak için delirmiş olmamız lazım.
- Bende o yüzden sabahın bu saatinde aradım canım. Şimdi kahvaltını yapıp işlerini toparlarsan öğleden sonra bende olursun. Geceyi benim evimde geçiririz. Sabah yine güvenli şekilde evine dönersin. Bak ben çok düşündüm. Artık sence de bunun zamanı gelmedi mi sevgilim?
- Canım, yani bu teklifin beni hem çok mutlu etti hem de çok şaşırttı. İtiraf etmeliyim ki benden çok daha cesursun. Bu ani teklife ne cevap vermeliyim bilemiyorum.
- Ah! Tatlım ama beni kırıyorsun böyle yaparak. Evet diyeceksin sadece
İkisi de aynı anda gülüştüler. Orhan Nermin’e dokunmak fikriyle bile fazlasıyla heyecanlanmıştı. Altı aydır sevgili idiler ve daha birbirlerini yakından hiç görmemişlerdi. Nermin’i düşlediğinde duyduğu heyecan mantıklı düşünmesine engel oluyordu. Nermin’in bu ani ve cesurca teklifi neden yaptığını hiç sorgulamadan kabul etti.
Teklifi bir kez kabul ettiğine göre hemen plan yapması gerekiyordu. Hava yolunu kullanmanın mı yoksa yer altı yolundan gitmenin mi daha güvenli olduğunu hesaplamak için internet üzerinden yol durumları ile ilgili bir araştırma yapmaya başladı. Nermin’in kendisine gönderdiği konum bilgisine göre hava yolu ile 30 dakika da yer altı ile kırk beş dakikada varış noktasına ulaşabilirdi. Aslında hiç uzak bir mesafe değildi. Özel zırhlı aracı ile en az tehlike ile bu mesafeyi iyi bir planla kat edebilirdi. Sonunda Nermin’in evine yer altı yolu ile gitmeye karar verdi. Son hazırlıklarını da yapıp yola çıktı.
Yer altında yüzlerce tünel vardı. Zırhlı aracı hem uçabilen hem de tekerlekleri üzerinde yol boyunca gidebilen özellikte idi. Orhan sevgilisinin evine eli boş gitmenin hiç de kibarca olmadığını henüz aklına getirdi. Araç içinden telefonla Nermin’in en sevdiği yiyeceklerden ve şaraptan sipariş edip on dakika sonra gelip alacağını söyledi. Bu alış veriş için yüzeye çıkması gerekiyordu. Gündüz saatlerinde tehlike daha az olsa da çok dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Alış veriş yapacağı dükkânın önünde park edip indi. Dükkânın kameralarının göz tanıması yapmasına izin vermek için başını kameraya doğru yukarı kaldırdı. Kapılar açılınca hızla sipariş noktasına ilerledi. Sipariş kasasında bulunan genç kızın yüzünde korku ifadesini görünce durdu. ‘’Sanırım korktuğum şey şu an da oluyor’’ dedi başını iki yana sallayarak.
Deniz...
YORUMLAR
Ben-Hur çağından Ben'ikon çağına uzayan serüvenin zihinsel zemininde ben ikon diyen insanoğlu gerçeği var
Ne var ki, teknoloji geliştikçe yapay, sentetik bir dünyayı tetikliyor
Yazınızı okurken çocukluğumun uzay dizi ve çizgi filmleri de gözümde canlanmıyor değil hani
"Jetgiller" mesela
Bu tip hayal ötesi tasavvur ve tasarım ürünü öyküler sizin işiniz
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygılarımla...
Nereye gitti bu kız ya? Beni adam yerine koyan üç beş kişiden biriydi (yok. sayı abartılı oldu. iki üç kişiden biri.) meraklandım şimdi.
şişşşttt, nereye kaybolduysan iyi ol lan. adamın canını sıkma.
emirhan.efe1985 tarafından 4/17/2018 8:17:15 PM zamanında düzenlenmiştir.
onbeş yaşlarında bilardoya merak sarmıştım. o geçmiş günlerde bilardo salonlarında ne ararsan bulunurdu. içki, kumara, sigara vb. bende deli cesareti var ya (hep oldu bu bende, iki-iki buçuk yaşında zatüre ameliyatı geçirdiğimden mi ne, ama akla, nesnelliğe aykırı bu. zira o yaşta o kadar kesilip biçildim ama kötü bir insan olamadım) salona dalar en iyi olana rakip olurdum. .iktir çekerlerdi. yılmazdım. on gün geçmeden o kötücül abilerin dikenleri tel tel döküldü.hepsi bana bir şeyler öğretmek için sıraya girdiler.
ilçeyi inleten yeniyetmelerden biri olan beni neden sevdiklerini halen çözmüş değilim. sadece şunu hatırlıyorum. üç ay içinde (günde en az beş saat bilardo oynayıp-çoğunluğunda benden para istemezlerdi) bilardoyu öğrendim. sonra ki seneler gaddarca bilardo ile dalga geçtim. çünkü bilardo beni bir yere ulaştırmamıştı. bilardodan elde ettiğim zevki bir savaşta da elde edebilirdim.
...
unuttum ne anlatacağımı. yazınızla ile ilgili çok net bir övgü yorumu yazacaktım da dikkatim dağıldı.
emirhan.efe1985 tarafından 4/9/2018 9:05:15 PM zamanında düzenlenmiştir.
Kurguda bir dağınıklık var. Yazılım uzmanı olduğundan mı her şeyi karıştırıyor. Yoksa uykusuz kaldığından mı bilemedim. Sürrealist öykülerde her şey havada uçuşabilir fakat kurgu sağlam olmalı diye düşünüyorum. Belki de ben anlamadım.
Sevgiler.