ÇOK SEVDİM SENİ!.. (4)
Lokantanın beyaz ışıkları altında çatal kaşık, tabak sesleri azalmıştı. Yemeğini yiyenler ayrılıyorlardı çay ve kahve kefinin ardından. Giriş kattaki bara geçenler, akşam sefasının yürüyüşünü yapmak, gökyüzünde gelin gibi süzülen ay’ı, kümeler halinde bir birlerine kur yaparcasına göz kırpan yıldızları romantik havasında izlemeye, serin gökkubbenin altında bahar tadında, ılık rüzgarın salladığı dalların nazik hışırtıları arasında yürüyüşe çıkan sevgililer, aileler adımlıyorlardı patikalarda.Günün yorgunluğuna yenik düşmüşlerse odalarına çekiliyorlardı. Garsonlar masaları topluyorlar, topladıkları bulaşıkları bulaşıkhaneye götürüyorlardı aceleyle. Onlarda hayli yorgundular. Sabahın erken saatlerinden, gecenin geç saatlerine kadar ayaktaydılar. Gülcan ve çocuklarıda yemeklerini yemiş; çay faslına ne çay, ne de kahve kalmıştı. Kahveyi çok seven Gülcan, lobiye inip orada içmek istiyordu. Çocuklarda alış veriş yorgunluğu vücutlarına çökmüşçesine oturuşları, kalkışları hımbıl, tembel insanlar gibiydi. Pek kalası yoktu onların. Odalarına çekilip dinlenmek isteselerde anneleri onları zorlayarak aşağıya inmelerini ikna etmişti.
__ Çocuklar ben barda tek başıma oturmam yakışıksız olur! Bakarsınız annenize takılanlar olabilir yalnız kalışımı fırsat bilenler. Her yan kuzgunlar dolu, derken şakacık yaptığını gümlüseyerek söylüyordu.
Oğlu Bedirhan:
__ Yok anne! Buradaki insanların hepsi böyle bir şey yapacaklarını sanmam. Gördüğümüz kadarı ile maganta tipi hiç bir kişiye rast gelmedim ben. Burası Taksim, Beyoğlu, Eminönü mü? Ama biz yine de yanında kalacağız, seni yalnız bırakmayız anneciğim, biriciğim. Sana arkadaşlık ederiz ablamla yorgun halimizle... Sen cansın, canansın bizim için fıstığım!
Ablası söz etmeden durur mu?
__ Aneeemmm! Sen nerede biz oradayız. Sen kahve içerken bizde taze sıkma portakal suyu içeriz. Kibar dudaklarından dökülen bal sohbeti dinleriz bizde...
Hep birlikte kalıp merdivenlerden aşağıya inerek barada kendilerine boş bir masa bularak oturdular. Turan masasında onların bara gidişlerine bakarken mutlu görünüyordu. Odalarına çıkmayışları onu çok sevindirmiş, yazdığı pusulayı vermenin yolu daha kolay olacağını düşünmüştü. Garson masasındaki boşları alırken o da kalıp aşağıya indi. Barda yüksek sandalyelerden birine geçip oturdu. Bar doluydu. Alkol alanlar, kahve ve meşrubat içenler, mezeleri atıştıranlar pürneşe içinde akşamlarının tadını çıkartıyorlardı. Kahkaha atanlar, yüreği buran şarkılara takılıp kalanlar, sohbetlerini derin derin koyulaştıranlar başka dünyaların içindeydiler. Turan, taze sıkılan eksi nar suyunu yudumluyor, Gülcan ve çocuklarının oturduğu masayı kolluyordu. Dinlediği müzik öyle etkilemişti ki onu; dağları, denizleri aşarak ülkeler ötesine kendini atıyor, hüzün sağnağında kalıyordu. Gurbet, bir gariplik esiyordu içinde. Kederlere gark oluyor, geçen yılların talihsizliklerini gözlerinin önüne seriliyordu. Şöyle bir silkindi ’kendine gel Turan!’ dercesine. Karşısında ay parçası, gönlünün cenneti dururken olumsuzluklarla içlenmenin zamanı mıydı? Gelip geçen yılların acı dolu hazanlarına karşılık, karşısında taptaze bir bahar duruyordu. Onunla tanışacağı sırada olumsuzlukları depreştiren şarkının biran evvel bitmesini bekliyordu. Nemli gözlerle Gülcan’a baktı. Kahvesini içiyordu neşe içinde. Çocukları ile sohbeti keyif vericiydi. Bir bahane ile barda oturan Turan’a baktı. Gözler alev alevdi ikisininde. Gülcan, çocuklara eğilerek sessizce bir şeyler söyleyip ayağa kaltı. Lavobanın olduğu yöne gidiyordu. Lavoba çocukların arka yönündeydi. Aheste, İstanbul hanımefendisi edasıyla rafan adımlarla giderken Turan fırsatı yakalamıştı. O da çocuklara fark ettirmeden sandalyesinden inip barmene:
__ Lavobaya gidip geleceğim. İçeceğim burada kalsın, gelince içerim, diyerek ayrıldı.
Çocuklara görünmeden yılan gibi kayıp gitti. Nurcan kadınlar lavobasına bir kaç adım kalmıştı. Ona yetişen Turan kısık ses tonu ile:
__ Gülcan iyi akşamlar. Şu yazdığım pusulamı alır mısın çocuklar görmeden? derken terler akmaya başlamıştı yüzünden.
Gülcan ne yapacağını şaşırıp kaldı. Beklemiyordu böyle bir durumu. Evlatların görmemesi için içinden ne kadar dualar varsa bir çırpıda dökülüverdi yüreğinden.
__ Turan bey, beni zor duruma düşürdüğünün farkında mısın? Tamam, hemen ver ve uzaklaş yanımdan. Gece okurum yazdıklarınızı, der demez aceleyle aldı pusulayı ve avucunun içine sıkıştırdı. Kıvrak adımlarını daha da hızlandırarak lavobaya girdi. Turan’da kendi lavobasına girdi. Girer girmezde lavobada yüzünü soğuk suyla yıkadı.
__ Rabbim ne olur bana yardım et! Yazdıklarıma olumlu cevap verir inşallah, dedi. Yüzüne bir kaç kez daha soğuk su serpiştirerek çıktı lavobadan. Bara varıp kalan nar suyunu bir dikişte bitirip yenisini söyledi. Gülcan’ın çıkışını gözetliyordu. İçine sıkıntı düşmüş, kendisini mahcup edecek tavırlar takınırsa bu sevda başlamadan bitecekti! Gülcan’ın yüzündeki ifadeler ona yön verecekti.Hayatının en heyecanlı anına bırakmıştı kendini. Tatlı ve acı anlarını bir arada yaşıyordu. Yüreğinin hızlı atışını durduramıyordu.
Gülümseyerek, yüzünde tatlı ifadelerle göründü Gülcan. Turan, Marmara denizinde uçuşan martıların sevincine bürünmüştü. Olumlu cevap almıştı yüzündeki tatlı gülümsemelerde. Çocuklarının yanına oturduğunda onlarda annelerinin neşeli haline, evlatları ile bir arada olmasına bağlıyordular. Çocuklarını çok seviyor, her istediklerini elinden geldiğince yerine getiriyordu. Birgül’de, Bedirhan’da annelerine aşırı düşkündüler.Onu asla kırmazlardı. Evlatlık vazifelerini yerine layıkı ile getirdiklerinden Gülcan’da onlarsız bir dünya düşünemiyordu. Her gittiği yere onlarıda götürüyordu. İmkansız oldukları dönemlerde evlatlarının okul tatilini bekler, birlikte giderlerdi. Anne-evlat ilişkisinden daha ziyade onlarla arkadaş, dert ortağı canlarıydı.
Bedirhan hüzünleri kuşanmışçasına:
__ Anne, babamızıda getirseydik keşke! Onusuzda olmuyor, dedi boynunu bükerek.
__ Oğlum çok haklısın ama baban arkadaşları ile önceden sözleşmişler, denize balığa çıkacaklar. Onunda en büyük sevdiği şey balık tutmak. Tasalanma sen; inşallah yazın Alanya’ya denize birlikte gideriz. Buranın temiz havasından, bana çok iyi geldiği için tedavi amaçlı geldik sayılır kuzum. Sen tasa etme, mutlu olmaya çalış tatlım.
Birgül:
__ Annem buranın havası için ve bizide yanında arkadaşları olarak getirdi Bedirhan, dedi gözlerindeki sevinç ışıltılarıyla. Üzülme sen kardeşim. Babmızılada gideceğimiz yaz gelsin hele. Sıkma canını, ,üzülme sen ablam.
Gülcan çocuklarını dinlerken isteksiz gülümsede, elinde olmadan dalıp gidiyordu belirsizlikler içinde geçmişe. Yüreğindeki sevginin derecesini onlara belli etmeden yıllarca babaları ile mutluluk görüntüsünde evlatlarına hiç belli etmemişti. Aslında seviyordu kocasını ama bu sevginin yeterliğini sorgulayabilirdi. Yaşça kendinden büyük, annesizliğin acılarında büyümenin ceremesini emir vaki, görücü usulü ile evlendirilmesi pek hoşuna gitmemişti. Garip bir yalnızlığa boynunu bükmüş, adamın zenginliğine tav olan ailesinin onun sevip sevmediğine bakılmaksızın verivermişti genç kızın düşüncelerine başvurmadan. Ata ne diyorsa o olmuştu ve kaderine razı, tepki vermeden evlenmiş, severek evlenemediği adamdan iki evlat edinmişti. Artık o bir anneydi ve yaşamını, ömrünü iki evladına adamıştı. Yaşıda ilerlemiş, kurduğu yuvasını her türlü zorluğa karşı korumaya and içmişti. Pek şikayetçi olmadığı kocasında sadece sevgi eksikliği vardı. Yaş oranından ve onun gönlünün isteksiz evliliğinden etkilenmiş olsa da evlatlarının sevgisi olumsuzlukları arka plana itiyordu. Fakat o da; yaşayamadığı aşkı tatmak, yüreğinde depremler yaratacak bir kutlu sevdaya aç, muhtaçtı. İstiyordu ki saçlarını parmakları ile tarayacak, dudaklarından sıcacık öpecek, ince beline sarılıp koklayacak bir yiğit. Yılların ruhunun ezilmişliğinde bunları düşündükçe gönlü coşuyor ama çocuklarının varlığı onu frenliyordu ilerisine adım atmasına. Şaşkındı. En kötü ihtimalleri göze alacak cesareti kendinde bulamıyordu. Turan’ın eline tutuşturduğu pusulayı bile korkusundan, endişesinden açıp okuyamamıştı. Çantasına atarak, oda da çocukları uyuduktan sonra okumayı düşünüyordu. ’Acaba ne yazdı’ diye içini kemiriyordu merakı. Yüreği sıcacık olmuştu gözlerine baktığında Turan’ın. Olumlu bir hava esiyordu hayallerinde ılık ılık... tatlı düşler onu masal dağına götürmüştü bile...
Gözgöze ayrıldılar bardan. Gece, vaktini yeni bir güne deviriyordu. Cumartesi sabahına adım adalı iki saat onbeş dakika olmuştu. Koyu sohbetlerin, kahkahaların saatleri değirmen gibi öğütülüp gitmişti. Zaten eğlenmeye gelenlerin amacıda hoş vakitler geçirmek değil miydi? İlerleryen saatlerde esnemeler sıklaşınca uykular akıyordu yorgun gözlerde. Kalkan gidiyordu odasına. Gülcan ve evlatları kalktıkları an, Turan’da kalktı odasına gitmeye hazırlanıyordu. İçtiklerinin ücretini ödeyerek. Bedirhan’da aile reisi edasıyla bara gelerek içtiklerinin borcunu ödedi. Asansöre yöneldiler odalarına çıkmak için. Turan, merdivenleri tercih etmişti. Birlikte asansöre bindiklerinde çocuklara telaşlı halini belli etmesinden çekinmişti. Üçüncü kat kaç merdivendi ki atletik yapısına. Gençliğinde atletizim, futbol ile hemal olmuş ve hala bu yaşında futbol oynuyordu fırsat buldukça. Merdivenleri bir çırpıda çıktı onsekizlik delikanlı kıvraklığında.
Odalarının kapısını açar açmaz Bedirhan ve Birgül yataklarına koşarak attılar hantallaşmış vücutlarını.
__ Oooo bakıyorumda evlatlarım çok yorgun düşmüşler, dedi Gülcan. O da esniyordu sözleri arasında. Tatlı bir yorgunluk vardı hepsinde de.
__ Evet anne, yorgun düştük! Şu üstümü çıkarır çıkarmaz dalacağım uyguya. Aceleyle gömleğini, ve pantolunu çıkardı yatağa uzanık halde. Fırlatıp attı elbiselerini. İyi geceler dileyerek yorganı üzerine çekip tatlı rüyalarda buluşmak keyfiyle dalıp gitti Bedirhan...
Birgül’de on dakika içerisinde yatağında kaskatı kesilmişti. Yorgunlukları onları çabuk uykuya dalmasını sağlamıştı. Gülcan, pusulayı mutlaka okumalıydı. Meraktan çatlıyacak kadar oldu. Çocuklarına iyice baktı uyukuya dalıp dalmadıklarına. Mışıl mışıl uyuyorlardı. Artık emindi pusuşlayı okumaya. Çantasını alıp lavobaya gitti. Kapıyı ardından kilitleyerek pusulayı çantasından çıkardı. Elli titriyor, kalbi en şiddeti ile vuruyordu. Kendinden geçekcek sandı bir an. Tatlı sevinçli duygular içine akarken açtı pusulayı, okumaya başladı. Kısacık not düşülen yazılan yazıyı okuyunca, dolu dolu nefes aldı. Turan’la konuşacaktı. Bilmesi gerekenleri ona anlatmalıydı. Evlatlarından bu fırsatı nasıl bulacaktı? Kafasına takılan duydu! Ama Turan’a karşı hislerinde hoşluklar yeşermeye başlamıştı. İmkansızlıkları aşabilecek yardımı Allah’tan bekleyecekti. Kahırlı yılların ardından gerçek sevda güneşi doğabilecek miydi ızdıraplar yüklü yüreğinde?
’Rabbim sen büyüksün’ dedi içinden.
Mutlu duygular ile başını yastığa koydu. Gözleri tavana takılmış, orada bir şeyler görüyordu. Onu sarıp sarmalayan güzelliklerle uykuya daldı Gülcan... Turan hala uyumamıştı. Pencere kenarına oturdu. Keyifli efkarla sigara içmek istercesine elini cebine attı. O an unutmuştu yıllar sigarayı bıraktığını. Elleri boş ceplerini karıştırdı. Aşk unutturmuştu sigaradan nefret ettiğini! Yıldız gibi parlayan gözleri karanlığın koyulaştığı uzaklara dalıp gitti yarınların müjdesini beklercesine...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
03 Ocak 2018 Cumartesi 01:00 Akşehir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.