- 900 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bakir Doğada Yaşam Savaşı (Çocuk Hikayesi)
Anıl’ı kaybetmek evimizde unutulmaz bir acı bıraktı. Bizimle 6 ay bile yaşayamadı zavallı köpeğimiz. O’nu yetesiye tanıyıp sevemedim. Uzun koyu mor ve gri tüylerine yakından dokunamadım… Babam, boğazında bir zincire bağlı getirdiği zaman zayıf, çelimsiz bir haldeydi. Tüyleri uzamış, karnı sırtına yapışıyordu.
Annem, köpeklere de iştahla kaşık çaldığımız çorbalar güzelliğinde yal yapar. Hayvan, bizde toparlanmış, güçlü bir köpek olmuştu. Lakin kurtların fenni köpeğimizi yenmişti. Gözünü budaktan sakınmaz cesareti canına mal oldu...
Onun, kendine güvenli dişi kaplanlar gibi çalımlı yürüyüşünü unutamıyorum. Yanına yaklaşmaya korkardık. Fakat yine de o kadar korkutucu bakışları yoktu. Biz çocuklarla oynamaya tenezzül etmez, yalını yediği zaman kilerimizin güneş alan tarafında çekilir sessizce uyurdu.
Belki de Anıl ölmemişti! Çocuk kalbimle dualar ettim. Kim bilebilir! Hiç ummadık bir anda ormanın derinliklerinden çıkıp gelir… Beklentim gerçekleşmedi. Hayal kırıklığım günlerce sürdü. Aynı duyguyu ablam ve Kemal’de yaşıyordu…
Bazı günler üç kardeş bir araya gelip bir daha yüzünü göremeyeceğimiz Anıl’la ilgili anılarımızı anlattık. Karabaş bile önüne konan yalı hemen yemeğe başlamıyordu. Uzun uzun ormana bakıp, zaman sonra hüzünlü gözlerle iştahsızca yalını şapırdatıyordu. Ailece üzgündük yaşanan acı olaydan. Annem:
“Çocuklar giden geri gelmez, oyunlarınıza dönün…”diyerek bizlerin her zaman ki gibi şen-şakrak, kaygısız hale gelmemizi istiyordu.
Kışı yarıladık. Günler birazcık uzadı. Güneş sırtımızı ısıtmaya başladı. Karlar oturdu. Çatılardan bazı günler damlalar akmaya başladı. Geceleri sular yine de donuyordu. Saçaklardan benim boyum kadar sarkıtlar sarkıyordu.
Anlatmayı unutmadan söylemeliyim. Ramazan ayı içindeydik. Benden bir büyük ablamla oruç tutan büyüklerimize özeniyorduk. Anneme sürekli ısrar ederdik:
“Savur yemeği yerken bizleri de uyandırın! Oruç tutmak istiyoruz…” diye.
Sabahleyin güneşin doğma saatlerinde uyandığımızda çocuksu da olsa kızardık büyüklerimize. Söylenirdik için için… ‘Bizi niçin savur yemeğine uyandırmamışlar!..’ Her gün aynı ısrarı sürdürmeye devam ettik.
Bir gecenin köründe uyandırıldık. Yarı uyur yarı uyanık halde savur yemeği yedik. Mevsim kış, günler kısa… Bir gün oruç tuttuk ablamla. İkindi vakti açlıktan kıvransam bile durumumu büyüklere hissettirmedim.
Akşam oldu. Elimde kaşık çabucak sofrada yerimi aldım. Babamın söylediği iftar duasını O’nunla birlikte söyleyerek iftar ettim. Babam, ablamla bana:
“Aferin sizlere bir gün oruç tutmayı başardınız… Daha çocuksunuz; büyüdüğünüzde bol bol oruç tutarsınız…” diyerek başarımızı takdir etti. Biz çocuklar en çok ramazanın bitip bayramın erkenden gelmesini istiyorduk. Bayramda güzel yemekler ve akrabaları ziyaretler vardı özlemle beklediğimiz…
Arife günü akşamı babam kuru çam odunları hazırladı. Çam odunlarının hazırlanması sabahleyin pişi pişeceğinin müjdecisiydi. Aynı günün akşamı bayram gününün işleri planlandı. Bir defaya mahsus sabahın erken gelmesi mümkün olmaz mı diye hayaller kurdum. Tatlı hayallerimle birlikte uyumuşum.
Uyandığımda odamız yarı aydınlıktı. Ocağın yanı başında annem, ablalarım pişi kızartıyorlardı. Yanık yağ kokusu burnumun direğini sızlatacak düzeydeydi. O kadar önemli mi keskin yağ kokusu! Bir tepside kırmızı kırmızı pişiler bizleri bekliyordu. Annem her zaman ki tavrıyla:
“ Önce elbiselerinizi giyinin!.. Çabucak yüzünüzü yıkayın!.. İşimiz bitmek üzere. Hemen sofrayı kuracağım. Sıcak sıcak yiyelim pişileri.”
Kemal’i de uyandırdık. Ablam benden önce uyanmıştı. Hemencecik sofra kuruldu. Büyük ablam kilerden büyük bir tabak dolusu bal getirdi. Herkesin neşesi yerindeydi… Önce bayramlaşma seremonisi yaptık. Sırayla annemin ellerinden öptük. Ablalarımıza sarıldık… Nihayet sofrada yerimizi aldık. Sofrada bal ve pişi görmek sadece bayram günlerine has bir durumdu!
Arife akşamında yapılan iş bölümüne göre önce hayvanların beslenme ve günlük sabah işleri yapıldı. Evde tatlı bir heyecan vardı. Herkesin yüzü gülüyordu. Ramazan Bayramının ulvi havası evimizin her tarafında hissediliyordu. Babam erkenden Bayram Namazı için camiye gitmişti. Annem ablalarıma:
“Kızlar sizler sabah işlerinizi çabuk bitirin!.. Köy içine önce sizler gidin. Akrabalarımızı ve arkadaşlarınızı ziyaret edip bayramlaşın! Akşamleyin babanızla eve dönersiniz!.. Ben de çocuklarla yarın gidebileceğim bayram ziyaretine…”
İçim kıpır kıptırdı. Yarın köy içine gidebileceğim. Yaz aylarında yaylalarda buluşup oyunlar oynadığım arkadaşlarımı görebilecektim.
Ablalarım süslü elbiselerini giyip evden çıktılar. Yüzlerinde güller açıyordu. Uçarcasına yola düzüldüler. İki nazlı ceylandan farksızdılar. Halı tezgâhının başındaki tutsak günlerinden kısa süre de olsa azat olacaklardı. Köyden ırak sakin bakir topraklarda yaşamak hoştu. Lakin uzun süre arkadaşsız yaşamak da insanın ruhunu acıtıyordu!..
Bayramın ikinci günü üç kardeş anne tavuğun yanı başından ayrılmayan korkak civcivler gibi annemin kanatlarının altındaydık. Hedef köy içi. Amcamların, dayılarımın ve teyzemin de pişileri de kırmızı mı diye görecektim.
Cuma günleri ve sair günler babamın köye giderken kar üzerinde oluşturduğu patikadan yürüyorduk. Bazen kaygan yolda kapaklanıp taze karları öpmeden yolculuk biter mi! Elbet bitmez! En çok da Kemal’in ayakları kayıp karları öpüyordu.
Son kez güz ortasında, ağaçların yapraklarını döktüğü zaman gitmiştim köy içine. Rüzgârlı bir gündü. Yollarda serili sarı, kahverengi yapraklar uçuşuyordu. Bu kez beyazlara bürünmüştü köyümüz.
Köyün mahallelerini uzaktan seyretmek güzeldi. Güneş yanığı koyu kahverengi evler, kirli gri samanlık ve ahırlar beyazlık denizinde tek tek adalar gibi dağınık gözüküyordu. Bazı evlerin bacalarından solgun mavi dumanlar yükseliyordu. Uzaklardaki köpek havlamaları beni korkutmuyordu. Annem yanımdaydı…
Önce amcamları ziyaret ettik. Mehmet ve Osman amcam; ikisi de güler yüzlü insanlardır. Hepimize ayrı ayrı ilgi gösterdiler. Hele Mehmet amcamın:
“Baban köye gelirken takıl peşine gel bize. Cemil’le oyunlar oynarsınız. Ertesi hafta geri gidersin babamla…” Söylediği bu dost sözleri beni çok mutlu etti. Amcamın ağzındaki inci gibi beyaz takma dişlerini çok hoştu.
Osman amcalarda yemek yedik. Günler kısa, dayımlara geçtik. Yolda kızak kayan çocukları gördük. Kemal’le anneme yalvarmaya başladık:
“Biz de kızak isteriz…”
Bugüne kadar hiç kızağım olmamıştı. Annem, isteğimizi olumlu karşılarsa yüzü gülerdi. Tıpkı az önceki gibi… Beş tane dayım var. Nafiz, Nazım, Kâzım, Rasim ve Nesim’i dayım. Kâzım ve Nesimi dayılarım öğretmendir. Annem Onlar uzak köylerde öğretmenlik yapıyorlar diye anlatırdı.
Köyde oturan dayımları ayrı ayrı ziyaret ettik. Annemin bizlere söylediği gibi el öpüp büyüklerin konuşmalarını sessizce dinledik. Rasim dayımlarda annemin konuşmalarını hiç unutamam.
Bir kızak sahibi olacaktık üç kardeş. Rasim dayıma annem:
“Çocuklara bir kızak yapmanı istiyorum!” diyerek öneride bulundu. Dayım:
“Tabi abla. Yeğenlerimi sevindirmekle ben de mutlu olurum.” derken göklere uçacaktım sevincimden. Üçkardeş ilk kez bir kızağa sahip olacaktık. Annem, ablamla evleri köyün uzak mahallerinde olan büyük dayıma ve teyzeme gitmek için bizden ayrıldı. Kemal’le ben o gece Rasim dayımların misafiri olacaktım. Ertesi günü annem gelip yeni kızakla bizi evimize götürecekti.
İlk kez annemden ayrı bir gece yaşayacaktım. Kızak sevgisi galip gelmişti ayrılığa. Akşam karanlığı başlayınca ruhumu umarsız bir yalnızlık duygusu kapladı. Yengem ve dayımın tatlı konuşmaları az da olsa yalnızlık duygumu azaltıyordu. Kemal’in durumu da benden farksızdı. Altı ve dört yaşlarında yabancı bir evde karanlık geceyi karşılayan iki çocuk…
devam edecek.
YORUMLAR
güzel hikayenizi okumaya devam ediyoruz Üstadım kolaylıklar dilerim.
saygılarımla
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla.