- 548 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇIĞLIK
Alt katlardan gelen seslere kulak kabarttı. Konuşmalar gittikçe yaklaşıyordu. Biri yaşlı, birkaç kadın ve en fazla da üç çocuk olmalı bunlar, diye düşündü. Üst üste gelen sözcükler, tümceler konuşmayı anlaşılmaz kılıyor adeta bir bilmeceye dönüştürüyordu.
Burası sessiz sakin bir apartman idi. Zemin kattaki dairelerden ilkinde oturanların varlığı ile yokluğu arasında en ufak bir ayrıntı bulmak için kılı kırk yarmak gerekirdi. Aylar olmuştu kapılarının açıldığını görmeyeli. İlk başlarda evin hanımının yetiştirdiği zambaklar, sümbüller, laleler, nergisler hem renkleriyle hem kokularıyla “içeride bir dünya var, zarif, naif bir dünya” diyorlardı. Bahar yerini yaza bırakırken gelecek bahar için tekrar yeşillenme umusuyla göçüp gitti çiçekler. Önce çiçekleri soldu, ardından yaprakları ve gövdeleri. Çiçeklerin gidişiyle birlikle o, yaşam burada diyen kokular yiterken kapı da daha az açılıp kapanır oldu. Ak saçlı hüzün yüklü gözlerle penceredeki kadın daha az görünür oldu. Onun bakışlarının yerinde çoktan yıkanmadığından rengi günden güne sararan perdeler kaldı.
“Sesler yaklaştığına göre ilk katta bir olay olmuş olamaz ”dedi. İlk kattakilerin baharda yetişen kırdaki otlar gibi birkaç ay içinde seslerinin soluklarının kesilmesi ne tuhaf idi. Kimse de bu konuda bir şey söylememişti.
“O bile birşey demedi. Ne iyi ne de kötü. İşte bu daha da ilginç. Vay be.” Böylesi bir durumla ilgilenmemek ne oldu ne bitti sormamak, Sarı Mübeccel’in fıtratına tamamıyla aykırı idi.
Mübeccel bir titiz bir kadındı. Ele aldığı olay her ne olursa olsun en ince ayrıntısına kadar öğrenir, sorulduğunda da tane tane, açık açık anlaşılana kadar anlatmayı severdi. Kim ne demiş, kim nereye gitmiş, kim taşınmış, kim evini satacakmış akla gelmesi mümkün olan ya da olmayan her sorunun yanıtının kolayca bulunabileceği Mübeccel bu konuda çıt sesi dahi vermiyordu. Bu konudan en küçük bir bahsin açılmaması… Garipti, çok garip.
Sadece yakın çevredeki değil, uzaklarda yaşayanların bile defterini tutardı Mübeccel… Bir insana yıllarca bu konuda eğitseniz Mübeccel kadar başarı gösterebilir mi? Asla. Çünkü Mübeccel bu ruh ile bu merak, bu ilgi ile doğmuştur. Ve bunları öylesine geliştirmiştir ki bu konuda onunla yarışmak adeta bir çılgınlık sayılabilir.
“Biraz bekleyelim”
“Kimse yok galiba”
“Evde olmalılar bu gün Perşembe. İkisi de bu aralar işsiz. Memleketten de geleli epeyce vakit oldu.”
“Tekrar gitmişlerdir. İşsiz insan her gün ne bulup da yiyip içecekler. Var olan da çoktan suyunu çekmiştir.”
“Yok yok”
Araya çocukların şikâyetleri karışmaya başladı.
“Annee…”
“Acıktım”
“Dur bakayım. Az önce evden çıkarken önüne koyduğumda tokum diye yemek istemiyordun. Aradan kaç saat geçti ki acıkıverdin. Artık anlarsın önüne yemek geldiğinde yemen gerektiğini.”
Çocuk uzun bir söylevin geldiğini duyunca şikâyetinden vazgeçti. Biliyordu ki biraz karşılık verse annesi biraz daha coşacak biraz daha üst perdeden konuşacak sonundan bu iş bir iki şamara, kulağının çekilmesine kadar varacaktı. Çok tecrübe etmişti bunu. Ne zaman beğenmediği canının çekmediği bir yemek olsa “tokum” derdi. Bu sefer de öyle yapmıştı. Lakin şimdi evde değillerdi ve atıştıracak birşey bulması da mümkün değildi.
“Biraz da bana ver”
“Vermem.”
“Olur.”
“Hayır dedim ya. Hem niye vereyim. Sen de bana geçen gün gofret vermemiştin.”
“Söz veririm bir dahaki sefere.”
“Çok geç. Yürüü…”
Çocukların gürültülü konuşmaları büyüklerin konuştuklarını bastırmaya yetmiyordu elbet. Ancak her şey daha anlaşılmaz hale geliyordu.
Oturduğu yerden kalktı. Meraklı bir kurt her saniye içini biraz daha çok kemiriyordu. Can havliyle dolanan biri gibi ne yapacağını bilmeden salona girdi. Boş boş bakındı. Sanki aklında bir şey vardı da uçup gitmişti. Salondan çıkıp yatak odasına yöneldi. Dolabı açtı kapattı. Çok uzun sürmedi buradaki başıboşluğu. Zihninde bir şimşek çakmıştı. Doğruca mutfağa gitti. Raflardan birinde duran çay bardağını aldı.
“Durun ”dedi. Kaba bir erkek sesi. Ortalığı bir sessizlik bürüdü. Bu emir cümlesi çocukların atışmaları dâhil her şeyi bıçak gibi kesip atmıştı.
Kapıya doğru yürüdü. Bir şeyler duymak umuduyla. Lakin dışarıdan en ufak bir ses bile gelmiyordu.
“En azından çocuklardan bir ses çıkmalı. Çocuk susturmak kolay şey midir?” ama susmuşlardı işte. Neydi bu suskunluğun sebebi.
Ne olmuştu kaba ses neden durun, demişti
Neden durmuşlardı. Bu bir sürü insan yer yarılıp içine girmiş gibi sessizliğe bürünüvermişlerdi.
Bir şey görmüşlerdi de dilini mi yutmuşlardı. Eski devirlerdeki efsane kahramanları gibi taşa mı dönüşüvermişlerdi.
Her şey bir anlamsızlık çukurundaydı. Her soru bu çukura bir taş atıyordu.
Artık elindeki bardağın gereği kalmamıştı. Bunu dışarıdaki sesi daha iyi duymak için kullanacaktı. Şimdi duyulması gereken değil görülmesi gereken şeyler vardı dışarıda o ise bunun hiçbir karesine tanıklık edemiyordu. Gözünü kapıdaki merceğe yanaştırmaya çalıştı. Lakin boyu buna elvermiyordu. Hafifçe parmak uçlarının üzerinde yükseldi.
Karşısında kocaman koskocaman bir boşluk vardı. Acaba kenarlara sinmişlerdi de o yüzden mi göremiyordu. Gitmiş olsalar ayak seslerini duyardım, dedi. Gitmemişlerdi ama var da değillerdi. Gözünü iyiden iyiye kapıya yapıştırdı. Bir umut. Küçük bir umutla. Tam o sırada duyan her insanın tüylerini ürpertecek bir çığlık duyuldu.
İmdat…
Yetişin…
Duyduğu çığlığın etkisiyle kapıyı açmış dışarı çıkmıştı. Ortada kimseler yoktu. Ne yaşlı biri ne kadınlar çocuklar… Hiç kimse…
“Mübeccel bu çığlığın hikâyesini en az üç saatte tamamlar dedi kendi kendine. Şimdi durup saatlerce onu dinleyemem.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.