- 1425 Okunma
- 5 Yorum
- 5 Beğeni
İç Sesime Bir Kahve Lütfen
Kar
-Esin’e-
Akşam çok uzun süreden sonra gelmişti. Aynı akşamın gecesi çok derin, karanlık, olağanüstü karanlık oldu. Bir ara ağaçlar altında yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Sonra suya atladılar yanımdakiler. Belki ben bunun için döndüm eve. Bilmiyorum. hatırlamıyorum. Evde her gün üzerinde oturduğum bir koltuk var. Camdan düzensiz bir duvar, bir ayva ağacı, toprak birikintileri ve kurumuş otlara bakıyorum. Gece bile olsa görür gibiyim onları. Çünkü bu evi ve bahçesini çok iyi tanıyorum.
İçeri girdiğimde kapkaranlık her yan. Gözlerim alışsın diye sokak kapısına dayanıp bekliyorum. Alışmıyor gözlerim. Hiç bir şeyi seçmek imkansız. Her şey imkansız. Ellerimle eşyaları bulmaya çalışıyorum.
Yok hiç bir şey.
Birden salonda bir mum parlıyor. Ve hiç bir aydınlık vermiyor bu mum. Salona doğru bir adım atıyorum. Ve kafamı çevirdiğim her yanda ışık vermeyen, parlak mumların ufak alevlerini görüyorum. Yer birden sallanmaya başlıyor. Mumlar, ev, ben sallanarak dönüyoruz. Bu sallantı arasında birden bir fare beliriyor. Ben çok korkarım farelerden. Çocukluğumdan beri. (Birden bu geliyor aklıma.) Fare kafasını kaldırmış hareketsiz sıçramakta.
Kafasının iki yanında siyah gözleri var. (Birden bunun eskiden, çocukluğumda görmüş olduğum farelerden çok başka olduğu geçiyor aklımdan.) Bu grilikte, kafasından büyük gözlü fare görmemiştim hiç. Ve ben bunu düşünürken gözümü oynattığım her yer farelerle doluyor. Sayısız yanan mumlar ve her yanda sayısız siyah gözlü gri fareler. Ve ben bunların arasında sallanarak dönmekteyim. Çok korkuyorum. Arkamda bir kapı olduğunu hatırlıyorum. Hemen geri dönüyorum. Açıp kapıyı sokağa çıkacağım. Tam o anda kapının ortasında durmakta olan, görülmemiş irilikte, benim başım kadar büyüklükte kara gözlü bir fare, göğsüme sıçramaz mı? Üstelik pençelerini geçiriyor göğsüme ve ben onu çözmeye çalıştıkça, o daha derin gömülüyor içime.
Bağırıyordum. İki elim de göğsümdeydi. Sanki bir şeyi söküp atmak istiyordum göğsümden. Gün yeni yeni doğmaktaydı. Yeniden uyumaktan korktum.
Taşradaki evimiz bir yokuşun üzerindeydi. Alabildiğine büyük bir holün her dört köşesinde gene çok büyük odalar vardı. Biz kış aylarında bu odalardan birine çekilirdik. Ancak orası ısınırdı. Ama uykum gelince, annem beni, kışın içinde yaşadığımız bu odanın tam karşısındaki odaya gönderirdi. Sıcak ve havasız odadan çıkınca, soğuk, korkutucu, karanlık bir büyüklükte gelirdi hol bana.
Karşı odaya girer girmez, yatağın altına bakar, sonra içine girer, yorganı başıma çekip gömülürdüm. İşte o zaman korkmaya, terlemeye başlardım.
Düşündüğümü hatırlamıyorum. Oysa o büyük evin içinde her birimizin uykularının ne büyük bir yalnızlıkta geçtiğini biliyorum. Ninem ölüm döşeğinde uzun süre yattı. Yatağı benimkinin tam karşısındaydı. Ben büyüyordum. O ölüyordu. O zamanlar, yatınca, onun ne zaman öleceğini düşünürdüm. Doğrusu istiyordum ölmesini. Ölmesi gerekiyordu. Eriyordu çünkü bedeni. Ufalmıştı. Derileri kemiklerinden sarkıyordu. Sabahları uyanır uyanmaz onun koynuna girerdim. Sanırım bu, onun ölüm hastalığından daha evveldi. Çoktan uyanmış ve yuvarlak gözlüklerini takmış bulurdum onu. Gözlüklerinin altından iki yanağa yaşlar sızardı.
Ağlıyor musun? derdim.
Hayır, gözlerim sulanıyor, derdi.
Ama onlar gözyaşlarına çok alışmış da, ondan, derdim. Bu büyük evde, sabah insanın ağlatabileceğini düşünmüştüm. Ve gece yatmadan önceki korku. Bir gün holün karanlık bir girintisinde olan mutfağa girdiğimde, (daha kapıdayken) ninemi karnını açmış, karnına bir bıçak dayamış, -beklerken- gördüm. Ben de kapı eşiğinde bekledim bir süre. O ise hareketsiz durmaktaydı. Eli bile titremiyordu. Hiç bir şey yapmıyordu. Ben de bir şey yapmıyordum. Beni görmüyordu. Ben onu görüyordum.
Mutfağa ben niçin gelmiştim? Unuttum. Sonra yanına gittim.
Napıyorsun? dedim.
Kendimi öldürüyorum, dedi.
Hiç bir şey anlamadım. Bıçağı elinden alıp, almadığımı hatırlamıyorum.
Ama o öldürmedi kendini. Bunu biliyorum. Bir gün gene evden kaçmıştı. Bu daha önce oturduğumuz kentten yazları çıktığımız yayladaydı. Orada bir göl ve evimizin önünde bir elma bahçesi vardı. Bütün gün ağaçlara çıkar, elma yerdik. Akşamları da annem önüne bir sepet alır, elmaları teker teker yedirirdi. Hepimiz elmadan usanmıştık. Orada ninem evden kaçtı. Onu aramaya çıktık. Ben yalnız çıktım. Ve onu uzakta, büyük at kestanesi ağacının yakınında bir çukurda buldum. Başına eşarbını bağlamıştı. Yuvarlak gözlükleri gözündeydi. Bana bakıyor, beni görmüyor. Benimle konuşmuyordu. İncecik yüzü sararmıştı. Korkarak yanına sokuldum. Hayır korkmadım. Onu bulduğuma sevindim. Gerçekten bulamayacağım yerlere gitti sanmıştım. Çukurda böyle duruşu şaşırttı beni.
Niçin çukura girdin? dedim.
Kendimi kaybedeceğim, taa şu dağların ardına gideceğim, derken, bana gerideki Bozdağları gösterdi. Kendini dağlarda dolaşarak kaybetmenin ne olduğunu hiç anlamadım. Eve birlikte dönüp dönmediğimizi hatırlamıyorum. Ama onun ölümünü çok iyi biliyorum. Yatırdığımız hastanede onu ameliyat etmek istediler. Buna karşı diretti. (Kimden duydum bunu? O zamanlar çok küçük olduğum için, almazlardı beni hastaneye.)
O öldü. Hiç bir şey anlamadım onun ölümünden. Korkmadım da. Yalnız bir evin yüksek katından caddeye bakarken, aşağıda giden cenaze arabasında onun götürüldüğünü biliyordum. Bir kadın beni oyuncaklarla oynamaya zorluyordu. Sanki şimdi bir başkasının ölümünden bir şey anlıyor muyum?
Kendi ölümümden?
Bir yıl annemle yalnız kaldık taşrada. O zaman birlikte yatıyorduk. Uzun süre karlarla kaplı kalıyordu kent. Ve biz o koca evde, birlikte uyuduğumuz uykuda ne değin yalnızdık. Ölümümü anlamadan büyüdüm. Bir gün yüksek bir evin balkonunda tek kolumla asılı kaldım. Vücudum caddeye sarkıyordu. Kalabalık ve bomboştu cadde. Aşağıda ninemin cenaze arabası gidiyordu. Gözlerimi aşağıya yöneltmekten korkuyordum. Tek elimle balkonun içine geçmek için gösterdiğim her çaba, caddenin derinliğine düşmem için bir tehlike oluyor. Ne içeri girebiliyorum ne de caddeye düşüyorum. Bu bir düş mü? Boşluğa sallanırken bunun bir düş olduğunu düşünüyor muyum? Bunun bir düş olup olmadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa bu düşten uyanıp uyanmadığımı hatırlamıyorum. Bilmiyorum. Annemle birlikte yatıyoruz. Sabaha karşı kapıyı çalarak uyandırıyorlar bizi. Okulun hademesi gelmiş. Ağlayarak kendisi ile gelmemizi istiyor bizden.
Henüz yüksek karlar arasından geçmemiş kimse.
Onlar önden gidiyorlar.
Ben arkadan.
Kar onların dizlerine geliyor.
Benim omzuma.
O kadın nereye götürüyor bizi?
Eve döndüğümüzde annem gene üzgün. Ve ben gene bir şey anlamıyorum. Annem benim camdan düştüğümü bağırıyor ve ben onun sesini duyarak düşünüyorum.
Uyandığımda kendimi annemin koynunda mı bulacağım?
Yoksa bambaşka bir boşlukta mı?
Tezer Özlü, 1966
YORUMLAR
Başlığı ayrı muhteşem, konusu ayrı muhteşem. Ama delilik değil kesinlikle bu.. Hayaldedir dünyada ulaşılmaz olan, hazzı en derin aşk düştedir oda, gerçekte değil.. Huzur zihindedir, varolan veya olduğu sanılan herşeyin en güzeli hayallerde kurulan düşlerdedir.. Hayır delilik değil bu, bu tamda aklı başında olan bir insanın yapması gereken şeydir...
Harikaydı çok beğendim
Huzurlu günler bahar ..
Bahar Batıl
güzelliklerle..
Ne diyordu tapınak yazıyı
"Dünya karşılaştığın fırtınalarla değil gemiyi limana sağlam götürmenle ilgilenir" Yazıyor olmak fırtınalı denizlerde dümen tutmak gibidir. Sen her seferinde gemiyi limana ulaştırıyorsun. Kimse karşılaştığın fırtınalarla ilgilenmeyecek muhakkak bir gün yeşil bir bahçede istediğin kahveyi istediğin kişiyle içeceksin. Yüreğine sağlık güzel olmuş...
Pek beğenmedim bu yazınızı. Aceleye neden getirdiniz ki? Daha güzel, akıcı olabilirdi. Eleştiri yapılmasını kimse istemez. Bana göre yanlış olan bir kavram, bir başkasına göre doğru da olabilir. Buna benim de itirazım yok. Alışmışız tabi cafcaflı sözler duymaya. Beğenilmek duygusu ağır basar insanlarda. Sizin bir farkınız varsa , -ki bana göre var, yani yazar anlamında kendinizi aşmak, kaleminizin maharetini duygu ve düşüncelerinizle pişirerek, kıvama geldiğindegöze de kulağa da hoş gelecek şekilde servis etmek. Servis eden kadar, servis edilenler de önemli.ne konulduğu kadar, nasıl konulduğu da önemli bir ayrıntıdır.
-ki asla yanık kokmamalı, dibi yanmamalı ki okuyucu hem afiyetle yesin, hem de doyduğunu bilsin-
Burnuma yanık kokuları geldi. Açıklayayım ne demek istediğimi.Bu yazı daha güzel ve akıcı olabilirdi.
''İç sesimle yaşadığım olağanüstü bir dostluğun verilmiş bir randevuya sadık kalmayan bir taraf yüzünden sekteye uğraması sebep olmuştu belki de tüm bu çıkmaz duygulara..''
Siz ne anladınız bu cümleden? Okuyucu sanki labirente giriyor da çıkamıyor içinden. Lafları neden bu kadar boğdunuz ki?
''Bir kahve borçluydum kendime. Evet kendime. Bir tiyatro sonrası sert bir filtre kahve iç sesime.''
Tekrar niye? Bir kahve borçlusunuz kendinize. Anladık. Anlamayanlar için tekrar yapmak da niye?
Hem sonra,hemen devamı olan cümle. '' Bir tiyatro sonrası sert bir filtre kahve iç sesime.
O hayalimdeki seni getirmiş olurdu, ben gerçek kendimi.
Tiyatrocu musunuz? Oyuncu mu yani? Yoksa tiyatrodan mı çıktınız? Randevu tiyatro için miydi? Gelmeyince kendiniz gittiniz yani.
Bunu anladım. Açık olmalı anlatım. Siz biliyorsunuz ama okuyucu bilmiyor.
'Bir tiyatro sonrası sert bir filtre kahve iç sesime.''
Eee sonra? Noktayı koymuşsunuz ama devamı var sanki cümlenin. Kesik kesik olmuş değil mi?
Bir tiyatro sonrası sert bir filtre kahve iç sesime.
O hayalimdeki seni getirmiş olurdu, ben gerçek kendimi.
Birleştirince de kopukluklar oluyor.
İç sesiniz ne diyor kısaca? İç sesiniz hayalinizdeki sevgiliyi mi getirdi siz sert bir filtre kahve içerken?
Aceleye getirmeyin. Akıcı, hoş bir kaleminiz varken, frene bastırmayın milleti.
Bu yazınız çok acemiceydi.
Beğenmedim.
Çünkü ben sayfalarınızda daha güzel ve kalitelilerini okudum. Keşke ilk bu yazınızdan başlasaydım okumaya. Eleştirim bu kadar sert filtreli olmazdı.
Başarılar dilerim, yolunuz meşakkatli ve çok uzun.
Kolay gelsin ve asla pes etmeyin, hep yazın.
Bahar Batıl
ben burda aslında diğer yazılarıma göre daha farklı bir tarz denemiştim.. o sıcak samimi doğal tavır yok burda farkındayım.. o alengirli ya da sonu başı soru işaretli cümleleri de bilinçli kullanmıştım..biraz karanlık biraz dediğiniz gibi labirent koşumu içerisinde iç çekişti, iç hesaplaşma, dışa vurumdu..sanırım okuru düşünmekten ziyade kendimle gidip gelmelerime dem vurdum ..
tabii bunu da tam becerememiş olma ihtimalim çok yüksek ki iyi bir okur olarak sizden bunları duydum..
ilgi alaka ve verdiğiniz değere çok teşekkür ederim değerli hocam..kendimi tanımaya devam edicem siz üstadlarım sayesinde;)
saygı sevgi ve selamlar..
Bahar Batıl
bir gözden geçiriş gibi olmuş sanki yaşanmışlıkları..güzel bir anlatım..yüreğinize sağlık...
Bahar Batıl
sevgiler size..