- 590 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TANRISI KAYIP ŞEHİRLER...
Çürümüşlüğü mumyalayabilir misin?
Ya da bir közü,
İşinin ehli bir katile devredip
Yeniden ilk günkü diriliğini
Men eden bir yalnızlığı
Sahiplenebilir misin?
Dengin denklemdeki uyumsuzluğu adeta… öncesinde hecelerin yozlaştığı sonrasında kelimelerin şerrine lanet deyip anlamın uzaklaştırıldığı.
Dökümlerinde kök hücrelerin, menfi bir tutumdan çıkıp da yola müspet bir sonuca varmak kadar saçmalığın dik alası.
Gözden göze yayılan bir akım, mutsuzluk ve badirelerin uzantısında, yoksun fıtratın da iki büklüm hüznü.
Kan donduran bir mevsimmişçesine ölüm belki de aşk’ın beşinci mevsim olduğuna delalet bir sunum yine aklı evvel faninin akla zarar seçimlerinde suç unsuru.
Öfkenin ilahı iken şiddet mahsulü ölüm, yokluğun da hicvi iken bir kenarda unutulmuşluk.
Tanrısı kayıp şehirlerdeki o izdiham, yansız seçimlerde veryansın eden hak mağduru gölgesi evrenin sonra da zincirlere eklenen bir halka ve bir tane daha ve değiş tokuş yaptığımız yine iblisin kehanetlerinde, meleklerin hüznünü pay ederken evren ve insanların da görünmeyen yüzü, yine meleğine ihanet eden fani bir beden.
Uzun boylu ayrılıklar ve aykırılıklar sonra da kısa mesafe koşucusuna rest çeken oto sansür belki de bir yetimin ayaklarındaki boşluk ve soğuk işlerken içten içe derken derin bir iç çekiş, öfkesini kusan lanetin de perde arkası yine dönen hesapların mağduru ve mazlumu aynı sıraya denk düşmüşken.
Kara gökyüzü.
Kara kader.
Keder kefil oysa kaderle olan iş birlikteliğinde, hasmı mutluluğun gözlerini oyarken, kumpasa kurban giden üç beş düşünce silsilesi yine de ayyuka çıkmadan ihanet, can pazarının yaşandığı bir töhmet kadar da fırsat düşkünü zalim ve müttefikleri.
Bireysel cehaletin son tanığı; toplumsal cinnetin sayısız kurbanı; öfkeli Tanrı ve hicap yüklü beşer; kara yazgı diye nitelendirilen alın yazısı… dinen mubah olmayan, fikren aykırı yine de töre cinayetlerinden çıkıp da yola mega kentin merkezinde iki dirhem bir çekirdek tüm yobaz cehaletin ve aşk cinayetlerinin kurbanlarını bir bir ifşa ederken boyalı basın.
Aşk… görgüsüz bir tanık.
Âşık… maktul.
Kurban… tanımsız.
Çocuk… yeni üyesi çivisi çıkmış güruhların ötelediği, örselediği.
Çocuk… sıfatsız ve yaşsız.
Kadın… adı olmadığını bilse de alt yazıda kurban kategorisine giren.
Kaçkın… deli imgelerle süslenmiş bir beyit kadar da tadı kaçık belki de köpüğü olmayan kahvenin telvesi.
Savsaklandığı kadar savurmak istiyor insan… salgın mahiyetinde olsa da zaman zaman gözden ve yürekten düşen.
Kopya aşklardan nasiplenmek dert olmasa gerek ya da ataerkil kayıtlarında toplumun, mağdur bir ön söz olmak fazla da hayıflanası bir duygu değil.
Sözcükler birikintide çırpınan küçücük dünyalar. Dünyalar karışırken birbirine, eksilen anlamlar belki de doğurgan bir ölüm her ne kadar ölüm kaybolmakla eş değerse.
Dünden önce bir bebek armağan etti Tanrı yine yüreğinin kuytularında evlat aşkı diye bilimden ve Yaratandan dilediklerini sonunda konuk etmişlerken yuvalarına.
İsimsiz şarkılarla çırpınıyor iç dünyalarımız aslında çalkantılı birer gemiyiz yine can pazarında bir can simidi niyetine tutunurken bir dosta belki de dost niyetine bir yabancıya.
Öfkeli şarkılarla iblis tedarik etmekte azalan gücünü ve buldukça yandaş, ölüm bile ırgalamıyor nefsini münafık gölgelerin belki de baş tacı edilmiş soytarı varlıklar.
Bebeğin çığlıklarında saklı ölümle restleşen bir canlı.
Ve bir ihtiyarın yalnızlık güftesi ölüme yazdığı her şiir.
Şiirler bile kanarken, insanlar yalanlara kanmayı meziyet bellemişken ve belleklerde kuru sıkı hücreler bölünmek adına ve yok olmayı mezhep bilmiş.
Yokluğun ufkunda hicvi var evrenin ve yüreğin detaylarında tevafuk var; tevekkül var ve teferruatlar yükleniyoruz zaman zaman ve izahı olmayan kaderlerimiz var kederlerimizle tokuşturduğumuz; devrik acılarımız var cümlelere sığmayan bir o kadar cümlelerimiz var cümleten uğurladığımız belki de cünüp derecesinde yalanlarımız var yüreği de delen, saadeti de örseleyen ve ihanetlerin bedeli var bir nokta atışı yapmanın inancıyla savurduğumuz kadar savunduğumuz hatta sayıkladığımız uykudan yana dertli olmayan münafıkların uyuttuğu ve uyutulmaya ramak kala değerlerin unutulduğu.
Büyümeye endeksliyiz oysaki küçülüyoruz ve daha da ve sonunda bir nokta olmaya doğru yokluğu tadıyoruz ve biz bir kâhin edasıyla dünya ırkını yok sayıp metazori kabullenmişliklerle örtüşürken hicvin bağlanmış basiretinde, yenildiğimizi kabul etmeden sehven şaşalı bir varlık olmak adına yokluğu bile kıskanırken…
Kılıksız bir Azrail aslında ölüme adına destur demektense hayata kocaman bir Eyvallah çektiğimiz.
Yaşlarımızı tedarik ediyoruz mütemadiyen. Yaşlarımızı saklıyoruz her manada ve yaslarımızı da ve yasalarla korunsak da korunamadıklarımız var: misal bir yangında ilk kurtarılacak… misal çeperinde insanlığın bir hiciv kadar tanımsız olmak değil de sürati kati kişiliğe gelecek tek bir menfi sözü bertaraf edememenin telaşı ile kendimizi unuttuğumuz.
Bebekler doğarken, insanlar yok olurken aslında ruhların kaçamadığı kuytularda ne hayattan nasiplenip ne de ölümü tadıp… diyememenin verdiği tedirginliği bertaraf edemeyip ve taraf tutmayı dahi beceremezken arafta kalmanın hükmüne varmış iken kimi tanımsız ve muğlak duygu.
Aslında ihanet etmemek adına ya da yangına ateşle giden…
Çatık kaşın isyanında rol oynayan.
Haksızlığa dur diyememenin verdiği acıyla ruhu can çekişen ama her nasılsa ölmeye bile cesareti yok iken insanın belki de en deli şarkı canına son vermekle yaşamak arasında yaşadığı gel-git.
Bir günahı yok saymak adına.
Bir ömrü sıfırlamak mümkün değilken mutluluğu çoktan sıfırlamış.
Bir aşka yelken açarken kavurucu sıcağında münhal bir kış ayı olsa da şaşkın Şubat, ocağına incir ağacı diken nice insanla yolumuz kesişmese de ya da kesişse bile dertlerini duymazdan geldiğimiz ve dertlerimizi yok saydığımız belki de derlediğimiz bir hikâyede dingin bir karakter olmaya yol aldığımız…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ediyorum beğeninize ve yorumunuza.
Yazmaya gönül veren bir insan daha ne ister ki?
Esenlikler diliyorum.
Sevgimlesiniz.