- 736 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgili Şair Yaz Bol Bol Şiir
Yazmak, sanki hayatın kıyısına yaklaşmaktı, hayatın sahillerinde gezenlerin arasına karışmak, onların derdine çare olacak bir gülümseme bir bakış bir hissediliş yazmaktı. Kim bilebilir böyle olmadığını? Gülümsemeyenleri gülümsetmek, anlatılmayanları anlatmak, hatta anlatamayanlara yardımcı olmaktı belki yazmak, yazar olmak şair olmak… Bir şeyler yapmaya çalışanların yapamadıklarını yüzlerine söylemek, bir adım atarak karşısındaki insana gidemeyenlere gitmesini söylemekti yazmaktı.
Şairdi kendisi gençliğinden bu yana yazardı, ne yazardı şiir yazardı makale deneme öykü dörtlükler beşlikler yazardı. Sanki hep sıkıntıdaydı, mahallede kahvede yolda yürürken otururken ilhamları sıkıştırır yaz derdi. Bu Allah’ın bir lütfü ve yardımıydı. Herkes yazayım dese yazamazdı kolay değildi bilirdi. İşte böyleydi, bazen düşünürdü ve kendince gülerdi, herkes anlardı transa geçti aman zaten hepimiz biraz deli değimliyiz, yoksa nasıl yazar bu insan derdi etrafındakiler. Karnını şiirle doyuramazdı ama gönlünü etrafındakileri şiirle beslerdi, olsun derdi kendince, kazanamazsam da birazcık para ama anlamadığım gençlere sevdiğini ifade edemeyenlere, şiir yazarım bari hiç olmazsa şu meret sigaram paketini açmadan bitiyordu ya anlamıyorum derdi. Sanki herkes hayal kurarken sigarasını bitiriyor yanıma gelince “Canım şairim ağabeyim sevdiğime kendimi anlatamıyorum ifade edemiyoruz, yaz şuradan bir dörtlük güzelinden bir aşk şiiri bari okuyayım duvara yazayım altına imzamı çakayım derken, hele bir sigara ver de efkârı mı dağıtayım diyerekten paketimi bitirirler bunu anlamıyorum derdi! Gönlü anlarım aşığı anlarım baharı eylül ayını anlarım ama bu meret sigaramın böyle paketi ile bitmesini, anlamıyorum derdi. Bari ey saf âşıklar ben bu işten para kazanmıyorum ağzım kokuyor parasızlıktan, bari gelirken bir iki sigara ikram edin de, yazdığımın karşılığını alayım derdi ve kendince böyle gülerdi, herkeste yazdığına biraz sonra yazacağı şiire güldüğünü sanırdı. Gerçi hayata insanlara aşka gönüllere âşıklara kuşlara gülerdi, ama içten gülerdi. İşte bu meret bırakamadığı sigara mevzusu aklına gelince güldüğü belli olur, herkes biraz deli diye düşünürdü.
Gerçi hangi şair yazarken değeri kıymeti bilinmişti ki, öldükten sonra bilinse ne olurdu. Sabahattin Ali üstat “Kürk mantolu madonna’yı yazarken: Romanında Maria Puder ve Raif Efendi’nin aşkını anlatan Sabahattin Ali, askerdeyken, kolu çatlak halde yazdı. Ali’nin kitabı yazarken yaşadığı acıyı giderebilmek için kolunu sık sık sıcak suya soktuğu biliniyor. Deyim yerindeyse Kürk Mantolu Madonna, Ali’nin dizinin üstünde yazdığı bu eserini acılar içinde yazmıştır. ‘Kürk Mantolu Madonna’, 2016 yılı başında İngiliz yayıncı Penguin’in "Modern Klasikler" serisi arasında yer aldı. Penguin Yayınevi’nin Modern Klasikler Serisi kapsamında Maureen Freely ve Alexander Dawe tarafından geçtiğimiz mayıs ayında çevrilen ‘Kürk Mantolu Madonna’, 73 yıl sonra ilk kez İngilizceye çevrilmiş oldu. Belki o zamanlar bu kadar popüler değildi bu eser belki ama şimdi on binler okuyor ve satılıyor.
Şimdi kadir kıymet bilinmesinin ne faydası var derken yaktı yine meret sigaradan bir tane şiir gibi usulca içine çekti ve öfkeyle, dışarıya dumanını savurdu. Karşıdan Rıza amcanın on sekiz yaşındaki oğlu Bayram geliyordu, sevdiği Ayten için yüzlerce şiir yazmıştı aşkını ifade etsin diye, ama karşısında okuyamıyordu bari diyorum ki uzat şiiri kendisi okusun yok diyordu ben hissederek okuyacağım. Senin okuman zayıf sana ezberletmeye çalıştım ezberlemende zayıf ama aşkla sevmen çok kuvvetli tutuştur eline şiiri kendisi okusun, yok ben okuyacağım diyordu her seferinde. Yine karşıda sinirli haliyle yazdığım şiiri okuyamamış yeni bir şiir yazmam için geliyor dedi. Bari paketimi çorabın arasına saklayayım, sigarayı kurtaralım en azından. Şimdi gelecek yine kafa ütüleyecek… Öğleden beri kahvede kuru sandalye üzerinde oturmaktan kıçım kurudu, bari kalkayım az gezineyim dereken Rıza amcanın oğlu bayram tam sandalyeden kalkarken, omzuna eliyle çökerek, kalkma be üstadım şairim nereye, bak yine gönlüm paramparça şiiri yine okuyamadım söyle şurada iki çayda yaz bir dörtlük bari bu sefer okurum diyerekten, sandalyeye çökertti. Yine gülümsedi günde içtiği üç beş çaydı yazarken birde şimdi masasına gelenin çay parasını yaz üstada, yaz şairime diyerek yazdırma huyları çıkmıştı. Bir la havle çekerek gülümsedi. Zaten en iyi becerdiği bir şiir yazmak Allah’ın izni ve yardımıyla birde gülümsemek. Şimdiye kadar aşkla sevdiğini ve o nedenle mi böyle güzel güldüğünü soran olmamıştı. Ama biliyorlardı ki zannımca, gülmeyen gülümsemeyen şiirle gülümsetemez gönüllere giremezdi… E haliyle şairle oturanda biraz ondan bir şeyler kapardı yani haksız mıyım? Yazdı yine bir dörtlük bayrama.
Hasta oldum aşkından kız ben Ayten
Seni görünce kararıyor dünyam çekmiyor anten
Zaten sana yazdığım şiiri okuyamıyorum gözlerine bakınca zaten
Bari halden sen anla seni her gördüğümde duvar dibindeyim kız Ayten
Uzattı şiiri Bayram başladı gülmeye, yani dedi üstadım beni o kadar güzel komik anlatmışsın ki beni güldürdün Allah da seni güldürsün, diyerekten iki çay içerek eliyle şairi göstererek üzerine yaz gibisinden, kapıdan çıktı. Şair bu defada okumazsa ben gidip sevdiği kız Ayten’e kendim okuyacağım, yazmaktan ziyade gece gündüz duvar diplerinde Ayten’i beklerken üşüyerek donmasından kurtarmak için okuyacağım dedi. Gerçi akşama kadar kuru sandalyede kıçı uyuşuyordu oturmaktan. Birisi çıkıp da demedi ki şu sandalyenin altına bir minder oturtalım da üstüne otursun, bu zavallı şair yok yok demezler dedi. Gerçi evde yumuşak yorgan içinde, ilham yakasını bırakmayınca kalk kalemi defteri al getir oturarak yaz deyince de saatlerce yer yorganından da kıçı uyuşuyor, uykusu kaçıyor yazıyordu. Bu şairlerin kaderinde var, her şair yazmayı gönülden sever Allah yardım eder gönülden yazdırır. Yeter artık kalkayım derken, karşı komsu Feride hanımın yirmi yaşında ki kızı Nuray kahvenin karşısında yanına gelmesin işaret ediyordu. Allah’tan ki kızlar şiir yazarken sigara istemiyorlardı, sokakta sigara içmekten çekiniyorlardı. Kalktı sandalyeden kıçı ayakları kolları uyuşmuştu ki zorlukla kalktı… Nuray önde kendisi arkada az ilerde bir açık çay bahçesinde buluştular. Kızlar kendileri belli olmasın yani âşık oldukları belli olmasın diye kılık kıyafet değiştirir gibi ama o herkesi tanırdı, haklıydı kızlar âşık oldukları belli olmasın anne babaları duymasın dı ama yaşları reşitti evlenmek için her neyse. Nuray bir sigara yaktı iki çay söylediler, Üstadım benim öküz hala aştan anlamıyor adam gibi sevemiyor severken öperken hırpalıyor, oysa sen onlarca şiir yazdın hala bir şey kapamadı, bari öküzlüğüyle ilgili bir şiir yazda okuyayım içim soğusun. Zaten kimseye yok yazmam diyemezdi, başladı yazmaya.
Pencere önünde gezer mi öküz
Bak karşında ki güzel der ki biz solamayan bir gülüz
Gül nazikçe sevilir koklanır neden hırpalarsın incitirsin öküz
Seveceksen adam gibi sev Nuray küsecek sana, edecek seni dümdüz
Sakın ola deme ki ben demiyorum öküz
Nuray diyor öküz anlasana aşkını gündüz gündüz
Başladı Nuray gülmeye, çok güzel harika olmuş diyerekten masadan uçarak kalktı, yine çay parasını ödemek ona nasip olmuştu, ama bir sigarayı kurtarmıştı.
Bazı gecelerde ilhamı yatmasına izin verirken bu defada mahallenin delikanlıları yatakta sıkıntıda sevdiğini düşünerek bir hal yolu bulamayınca gecenin bir vaktinde kapıyı çalar, uykuya dalacağı anda kaldırırlardı sıcacık yatağında. Bir şey diyemezdi şiirle cevap verirdi.
Saatten haberin yok mu bak gecenin kör vakti
Sanki yatağına sevgilin dikenlerimi yine dizdi
Uykun kaçtı benimkini de kaçırdın yine bu gece
Bari az evden bir bardak kuru çay getir bendeki bitti
Çaysız sizin muhabbetin kahrı çekilmez bak şekerimde bitti
Hemen sessizce koşar bir bardak çay ve şekeri kapar gelirlerdi delikanlılar, demlenirdi ocakta demli çay muhabbetle şiirle içilirdi ta ki sabah ezanı okununcaya kadar, öyle ayrılırlardı herkes evine uykusunu almaya bizim şairde uykusu kaçtı haliyle yazmak için geçerdi kalemle kâğıdın başına yazardı, bir başını kaldırdı ki öğlen vakti yaklaşıyor. Yine düşünüyordu sanki annesi ölmeden önce şair olasın uyku uyumayasın diye dua etmişti, bıyıkları terlemeden önce çok kitap okurdu sanki bir pınarı nehri kuruturcasına, bazen kütüphanede gün boyunca kalır gecenin bir vaktinde eve gelirdi. Kütüphaneden çıktıktan sonra doğru sinemaya iki üç matine seans kalmışsa izler o nedenle gecenin bir yarısından eve gelir, annesini merak içinde bırakırdı, belki annesi beddua yerine şair olasın demiştir belki diye düşündü. Okumayı seviyordu sinemayı seviyordu ama bunları çok sevdiğini anlatamıyordu. O zamanlar on üç on dört yaşındaydı, on yedi yaşında ufaktan ufağa yazmaya başladı, derdini meramını anlatamadan askerlik evlilik iş güç çoluk çocuk, ancak demlenen şiir öykü hikâye denem yazma aşkı emekli olduktan sonra, Allah’ın yardımıyla nasip etmesiyle başlamıştı ve yıllardır da yazıyordu. Bazen masanın başında elinde ki kalemi düşürmeden uykuya dalıyordu ya birisi pencereye vurarak uyanıyordu ya da öğlen ezanının o nurlu çağrısı ile uyanıyordu.
Yani insan okumayı sinemayı sevdiğini çok seviyorum derken anlatamazdı, oda anlatamıyordu. Sevmek zaten anlatılabilseydi yıllardır asırlardır aşkla ilgili yüz binlerce şiir yazıldı yazılar romanlar yazıldı, halada anlatılıyor hala tam anlatılmış değil, anlayanlar hala aşkı anlamış değil… Evin damına çıkarak ta ben okumayı sinemayı seviyorum diye bağırılmazdı haliyle… Akıl var mantık var dama çıksam bağırsam ulan derlerdi kıza mı âşık oldun da aşkını ilan ediyorsun diye yerdim dayağı, iyi ki haykırmamışım diyerekten gülümsedi… O yaşlarda insan malumda olmuyor ki -hatta malum olmanın ne olduğunu bilmiyoruz ki- derdini okumayı sinemayı nasıl sevdiğini şiir gibi anlatsın. Nasıl mı? İşte böyle…
Okula gönderirsiniz okumaya hikâye roman okurum kızarsınız
İnsan arasına karış arkadaşlarınla olun dersiniz siz ne ayaksınız
Okumayı sinemayı severim onlar arkadaşlarım neden yanlış anlarsınız
Onlar benim dünyam can yoldaşlarım neden her şeyi kötü yorumlarsınız
Okuyup çok şair mi olacaksınız dersiniz bakın işte okudum oldum şair sizi yazarım
Çok kafamı bozmayın kafam bozuldukça kitap okuyamam camlarınızı kırarım
Gerçi o zamanlar anne babalarımız dedelerimiz yeni Türkçe okumayı bilmezleri ya da Türkçe yeni çıktıktan sonra öğrenmek için okula gitmemişlerdi nereden okumanın güzelliğini bileceklerdi ki… Yani çoğu zaman dışarıda kuru yerde bir bankta yatmaktan o zamanlar kıçı uyuşuyordu şimdide çok oturup yazmaktan, olsundu kıçı uyuşmazsa donmazsa nasıl onca insanı sevecek muhabbet edecek dertleriyle ilgilenecek şiirler yazacak kahvedekileri neşelendirecek, en son yazdığı şiire kahvedekiler çok gülmüş haftalarca karınları ağrımış, kahveye birkaç gün uğramaz olmuşlardı. İşte o şiiri
Kahveci Mahmut ağabey çayları demle de içelim
Hanımlar görmesin ört perdeleri güzel şiirler dinleyelim
Hanımlara bu şiirleri okurken bir sevgilin mi var derse sırtını dönerse biz ne diyelim
Bize sevgilileri şair üstat öğretiyor diyelim güzel bir sopa yesin bizde seyredelim.
Devam edecek inşallah
Aşık Gülveren