- 588 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ölü Deniz
Birgül bu sabah erkenden uyandı. Gözlerini tavana dikmiş onu hayallerinden çıkarmaya çalışıyordu. Sıra dayağına çekiyordu ona dair hayallerini. Bir zamanlar her şeyi olduğu adam, şimdilerde bir yabancıydı. Ellerini kalbinin üzerine koydu yarası hala sıcaktı. Acısı da hafiflemiş değildi. Güçlükle doğrulup banyoya kadar sendeleyerek gitti. Aynadan kendine baktı bir müddet. Göz çukurlarındaki çizgileri parmaklarıyla gizliyordu. Aradan üç yıl geçmişti. Üç yılda nasıl da çökmüştü. Kendisini tanıyamıyordu. Ellerini yüzünü güçlükle yıkayıp salona geçti. Gözleri duvardaki tabloya daldı. Gözleri doldu ağlayamadı. Ağlamamalıydı. Evinin her köşesinde Zeynel’in kokusu vardı. Sanki üç yıl önce kapıyı vurup da giden o değilmiş gibi. Sanki evlilikleri hiç bitmemiş gibiydi. Hayatı boyunca uğruna gözyaşı dökeceği bir aşkın içine hapsolmuş gibiydi. Kurtaramıyordu kendisini hüznün pençesinden. Evliliklerinin ilk günlerinde oysa ne kadar mutluydular. Herkesin kıskandığı, herkesin yaşamak istediği bir aşktı. Onu evlendiğinde bile yalnız bırakmayan tek dostu Sibel’di. Ve hala da öyle… Her sabah kendi eliyle kahvaltıyı hazırlayıp kendi elleriyle yediriyordu. Birgül’ü hiç yalnız bırakmıyordu. Birgül hayal âleminde gezinirken zilin çalmasıyla, düşler âleminden çıkıp gerçek âlemde yolculuğa kaldığı yerden devam ediyordu. Kapıyı açtığı gibi Sibel içeri girdi. Sibel’i gördüğüne sevinmişti. Sibel Birgül’e cesaret veriyordu. Sibel hemen mutfağa girip güzel bir kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Yol üstü getirdiği güzel çiçekleri vazoya koyup masanın üzerine koydu. Bir güzel kahvaltı ettikten sonra biraz yürüyüş yapmak için dışarı çıktılar. Yürüyüş bitiminde parkta oturmaya başladılar. Birgül ayrılığın ilk evresinde, yalnız kalmak istiyordu. Ama artık kurtulmuştu bu fayda vermeyen karardan. Ona acısıyla yüzleşme cesareti vermişti geçen üç sene. Artık inkâr etmiyordu. Hala deliler gibi Zeynel’i seviyordu. Ama unutması gerektiğinin de farkındaydı. Hemen hemen halk eğitimde ne kadar kurs varsa hepsine katılmıştı. Zeynel’i unutmak için de olsa katılım gayesi, el sanatlarında oldukça gelişmişti. Sibel’in çiçekleri koyduğu vazoyu da Birgül yapmıştı. Sibel kaç kez bu işi geçimini sürdürmek için yap dese de Birgül kabul etmiyordu. Ama artık yeni bir sayfa açması gerekiyordu. O eski ezik Birgül imajını ortadan kaldırıp yerine yeni bir Birgül imajı yaratmaya çalışıyordu.
Eve döndüklerine ilk iş dolaptaki elbiseleri değiştirmekle başladı. Evin boyası ve eşyaların değişmesiyle eskiye dair ne varsa hafızasından silmeye çalışıyordu. Gün geçtikçe verdiği mücadelenin meyvesini toplamaya başlamıştı. Uygun buldukları bir dükkânı kiralayıp, içerisine maharetli elleriyle yaptığı süs eşyalarını koymuştu. Günden güne dükkânın ismi yayılıyordu semte. Her yaş gurubuna uygun eşyalar mevcuttu. Öğrenciler okuldaki proje ödevleri için ve bayanlar evini süslemek için dükkâna uğrayıp kendi zevklerine uygun eşyaları alıyordu. Birgül artık eski Birgül değildi. Hayatında büyük bir devrim yapmıştı. Zeynel’i de eskisi kadar düşünmüyordu. Dükkânına gelip giden müşteriler arasında bir beyefendi dikkatini çekmişti. Hep aynı eşyadan alıp gidiyordu. Gün geçtikçe uğramaz olmuştu dükkâna o sadık müşteri. Annesinin mezarına gideceği için, Birgül bu sabah açmamıştı dükkânı. Üzerine bir şeyler giyerek dışarı çıktı. Hava ne sıcak ne soğuktu. İkisi arası bir şey, gri bir renk tonu vardı semanın. Birgül’ün en korktuğu renk tonuydu gri. Ya siyah ya beyaz olmalıydı bir insanın rengi, gri onun için ihanetin rengi gibiydi. Ne olur ne olmaz diye yanına şemsiyesini de aldı. Mezarlığa vardığında o her zaman dükkânına gelip aynı eşyadan alan adamı gördü. Adamın bulunduğu yerde, bir büyük bir de küçük mezar vardı. Adam çiçeklerini küçük olan mezara koymuştu. Birgül içeri girerken selam verdi. Beyefendi de aynı nezaketle karşılık verdi. Ziyaret bittiğinde Birgül ‘’Başınız sağ olsun’’ dedi. Beyefendi de’’ Sizin de efendim sağ olun’ ’dedi. Birgül kendi kendine söylenmeye başladı ‘’Dememiştim gri ihanetin rengi diye bak yağmur yağdı. Allahtan yağmur rahmet’’ dedi. Beyefendi ‘’Buyurun bir şey mi dediniz’’ Birgül ‘’Yok hayır yağmur bastırdı ya ona söylendim’’ dedi. Beyefendi ’’Benim ismim Turgut sizde isminizi bağışlar mısınız’ ’dedi. Birgül’’ Benim ismimde Birgül memnun oldum’’ dedi. Turgut ‘’Yanlış anlamasanız bir şey soracaktım size ‘’dedi. Birgül buyurun sorun dercesine başını salladıktan sonra, Turgut ‘’Sizinle şu karşıda duran kafeteryada bir çay içebilir miyiz’’ dedi. Birgül ne oluyoruz dercesine baktı. Turgut ‘’kusura bakmayın yanlış anlamasanız dedim’’ dedi. Birgül Sibel gelene kadar bir çay içmenin sakıncası olmaz diye düşündü ve teklifi kabul etti. İkili kafeteryaya geçtikten sonra iki kahve söylediler. Turgut cebinden çıkardığı tuzu döktü kahveye. Birgül ve yan masa da oturan çift şaşkın gözlerle Turgut’u izlediler. Birgül sormadan edemedi. ‘’Turgut Bey kahvenize niye tuz döktünüz ki’’ dedi. Turgut anlatmaya başladı tuzlu kahvesini yudumlarken ‘’ Ben ölen eşimi istemeye gittiğimiz günden bu yana hep tuzlu kahve içtim. O gün tuzlu kahve getirecek sandım. Eşim kahveleri dağıtırken en son benim kahvemi verdi. Herkesin gözü bendeydi. Tuzlu kahveyi içmemi bekliyorlardı. Kahvemi yudumlarken tuz tadı alamadım. Kahveyi son damlasına kadar içtim. Meğer eşim tuz yerine şeker atmış. Ve kendisinin de haberi yoktu. Bende bunu o ölene kadar ondan gizledim. Ve o ne zaman bana kahve getirse ben gizliden bir miktar tuz atardım içine.’’ dedi. Birgül’ün gözleri dolmuştu. Anlattığı hikâyeden çok etkilenmişti. Zeynel’den sonra erkeklere hep bir ön yargıyla bakmıştı. Ve bugün yanıldığını anlamıştı. Aldatmak ne erkeğe ne de yalnızca kadına mahsustur. Aldatmak insan vasfını kaybetmiş melun insanlara mahsustur. Birgül ‘’ Anlattığınız hikâye çok hoşuma gitti. Sayenizde erkeklerinde sevebileceğini fark ettim. Eşim beni terk edip gittiğinden beri hep bir korkuyla yaklaştım erkeklere. Ama siz diğerlerinden farklısınız ölen eşinize sadakatiniz hala sürüyor. İnsan yaşadığı müddetçe hep yeni şeyler öğreniyor, bana erkeklerinde bir kalbi olduğunu öğrettiğiniz size teşekkür ederim’’ dedi. Sohbet sırasında birkaç kez lavaboya gidip Sibel’i aradı ne yaptıysa da bir türlü ulaşamadı. Hava iyice kararmaya başlamıştı. Sibel hiç böyle yapmazdı diye düşündü. Müsaade isteyip kalkmak istedi. Turgut Birgül’e mahallenin girişine kadar eşlik etti. Birgül teşekkür edip evin yolunu tuttu. Sibel Birgüllerin evinin karşısındaki apartman dairesinde oturuyordu. Birgül hemen oraya geçti. Defalarca zili çalmasına rağmen Sibel kapıyı açmıyordu. Birgül tam gitmeye yeltenmişken kapı sessiz bir şekilde açıldı. Sibel’in saçı başı dağınıktı. Birgül içeri girdiğinde Sibel’in ilk kez bir şeylerden korkarcasına durduğuna şahit oldu. Birgül içeriye geçtiği gibi etrafı kolaçan etti. Bir erkek parfüm kokusu vardı. Sibel’e döndüğünde onu ağlarken buldu. Sibel’in yatak odasına gitti görünürde kimse yok gibi görünse de, dolaptan sesler geliyordu. Dolabı açtığı gibi kapattı. Ve o hışımla kendisini dışarı attı. Gidecek bir kimsesi yoktu. Eli kolu bağlanmış, hayatla bağlarını koparmış gibiydi. İçinde bir yanardağ patlaması olmuştu. Kardeşi yerine koyduğu, en yakın arkadaşı ona hayatın en büyük tecrübesini yaşatmıştı. Önce yaşam tarzını değiştirmek zorunda kalmıştı. Şimdiyse hayatını değiştirmek zorundaydı. Dükkâna gidip, camına bir yazı iliştirdi. ‘’DEVREN SATILIK’’
Sabah olduğunda dükkânın önünde bir kalabalık oluşmuştu. Herkes bu amansız gidişi merak ediyordu. En çok da Turgut, daha dün konuşmuştu. Her gün dükkânına uğradığı, kendisine ilk eşini hatırlattığı, saf ve temiz kadın yoktu. Nereye gitmiş olabilir diye düşündü. Sonra annesinin mezarına uğramadan ayrılmaz diye düşündü. Hemen mezarlığa doğru koşar adım ilerledi. Yağmur damlaları çukurlarda birikmişti. Hızla geçip giderken her tarafı çamur olmuştu. Ne üstünün çamura bulanması ne de etraftan geçenlerin alaycı gülüşleri umurundaydı. Nihayet varmıştı mezarlığa. Varmıştı varmasına ama gördükleri hiç hoş değildi. Birgül hayatın cezasını kendi yaşamına son vererek üstlenmişti. Turgut yanına vardığında, başını elleri arasına aldı. Vücudu hala sıcaktı. Yirmi dakika daha erken gelseydim belki engel olabilirdim diye düşündü. Sıkıca sarıldı. Dün konuştuklarında bir şey daha öğrenmişti. Birgül aslen Fethiyeliydi. O artık ölü birine âşıktı. Birgül onun ölü deniziydi. Sevdiği kadının cesedini kendi elleriyle gömdü toprağa. Tam ayrılacakken mezarlığın üzerinde bir kâğıt parçası gördü. Birgül’den kendisine mektup vardı. Birgül mektubu annesinin mezarına bırakmıştı. Mektubun zarfında kan lekeleri vardı. Turgut gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Kâğıtta yazılanlar şöyleydi.
‘’ Merhaba Turgut;
En önce babam terk etti beni (öldü) sonra annem. Bir başıma yaşamayı öğrendim. Yanımda yalnızca can dostum Sibel! Ve biricik eşim Zeynel! Vardı. Zeynel üç yıl önce ansızın terk etti beni. Sebebini bile sormama izin vermeden. Sibel sayesinde hayata tutundum. O benim hayata tutunduğum son dalımdı. Seninle ayrıldıktan sonra, Sibel’in evine gittim. Zili defalarca çaldım sonunda açtı kapıyı. Onu ilk kez böylesine ürkek görüyordum. Bir şey olduğu belliydi ama ne. Yatak odasında sesler geliyordu. Girdiğimde görünürde kimse yoktu. Ama dolabın gıcırtısı, dolabın içerisinde birinin olduğunu fısıldar gibiydi. Dolabı açmamla kapamam bir oldu. Kendimi dışarı attım. Gördüklerim yaşamaya hakkın yok dedirtti. Zeynel’di dolaptaki. En yakın arkadaşımla aldatıyormuş beni meğer. Gel gör ki onu anlamam bana üç yıl kaybettirdi. Yaşamaya alışacağımı sandım. Geçen üç yılda beni hayata bağladığına inandığım en yakın arkadaşım Sibel, aslında ölmeden önce fişimi çekenlerdi. Sana gelince ne zaman dükkâna uğrasan, içimde adını koyamadığım bir heyecan oluyordu. Bense üstünü örtüyordum sana olan duygularımın. Ya evliysen ya da başka bir sevdiğin varsa diye. Sonunda seninle buluştuk. Hayat hikâyen çok hoşuma gitmişti. Artık duyguları gizlemenin bir anlamı yoktu. Seni seviyordum. Sen benim hayata sunduğum en güzel merhabamdın. Gecikmiştin. Bana da hoşça kal demek düştü.
Seni seviyorum beni affet...’’
Turgut cebinden çıkardığı not defterinden bir kâğıda içinden geçenleri Birgül’ün sözlerine bir cevap niteliğinde yazdıktan sonra çekip gitti. Ve onu bir daha bu semtte gören olmadı. Turgut da tıpkı Birgül gibi bir bilinmezlik yüzünden kendi hayatını hiçe sayarcasına kolayına kaçmıştı… Turgut’tan geriye kalansa bir mektuptu.
‘’Merhaba geç bulup erken yitirdiğim aşkım;
Ben bu hayatta annemden sonra gönlümün kapılarını bir tek Serap’a açmıştım. Onsuz hayat düşünülemezdi. O da beni terk etmişti. Ama onunki diğer insanların yaptığı gibi değildi. O beni asıl sevgilisi için terk etmişti. Ve ölmeden önce ellerimi elleri arasına almıştı .‘’Ben uzun bir yolculuğa çıkıyorum. Seni gerçekten sevdiğimi bil. Ve eğer bir gün gerçekten kalbine birini almak geçerse içinden sakın korkma. Bu sana bizde yarım bırakılmış aşkımızı yaşatacak.’’ demişti. Bugüne kadar ona hep kızdım. Onsuz bir hayatı yaşamaya mecbur olmak yetmezmiş gibi birde başka birini alacaktım hayatıma. Zaman su misali akıp geçti. Bende denize düşen bir yapraktım. Dalga nerede ben orada, bir tek onu kendime dost bildim. Çünkü tilkinin dönüp dolaşacağı yer yine kürkçü dükkânıydı. En son seni gördüm. Tam bir yıl boyunca hep dükkânına uğradım. Hep aynı eşyayı aldım. Sende eski eşimin suretini görüyordum. Ama bir yıl boyunca vicdan muhasebesi yaptıktan sonra karşına çıkacaktım. Ama gel gör ki kader bizi daha yolun başındayken ayırdı. Hem zaten bizden olamazdı iyi ki de olmadı. Sırf eşime benziyorsun diye sana karşı bir zaafım oldu. Aslında gördüklerimin adı aşktı. Ama beşeri değil ilahi. Ben sende hakkı tanıdım. Yıllara meydan okuyan endamın olsa da, her an yalvarmaya hazır gözbebeklerin sahipsiz olamayız dedirtti. Ama yalvaracağımız bir beşer olamazdı. Hakka olan tevekkül ile tutunmalıydık hayata. Seni tanıdığıma memnun oldum. Erken yitirdiğim ölü denizim., Bir kahvenin kırk yıllık hatırı olur derler. Oysa bize sonsuz bir hayatın kapılarını açtı. Artık kahveyi bıraktım. Tuz da kullanmıyorum. Zaten ben bırakmasam onlar beni terk edecekti. Ölümün kıyısında sabahlasam da, bende bile emanet duran cana kıyamam. Beni bağışla, sende gördüğüm Allah’ı Seviyorum’’
Son
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.