BEN DE BİR ÖĞRETMENİM
İlk olarak köyümüz ilkokulunda çalışmaya gelen öğretmenleri görmüş, onları köyümüz insanlarından farklı olarak temiz giyinişli ve güzel sözlü insanlar olarak tanımıştım. Güler yüzlüydüler ve hiç küfürlü sözlerde söylemiyorlardı.
Okula başlama yılımız geldi ama akranlarımın başlamasına rağmen ben başlayamamıştım. Onları okula gidip gelirken uzaktan izlerken içim burkuluyor efkârlanıyordum. Okula başla yamamın nedeni de ağabeylerimin köyümüzün kuzularının çobanı olmalarıydı. Okullar açılınca onlar mecburen okula başlamış kuzuları otlatmakta bana kalmıştı. Okula gitmek için gün saydığımdan her sabah kalktığımda keşke gece kar yağmış olsa diye dua ediyordum. Çünkü çobanlığımın bitmesi için ya kar yağmış olacak, şayet kar yağmazsa Cumhuriyet bayramına kadar kuzuları otlatma mecburiyetimiz vardı.
Bayrama bir kaç gün kala nihayet kar yağdı. Çobanlığım bitti. Sevinç ve heyecanla başladım okula. Korkuyorum da. Korkum akranlarımdan geri kalmış olmamdan. Çoğu fişleri öğrenmişler. Ben geriden takip etmeye başladım ama bir türlü yetişemiyorum. Derken öğretmenimden okkalı bir dayak yiyince fişleri ezberleyip yetiştim hatta öne geçtim. Hem de en öne. Sınıfın birinci öğrencisi de olmayı başardım. Hem de beşinci sınıftan mezun oluncaya kadar sürdü bu birincilik.
Sevmiştim öğretmenlerimi ve öğretmenliği. Bende öğretmen olmaya karar vermiştim. Hayalini de kurmuştum.
Öğretmenimde çok istiyordu benim öğretmen okulu sınavlarına girip öğretmen okulunda okumamı. Son sınıfta sınava müracaat işlemlerine başladık. Müracaat için fotoğrafta gerekli. Köydeki tek fotoğraf makinesi aşağı mahallemizin okulunda tek başına çalışan öğretmende bulunuyor. Karlı soğuk bir kış gününde yanına gidip duvara yaslanıp fotoğrafta çektirdim. Bir ay beklemek zorundaydım.
Fotoğrafı çeken öğretmenimiz bir ay sonra maaşını almak için ilçeye inecek, indiğinde fotoğraflarımızı da çıkarttırıp getirecekti. Heyecanla bekliyoruz. Sınav kayıtlarının dolmasına az bir zaman kaldı. Nihayet öğretmenimiz döndü ilçeden. Sevinçle resimleri alıp kendi öğretmenimize götürmek arzusundayken resimlerin çıkmadığını, yandığını duyuyorum ki kaynar subaşımdan aşağı boşalmış gibi oluyor. Üzüldüm ama ağlamadım. Artık zaman yok öbür ay maaş gününü beklemeye. Yeni resim çektirmeden dönüyorum okuluma. Öğretmenim duyunca benden daha fazla üzülüyor. Asıl üzüntüsü de köyümüzden sınava giren iki öğrencinin getirdiği soru kitapçığını bana çözdürmesi ile oluyor. Soruların nerdeyse tamamına yakınını çözmüştüm. Ben biliyordum sınav da başarılı olup öğretmen okulunu kazanacağını dediğinde de üzüntüsünü hissetmiştim.
Öğretmen olma hayalim bitmiş hevesim kursağımda kalmıştı. İlkokul bitti. Şehirde ortaokulu da bin bir güçlük ve sıkıntı içinde tamamladım. Artık babamın beni daha fazla okutamayacağını da anlamıştım. Köye dönüp yazları yaptığım gibi çoban olarak kalmakta istemiyordum. Mutlaka bir yatılı okul sınavını kazanıp okumalıydım. Bunun için yaz tatilinde çobanlık yaparken kuzular öğlen sıcağında ikindi vaktine kadar ağaç gölgesinde yatarken ben de başka bir ağacın gölgesinde matematik ve fen derslerine çalışıyordum. O zaman sınavlar test usulü değil, yazılı cevaplama usulündeydi.
Müracaatta da geç kalmamalıydım. Erkenden ilçeye inip evrakları hazırlayıp sınava gireceğim okula gönderdim. Bu sefer de çok erken göndermişim, müracaatlar başlamadan. Neyse 1 numaralı müracaat olarak kaydedip sıraya koymuşlar. Sınavda ilk sıraya yerleşmiştim ama sınavı 1. değil 4. olarak kazanmıştım. Yaz boyu ders çalışmam boşa gitmemişti.
Kazandığım Ziraat Meslek Lisesini 3 yıl sonra bitirip Ziraat Teknisyeni unvanıyla başladık memuriyet hayatına.
Öğretmen olamamıştım. Ara sıra okullara gidip zirai konularda ders anlatıyordum öğrencilere. Mesleğimiz itibariyle de çiftçilerin öğretmeniydik her daim ama gerçek öğretmen olamamam içimde hep bir uhde olarak kaldı. Bir yandan memur olarak çalışırken bir yandan da kendi çabalarımla okuma sevdamdan da vazgeçmeyip bir iki başarısız denemelerimden sonra nihayet ilerleyen yaşımda çocuklarımı okuturken bende meslek yüksek okulunu bitirmiştim. On yılı aşkındır uzmanlık alanım olan arıcılık konusunda kurslar açıp, kurslarda onlarca öğrenciye öğretmenlik yapmaktayım.15 inden 85 yaşları arasında öğrencilerim olmakta. Hitap ederken hocam demeleri beni çok mutlu etse de asıl mutluluğu ve öğretmenlik sevincimi bu yazın yaşadım.
Emekli olup Bafra’da arıcılık konusunda açmış olduğum işyerimde çalışmaktayım. Yazın Sinop yöresinden bir köyden arıcılıkla uğraşan 75 yaşlarında bir arıcımız geldi işyerime. Daha önce kendi köylerinden olan başka tanıdık arıcılarımızla birlikte. Benden bahsetmişler. Gıyaben tanıyor. Oturduk tanıştık. Öğleye kadar oturdu bolca soru sordu arıcılıkla ilgili. Sıkılmadan bıkmadan zaman ayırıp cevapladım. Alacaklarını aldı. Kalktı gidecek. Bende kalkıp kapının önünde uğurlayacağım. Kendisini tanımaktan mutlu olduğumu söyleyip elimi uzattım tokalaşacağım. Dedemiz bu esna da eğilip elimi öpmez mi! Şaşırdım. Mahcup duruma düştüm. Nasıl mahcup olmayayım. Benden neredeyse 30 yaş büyük dedemiz. Ne yaptın Ali Amca beni mahcup ettin. El öpülecekse benim senin elini öpmem gerekirdi dediğimde de yok sen bizim hocamızsın, hocanın eli öpülür deyince bir şey diyemedim boynuna sarıldım, vedalaşıp uğurladım.
Ali Amca’mız bir daha yolu düşüp gelemedi, daha görüşemedik. Her aklıma geldiğinde içim bir tuhaf oluyor. O günden sonra anlattığım dersler daha farklı geçmekte. Kendime güvenim arttı, çalışma azmim arttı. Bu azimle şu an yine ders vermekteyim.
Yarın cumartesi ve pazar günleri sabah erkenden 30 km. uzaktaki başka bir ilçeye gidip çoğu öğretmen olan kursiyerlerime arıcılık konusunda ders vereceğim. Dersim bitince de her zaman olduğu gibi memnun ve mutlu olarak işimin başına ve evime döneceğim. Gelecek hafta sonunu da iple çekeceğim. Artık inandım ve biliyorum. Bundan sonra ben bir öğretmenim. Resmi öğretmen diplomam olmasa da başta Ali Amca’mın ve diğer öğrencilerimin gösterdiği saygı ve sevgiden anlamış oldum ki ben artık bir öğretmenim.
Sizce de öyle mi?
Yanlış mı düşünüyorum yoksa?
SAYGILARIMLA.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.