ÖĞRETMEN BAYRAKTIR
Bir öğretmenin anıları nereden başlar bilemiyorum ama benim öğretmenlik mesleğimdeki anılarım ilkokulun ilk gününden başlar. İlk gün deyip geçmeyin. İnsan hayatında ilkler hep çok önemlidir, unutulmayan adımlardır.
Babam traktörle başka bir köye okula gitmem için götürdüğünde sekiz yaşındaydım. Bizim köyde okul vardı ama öğretmen yoktu. Öğretmensiz okul yağmalanmış harabeye çevrilmişti. Yetmişli yılların sonunda hala sebebini anlayamadığım şekilde. Okulun sıraları, eşyaları evlerde kullanılıyordu. Babam şehirden çanta, kitap, defter ve her türlü kırtasiye ihtiyaçlarımı almıştı. Okuma yazması yoktu. Bir kırtasiyeden lazım olur diye her şeyi almıştı. Zira okula başladığımda diğer arkadaşlarımın yanında oldukça zengin bir çantaya sahip olduğumu görecektim. Babam varlıklıydı, Fırat Vadisinde toprakları vardı. Gazete getirirdi her şehirden geldiğinde. Resimlerine bakıp yorumlar yaparlardı.
Okula başladığım ilk gündü. Köyün karşı yamacında oldukça eski yıkık dökük birleştirilmiş sınıflı bir okuldu. Babam öğretmenimle konuşuyordu. Dikkatle onları izliyordum, bir taraftan da ilk kez gördüğüm çocukları. Sonradan öğrendim ki; akıllı, zeki olduğumu, hemen öğreneceğimi anlatıyormuş öğretmenime. Meğer öğretmenimin de mesleğindeki ilk günüymüş. Güzel bir takım elbise giymiş, yakışıklı, genç, karizmatik, idealist bir adam. Hepimizle ilgilenmiş, sevmiş, okşamıştı bizi. O gün ben de büyüyünce öğretmen olmak istemiştim.
Ne var ki O’nun ne konuştuğunu anlayamıyordum. Anlamını yeni yeni öğrendiğim cümlelerle eğitime başlıyordum. Başka köyden gelen öğrenciler de vardı. Onlar okul paydos olunca yürüyerek köylerine dönerlerdi. Yalnız kalırdık iki yabancı. Ben ve öğretmenim. Büyük küçük herkes kucak açmış, sevmiş, benimsemişti bizi. Ne var ki ailemi arkadaşlarımı özlüyordum ve bunun bir çaresi yoktu. Babam beni bırakıp gitmişti. İlk defa gördüğüm bir ailenin yanında kalacak, okula devam edecektim. Benim için çok zor bir hayat başlamıştı bile. Öğretmenim duvar niyetine yığma taşlarla yapılmış bahçe korunağının üzerinde ağlarken onun da benim gibi yalnız kaldığını ve ailesini özlediğini hissetmiştim tek tük anladığım sözcüklerle ve beni kucaklayıp sevmesinden. En çok, benim ağlamaklı olduğumu görmüştür herhalde.
Cuma günü paydosunda okulun iki gün tatil olacağını öğrendiğimde çok sevinmiştim. Bir an önce aileme, arkadaşlarıma, köyüme kavuşmak istemiştim. Babamın gelip beni alacağını bekliyordum. Akşamüzeri bizim köye de gelen köy minibüsü gelip beni aldığında kavuşmanın ve ayrılığın adı olacağını öğrenmiştim köy postasının. Zira her hafta devam edecekti bu getirip götürmeler. Birkaç ay içinde Doğan öğretmenimin sözlerini anlamaya başlamış, gülüşüp eğlenmeye başlamıştık. Hasrete, zorluklara, yoksunluklara alışıyorduk. Yeni oyunlarla yeni şarkılarla hayata tutunup ısınıyorduk. Her köyüme dönüşümde arkadaşlarıma öğrendiklerimi satıp fiyaka yapıyordum.
Bir gece ay tutulmasında ellerimize tenekeleri alıp çalmaya başlamıştık okulun bahçesinde. Doğan öğretmenim korku ve şaşkınlıkla bize kızmıştı okulun bitişiğindeki lojmanında pijamasıyla dışarıya çıktığında. Bazı gecelerde ben ve iki üç arkadaşımı lojmanına çağırmış kendisinin verdiği kitaplardan çalıştırmıştı bizi. Yaşıtı gençler her gece lojmanına giderdi. Yemek götürür, sohbet eder oyun oynarlardı. Neredeyse her akşamüstü futbol oynarlardı okul bahçesinde. Kaçan topları getirirken öğretmenim gibi futbol oynamayı hedef koyardım kendime.
Bir cuma paydosunda babam gelip öğretmenimle ikimizi almış traktörle köyümüze götürmüştü. Köyümüz daha ılık gelmişti her tarafta kar, boran olmasına rağmen. Köyümüzde bir düğün vardı. Köy düğünleri günlerce sürerdi o zamanlar. Biz de katılmıştık. Köy odasında eğlenceler sürerken benden bir türkü okumamı istemişlerdi. Doğan öğretmenim de ısrar edince yüzüm kızararak yanık bir sesle çok zor bir türküyü okumuştum: “Kirve Bayramınız Mübarek Ola.” Herkes alkışlamış, beğenmişti. Bense hemen arkadaşlarımın yanına kaçmıştım.
Bazen hava şartlarından ya da müşteri yokluğundan minibüs şoförü vadinin tepesinde beni bırakır, yürüyerek köye giderdim. Beni görenler doktor geliyor diye takılır, bense öğretmen olmak istediğimi söylerdim. Zor şartlar çabuk büyütüyordu bizi. Evlerinde beni konuk edip okutan aileye minnettarım. Ne yazık ki sonraki yıllarda onlara uğramayarak ihmal ettim.
Hiç unutmadığım, şimdi beni hüzünle güldüren anılarım olmuştu elbette. Bir gün Doğan öğretmenim bir deney için bahçeden toprak getirmemi istemişti. Toprak nedir anlamamıştım ve geri gelip, “Toprak yok.” demiştim. Başka bir çocuk bahçeden bir avuç toprak getirince öğrenmiş gülmüştüm. Paydos sonraları ödevimizi bitirip okul bahçesinde oynardık. Doğan öğretmenim lojman kapı kilidini yağlıyordu. “Kapı kilidini yağlayınca ne olur?” diye sormuştu. “Nerm olur.” demiştim. Ne o beni anlamıştı ne de ben onu. Ta ki üst sınıflardan bir arkadaş araya girip anlatana kadar. Beni kucaklayıp sevmiş, gülmüştü.
Üçüncü yılın sonunda ben şehirdeki bir okula giderken Doğan öğretmenim de tayin istemiş, Isparta’nın bir köyüne atanmıştı. Adres vermiş, birkaç yıl mektuplaşmıştık. Ne var ki ikimizin de adresleri sürekli değişiyor ve irtibatı kaybediyorduk.
Yıllar su gibi akıp geçmişti. Ortaokul, lise, üniversite derken öğretmen olmuş, bir köy okuluna atanmıştım. Okul bir virane, eski püskü, dökük bir haldeydi. Erken yağan yağmurlar iliklerimize kadar işliyordu. Kolları sıvayıp işe koyulma zamanıydı. Köylülerle imece usulü okulu yeniledik. Sağlam bir idol öğretmenim vardı. Rehberim sağlamdı. Eğitim bayrağını devralmıştım. Meslekteki on beşinci yılımı tamamladığımda bu bayrak el değiştiriyor, öğretmen olan öğrencilerime geçiyordu. Gurur verici bir duyguydu bu.
Eşim bir gün facebookta eski arkadaşlarını ararken bana da ilkokul öğretmenimin adını sormuştu. Doğan öğretmenimi bulmuş, birkaç dakika sonra arayıp konuşmuştuk. Yirmi beş yıl sonra aynı sevgi ve saygıyla konuşmak ancak öğretmenlikte olabilir. Onun da bizden, ilk öğrencilerinden pek haberi yokmuş. Bizlerin öğretmen, mühendis, avukat olduğumuzu öğrenince mutluluktan nutku tutulmuştu. Bunu, gözlerinden mutluluk ve gurur gözyaşları döküldüğünü telefonun arka seslerinden duymuştum. “İnanılmazsınız, idealim olan mucizeyi gerçekleştirdiniz. Sizi tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum, minnettarım. İşte şimdi misyonumu tamamladım. Bayrak sizde artık.” demişti.
Ulaşabildiğim ilkokul arkadaşlarımla Doğan öğretmenime sürpriz bir ziyarette bulunduğumuzda çok sevinmiş, bizi iki gece ağırlamıştı Antalya’da. Siyah beyaz resimlere bakıp anıları tazelemiş sevinç hüzün arası gülüşmüştük.
Ona ikinci sürprizim öğretmenler günündeydi. Öğrencilerim günümü kutlarken onlara: “Çocuklar, ben de ilk öğretmenimin gününü kutlamak istiyorum, şimdi onu görüntülü arayacağım.” dediğimde öğrencilerim bağırışlarla etrafımı sarmıştı. Ekranda Doğan öğretmenim gözyaşlarını tutamıyordu. Benim öğrencilerim ve onun öğrencileri günümüzü kutlarken biz konuşamıyor ancak teşekkür ediyorduk.
Her yıl aynı ritüeli bir merasim gibi tekrarlamaktan onur duyuyorum. Öğretmenliği okula başladığım ilk günden bana sevdiren Doğan öğretmenime teşekkür ve minnetle.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.