- 691 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DİL VE KÜLTÜR
İnsanları, diğer canlılardan ayıran en önemli özellik konuşabilme yeteneğidir. İnsanlar dışındaki varlıklarda olmayan konuşma yetisi, onu diğer canlılardan üstün kılmıştır. İnsanlar dil sayesinde düşünmüş ve yeni bilgiler üretmiştir. Bu yüzden dil bireyseldir ve kişiye özeldir. İnsanın kişiliği dilinde gizlidir. O giz sayesinde insanları tamlar ve tanımlarız.
Kaşgarlı Mahmud: “Dil, düşüncenin evidir.” der. Kelime dağarcığınız ne kadar zenginse, düşünce hayatınız da o kadar zengindir. Günümüzde kısaltma ile konuşan ve zamana karşı yarışan gençler; metin okumada, kavram ve analiz etmede problemler yaşayabilmektedir. Bu yüzden ülkemizde eleştirel ve yaratıcı düşünce gelişmemektedir. Maalesef günümüzdeki yazarların dilimize kazandırdıkları, anlam içeriği yönünden zengin yeni sözcükler değil, sosyal medya mühendislerinin devreye soktuğu anlamsız kelime ve işaretlerdir.
Nihad Sami Banarlı: “ Bizim dilimiz bir imparatorluk dilidir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz.”demiştir. Nihad Sami Banarlı’ya göre, Türk milleti tarafından fethedilen topraklar nasıl Türk vatanı olmuşsa, milletimiz tarafından fethedilmiş kelimeler de Türk kelimesi olmuştur. Banarlı, yabancı kelime ithalinden korkmamamız gerektiğini savunur. Ona göre ithal edilen kelimeler derhal Türkçenin estetik sesiyle millileştirilmeli ve Türk mührü indirilmelidir. Kısacası bir dilin kuvveti, kendisinden olmayanı kötülemesi ile değil tüketmesi ile sağlanır.
Konuşma ve yazı dilimiz, maddi ve manevi değerlerin oluşmasında en önemli unsurdur. Millet olmayı başarmış toplumları ayakta tutan ortak değerler dil ve kültürüdür. Dilini kaybeden milletler kültürleri ile birlikte hafızalarını da kaybederler. Bir müddet sonra da tarih sahnesinden çekilirler. Binlerce yıllık kültürümüzü ancak dil sayesinde gelecek nesillere taşırız; geçmişimizi öğrenir, geleceğimize ışık tutarız.
Peki, nedir kültür? Kültür bir milletin yaşadığı coğrafyadır. Geçim kaynağı, giyimi, kuşamı, inanışıdır. Türküsü, ağıtı, manisi, cenazesi, düğünü, çalgısı, masalı, tarihi, atası, destanı, halk hikâyeleridir. Kültür o toplumun değerleridir. Bayramları ve töreleridir. Kültür aynı zamanda bir ülkenin yaşam tarzıdır. Dünyayı ve olayları algılama biçimidir.
Dil ve kültür toplumların yaşayış biçimlerinden önemli izler taşır. Ailede ve okulda alınan eğitimin esas amacı kültürün devamlılığını sağlamaktır. Gelecek kuşaklara taşımaktır. Bayrak törenlerinde söylenen İstiklal Marşı, bunun en güzel örneğidir. İstiklal Marşı’nın anlam ve önemini ilkokul çağında öğrenen çocuklar hazır olda nasıl durulması gerektiğini bilir. Bayrağın bir ulusun bağımsızlık sembolü olduğunu öğrenir ve bayrak törenlerinde gururla göndere bakar. Sonraki yaşamında yine milli marşını duyduğu anda hareket etmez ve saygı duruşunda bekler. Kültür devamlılıktır. Alp Er Tunga’nın M.Ö. 7. yüzyılda yaşamış, çok sevilen bir Türk hükümdarı olduğunu biliyoruz. Belgeler onun “Türk beğleri içinde adı ve kut’u ile tanınmış, bilgili, erdemli, büyük illeri elinde tutan, birçok kavme hükmeden…” bir hakan olduğunu söylüyor. Alp Er Tunga, İranlı Medlerin hükümdarı Keyhüsrev’in hileli daveti sonucu öldürülmüştür ve halkı bu zamansız ölüm üzerine sagu ( ağıt )söylemiştir:
Alp Er Tunga öldi mü? Alp Er Tunga öldü mü?
Issız ajunkaldı mu? Kötü dünya kaldı mı?
Ödlek öçinaldı mu? Felek öcünü aldı mı?
Emdi yürek yırtılur Şimdi yürekler yırtılır.
( 10.sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı- Biryay Yayınları )
Binlerce yıllık Türk kültürünün bir ürünü olan “sagu “ geleneği “ağıt” olarak günümüze kadar taşınmıştır. Türkiye’nin en özgün müzisyenlerinden birisi olan Erkan Oğur,Fırat Türküsü’nün bir ağıt olduğunu ve bir kadın tarafından yazıldığını seyircisiyle paylaşmıştır. Fırat’ın suyunu ülkemizin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine dört bir yanına akıtan bu ağıtın bir kuplesi şöyledir:
Şu Fırat’ın suyu akar serindir.
Yârimi götürdü kanlı zalimdir.
Daha gün görmemiş taze gelindir.
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Dil, kültürün taşıyıcısıdır. Bu nedenle dil ve kültürü birbirinden ayrı tutamayız. Yazının icat edilmediği yıllarda dahi dil sayesinde kültürler nesilden nesile aktarılmıştır. İslamiyet ‘in kabulüyleKuran-ı Kerim’i hıfzedenler bu dinin öğretilerini diğer milletlere iletmişlerdir. Yine dil sayesinde Dede Korkut ve Keloğlan masalları, Nasrettin Hoca fıkraları, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun hikâyeleri, maniler, türküler, atasözleri günümüze kadar taşınmıştır. Dilin aktarım gücü olmasaydı ne atalarımızın öğütlerini ne de geleneklerini bilecektik. Bu aktarım gücü sayesinde bin iki yüz yıllık Orhun Yazıtlarından halka nasıl hitap edildiğini öğreniyoruz. Aynı hitap şeklini Alparslan’da ve Atatürk’te de görebiliyoruz. Milletimizin evrensel insan sevgisini Yunus Emre’nin dizelerinden; vatan ve bayrak sevgisini Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’ndan öğreniyoruz. Bir köy öğretmeninin karanlığa ışık tutmasını ve Anadolu’nun yoksul yüzünü Çalıkuşu’ndan öğreniyoruz.
Dil Araştırmacısı Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, Şubat 1996’da yayınlanan Türk Dili dergisinin 530. sayısında dil üzerinde yapılanları şöyle anlatmaktadır: “Ne yazık ki 1930’larda Arapça ve Farsça kelimelerden Türkçeyi arındırma çabaları dilimizde yozlaşmayı da beraberinde getirmiştir. Hâlbuki dilimizde her kelimenin bir arka planı ve iz düşümü vardır. Bir kelimeyi değiştirmek demek, onunla ilgili birçok kavramı da değiştirmek demektir.”Ünlü dil araştırmacısının söylediklerini tasvip etmemek elde değil. Örneğin "adam" kelimesi Arapça "âdem" sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük, asıl kökeninde "insan", "insanoğlu" anlamlarını da taşımaktadır.
1950’den sonra dilimize İngilizce kelimeler girmeye başlamıştır. Günümüzde neredeyse iş yeri tabelalarının tamamı İngilizce kelimelerden oluşmaktadır. “Yaratıcı Dükkân İsimleri” adı altında dilimizin ne hâle geldiğine birkaç örnek verelim:
Realist Köy Çocuğu
FarketmezCafe – Bilardo – Internet
Sabrina Büfesi
Sende Kestir Bay-Men Kuaförü
Hey Yavrum Hey Restaurant…
İnsanın içi acıyor değil mi? Birden aklımıza “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak”deyimi düşüyor.
Teknolojik aletlerin - bilgisayar ve akıllı telefon- yaygın kullanımıyla birlikte genç kuşakların konuşma dili ve yazı dili neredeyse tamamen değişmiş, yetişkinler tarafından zor anlaşılır duruma gelmiştir. Bunun sonucu olarak genç ile yetişkin arasındaki iletişim farklılaşmış, yepyeni bir dil ortaya çıkmıştır. Gençler arasındaki yazı dili adeta şifreli hale gelmiştir. Sözgelimi, ‘teşekkür’ sözcüğü ‘tsk’; ‘ben’ sözcüğü ‘bn’; ‘sempatik’ sözcüğü ‘smptk’; ‘bekliyorum’ sözcüğü ‘bklyrm’; ‘selam’ sözcüğü ‘slm’ biçiminde kısaltılıyor. Aynı şekilde gençlerin konuşma dili de yazı dilinden farklı değildir:
- Evladım, anlat bakalım. Şunun şurası kırk yılda bir yüzünü gördük. Okul nasıl gidiyor? Kardeşinle didişiyor musun hâlâ? Gerçi baban da senin gibiydi bu yaşlarda…
Yaşlı kadının aldığı cevap:
- Sorma teyzoşya…ama o da çok sinir yapıyo…hepden gıcık ya …
Konuşulan bütün diller yaşayan bir varlık olarak değişmeye muhtaçtır. Küreselleşmenin hızlı bir şekilde yaşandığı dünyamızda, kültürel, ekonomik ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak dilimiz de değişmektedir ve değişmeye devam edecektir. Sadece ölü diller değişimden etkilenmez. Dilde değişmeyi, ülke olarak engelleyemeyiz. Fakat teknolojik yeniliklere damgasını vuran ülke konumuna gelirsek dilimizin korunmasına katkıda bulunabiliriz.Teknolojik yenilikler yapmadığımız sürece, ithal ettiğimiz ürünün orijinal ismini kullanmak zorunda kalırız; dildeki bütün arayış ve çabalarımız istediğimiz sonucu vermez.
Ülkesini ve milletini seven her ferdin görevi ana dilimiz konusunda gençlerimizi duyarlı yetiştirmek, halkı bilinçlendirmektir. Türkiye’nin Einstein’ı olarak adlandırılan Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi “ Önümüzde iki yol var: Ya uyanıp dilimizi koruyacağız ya da iki nesil sonra Türkiye diye bir ülke, Türkçe diye bir dil kalmayacağını kabul edeceğiz! Seçim sizin!”
Yazan:MEHPARE GÖKÇE