SEVGİLİYE MEHTUPLAR (4)
SEVGİLİYE MEKTUPLAR (4)
Sevgilim,
Güzel bir güne merhaba diyorum. Gökyüzü pırıl pırıl. Gökyüzünün perdesi çekilmiş, masmavi ihtişamı ile güneşin ışınları şehrimi, günümü, ılık sıcaklığı ile ruhumu okşuyor, penceremin perde aralığından Sultan dağlarının görkemli çamları gözlerimde baharlaşıyor, çam kokularını çekercesine derin soluk alıyorum. Dünden kalma uykusuzluğumla bugün biraz daha uyudum saat 11:00’lere kadar. İşim olmayınca pek kalkasım gelmedi yatağımdan ama senden bir haber alacağım sevinci ile kuş uykusundayım. Kulağım kapı ziline takılıyor. Zil çalacak, bisikletli postacı ’müjdemi isterim, mektubun geldi’ diyecek diye sevincimi depoluyorum uykulu halime. Biliyor musun, postacı her getirdiği mehtubuna hediye veririm. Önceden hazırladığım işlemeli pullu bir mendil veya bahşiş veririm. O da, bende çok mutlu oluruz. Heyecanla yorganımdan başımı dışarı uzatıyorum bir tıkırtıya. Meğerse evimin ve aslında benim yoldaşım kedim Öztürk’ün sana yazdığım mektubun kalemini masadan almış, salonda onunla oynuyormuş. Kerata benden çok erkenci. Her sabah yatağıma gelip nazlı mırıldanmaları ile beni uyandırır. Onu öperek kalkarım yatağımdan, ona sevdiği yiyeceklerden süt ve özel mamasından sofrasına hazırlarım . Kendi kahvaltımdan önce onun kahvaltısı daha önemli benim için, biliyor musun? Senin yanımda olmayışının hasretini onun sevecenliği ile gideriyorum. O da olmasa; çekilmez bu hayatın sensizlikleri bebeğim. Postacının mavi bisikleti ve kırmızı beyaz çantası ile getirdiği mektupların ve satırlarına yüklediğin kokularının hatırına duruyorum buralarda. Aslında şehir sıkıcı, köyüm desen; herkes işinde gücünde, uğraşta iken kiminle dertleşeyim? Bazen dağlara veriyorum kendimi. Tertemiz havası ile seni soluklanıyorum oralarda... Kırlara ara sıra çıkar, sana kır çiçekleri toplayıp hediye yolladığın vazoda günlerce bekletirim. Her sabah, akşam okşarım, öperim sen diye. Özlemlerin dayanılacak gibi değil bebeğim... Yalnızlıklarıma yüklediğin yürek sızını onları koklayarak gideriyorum. Değilse; kafayı üşüteceğim şehrin monotan hayatında. Avuntularım; fotoğrafların, çiçeklerim, öztürk ve eski mektupların, sana yazdıklarım...
Bebeğim,
Benim günüm aynı rütunla devam edip giderken şehirde, tanıştığımız günlerden bu günlere gelişimizin hatıraları canlanır gözlerimde. Ve gerçekleşmesini arzuladığımız hayallerimizin gerçeğe dönüşmesini düşlerim her an. Kaderin dayanılmaz acılarından kurtulmanın çareleri planlanır kafamda. Geçenlerde bizim şehrin en güzel yeri Hıdırlığa gitmiştim. Dağın eteğine kondurulmuş, etrafı çam ağaçları ile kaplı kahveler ve modern bir otelin olduğu nefis bir mekandır burası. Genelde yazın gider şehir halkı ve dışarıdan gelen yabancı misafirler. Asırlara merdiven dayamış uzun ömürlü çınar ağacının altına kurulmuş masalardan birine oturup çayını yudumlarken Akşehir kuşbakışı serilir ayaklarına. Dümdüz ovaya yayılmış evleri, dünyaca meşhur kiraz bahçeleri, Nasrettin Hocamızın yoğurt çaldığı göl ve başta kendi köyüm Karabulut, diğer köylerimiz selamlar bizleri. Yeşilliğin bol olduğu, oksijenin nefeslerimizi dolduran havasının yanı sıra yatırların, erenlerin, şehitlerimizin çokluğu ile mübarek bir şehirdir Akşehir! Nefis çayını yudumladığım Hıdırlık tepesinde, Hıdır efendinin türbesinin manevi atmosferinde Allah’a ettiğim duaların nurunda seninle kavuşmamızın yalvartıları saklıdır. İnşallah gelecek yaz seninle buralarda el ele geziriz. Hemşerim, yazarımız Tarık Buğra’nın Küçük Ağa filminin şekildiği o eski evlerimizi bir görsen, Katamonu evlerinden başka evlerde varmış diyerek dudak uçurtacak eserlerimizle doludur buralar. Selçuklulardan kalma yediyüz yıllık minarelerin hala dimdik onuru ile ayakta duruşlarına gıpta ile bakarsın! Mustafa Kemal’in düşmana karşı ilk taaruz toplantısını yaptığı konağı ve Atatürk’ün çalışma odasını, hatıratları olan eşyalarını gördüğünde; geldiğine binlerce şükür edeceksin Allah’a. Hele Tekke köyünü bir görmelisin! Ormanın kucakladığı, en doğal surların dağlardan billur gibi inip, buz gibi içerek hakiki suyun kaynağından içmenin hazzını tadacaksın buralarda. Eski evlerin ara sokaklarında dolaşırken bin yıl ötesinin tarihini capcanlı yaşayacaksın. Şehrimizin leziz etliekmeğini yerken on parmağın batacak lezzetine gül yüzlü aşkım!.. Sen hele bi gel, ne güzelliklere şahit olacak gözlerin!..
Gözümün Nuru,
Geçen gece uykum uçup gitmişti gözlerimden mavi bir güvercin gibi. Uyku tutmayınca ne yapacağım derken, çalışma masamın üzerinde duran radyoyu açtım. Şanşımıza ne türkü çıktı biliyor musun? Çok sevdiğim Tülay’ın yorumladığı ’İKİMİZ BİR FİDANIZ’ İkimizin ortak türküsü. Hemen mutfağa koşup ocakta kaynayan çaydanlıktan sıcak su alıp sütlü kahve yaptım türküyü kahve içerek keyifle dinleyeyim diye. Şükür türkü yeni başlamıştı. Hazır kahveden yaparak hemen döndüm odaya. Koltuğuma yayılarak dinlemeye koyuldum. Defalarca dinleyip usanmadığım türküdür biliyorsun. Hem kahvemi yudumladım, hem türküyü buruk bir ayrılık sızısı ile dinledim. Türkünün güftesi sanki bize özel yazılmış. Gerçekten ikimiz bir fidanız. Ömrümüzü adadığımız aşkımızı Allah başkalarınada nasip etsin. Bu zamanda aşkı bulmak, en samimi duygularla iki yüreğin sevişmesi çok az insana nasip olabiliyor. Kimi dinlesem gönül kırıklığı yaşadığını, hayallerinin boş çıktığını, cicim ayları dedikleri cilveleşmelerin ardından sevgi çatılarının en küçük tartışmada veya kıskançlıkta nasıl göçtüğünü anlattılarında, Rabbime şükrediyorum pırlanta gibi lekesiz aşkımıza. Bu aşk yazgısı öyle bir yazgı ki; destanlaşıp gelecek nesillere, çocuklarımıza örnek olsun diyorum...
Bebeğim,
Gecenin kaçı oldu hala gözlerimde uykudan eser yok. Okumaya başladığım SİYUM BİKE romanına elim uzandı. Kaldığım sayfayı açtım. Okumaya başladım. Daha öncede okuduğum bir romandı ama ben her yıl tekrar okurum bu romanı. Böyle romanlar beni çok etkiler. Gerçek bir sevdanın, aşkın nasıl yaşandığını ve bir Türk toplumu olan Altın Ordu Devleti, Çarlık Rusya’sının hile ve desiselerle yok ettiğini ve bu mücadele içinde Türk kadını Siyum Biken’nin şanlı mücadelesini anlatır! Aşkına, milletine ölümüne aşık soylu bir kadının talihsizliklerle dolu hayatını anlatan bu romanı mutlaka okumalısın. Göreceksin aşkın nasıl yaşandığını, ne aşamalardan geçtiğini ve sonunda son nefesini aşkı uğruna hücrelerde can verdiğini... İşte ben seni o aşkla, şevkle seviyorum. Sevdamızın kıymetini bilelim. Bu sevgimizi, sevgimizi yaşadığımız vatanın, vatanımız olduğu şuurunu ah bir de gençlerimize gösterebilsek! Ne öyle? Gençlerin başı bozukluk ve hedefleri belli olmayan yığınlar sürüsü! En alt kademelerdeki okullara kadar inebilen diziplinsizlik, itaatsizlik, öğretmenlerine, arkadaşlarına sevgisizlik halleri?! Kin ve nefret duyguları, lüks yaşam içgüdüsü ile ne hallere düştüklerini gördükçe korkuyorum biliyor musun? Uyuşturucu, alkol mübtelası, tinerci çocuklar beni yıldırıyor, iyi şeyler vaad etmiyor gelecekten. Bu gidişimize neden katı önlem alınmaz, bu çocuklarımız, yetişkinlerimiz kurtarılmaz,iğrençliklerden, bu felaketten. Sokakların kepazelikleri ayrı bir dert zaten!
Ah yüreğimin sızısı aşkım!
Bunları sana yazmak istemezdim ama memleketimizinde bir gerçeği. Durumlar böyleyken, toz pembe gibi gösteremem ki yalancı TV’ler, Medya gibi... Sende izliyorsun hergün olanları; mutlu insan görebilmek zor iken, TV dizilerindeki yaşamlar, zenginlikler sanırsın ki Almanya, Hollanda, İsviçre... Bir tarafta aç, yardıma muhtaç insanlar, çöp konteynırlarından ekmek toplayan çocuklar, diğer yanda en pahalı villalarda, evlerde keyif süren haramla doldurulmuş mideler! Bir toplum mutsuzsa; biz aşkımızı nasıl yaşayalım huzurla, nasıl mutlu olalım mutsuz yüzler karşısında. Umarım bu kötü günlerimiz iyi insanlarımızın gayretleri ile müreffeh ülke durumuna geliriz bir gün inşallah!..
Canımın yongası aşkım,
Bu olumsuzluklara bir perde çekerek senin halini sorayım. Biliyorum sende benim gibi günlerin pek hoş geçmiyor. Düşüncelerinin çoğunu ben kaplıyorum. Çok düşünme beni aşkım. Üzülmeni, üzüntülerinle kendini incitmeni istemiyorum. Geçecek bu zor günlerimiz. Gül endamını soldurma, dudaklarında hüzün değil tebessümler eksik olmasın. Dün gece öyle bir rüya gördüm ki; kan-terler içinde uyandığımda kalbimin çarpıntıları korkuttu beni. O denli kortum. Rüyam seninle ilgiliydi. Bir arkadaşının mevlidine gitmişsin. Havanın aldatıcı havasına aldırmadan ince giyinmişsin. Mevlidin bitiminde eve geldiğinde kendinde bir yorgunluk, baş ağrısı hissetmişsin. Sanki ben yanındaymışım gibi sana hemen bir çay yapmışım. Ağrı kesici hap vermişim bir bardak ılık suyla. İçtikten sonra çay demlenesiye kadar kanepe koltuğa uzanmışsın. Derinden soluklar alırken arada bir hapşuruyorsun. Üşüttüğün belli dercesine titriyorsun. Çay demlenip servis ettiğimde sana başını kaldıramayacak kadar yorgun görünüyordun. Kolumu beline uzatarak kaldırmaya çalıştım yattığın kanepeden. Güçlükle doğruldun ama çayı içecek dermanın yok gibiydi. Elimle sana çay içirip, orada kalmayacağına karar verip seni kucakladığım gibi yatak odamıza götürerek bedenini incitmeden kuş tüylü yatağımıza yatırdım seni. Başucuna oturup ateşler içinde kalmış dolunay endamını okşuyor, o zümrüt saçlarını parmaklarımla tarıyordum. ’Ah Zafer’im! Bana bir şeyler oluyor’ diyerek cılız sesinle çığlık atacak oldun! Soluğun sanki kesilmiş gibiydi. Hemen doktoru aradım. Doktor gelesiye kadar seni teskin etmeye çalışırken, bende çok kötü oluyordum. Fersizleşiyordu bedenim, ter basmıştı vücudumu. Çok korkmuştum. O korku ile yatağımdan fırladığımda, ’Oh be rüyaymış’ dedim. Sakinleşiye kadar yatağımın ortasında iki büklüm kaldım. Rüyalar bazen gerçeklere malum olur. Aman gözünü seveyim senin aşkım, kendine bak. Beni habersiz bırakma! Sen benim ömrümün can damarısın. Sensiz hayatı düşünmek bile beni öldürüyor. Balım, çiçeğim, alın yazım, aşkımız için kendine bak olur mu? Bak göreceksin nice mutlu günlerimiz olacak seninle...
Canımın cananı,
Mektubumun son satırlarına dokunurken seni nasıl ve ne çok sevdiğimi, çılgınca aşkına sarıldığımı, Allah seni kem gözlerden korumasını istediğimi belirtirken, gönlümün gergefine seni ilmik ilmik özenle işlediğimi bilmeni istiyorum. Yürek sesimin yüreğinde atmasını, çığlıklarımın kalbinin her köşesinde yankılanmasını diliyorum. Gelecek mektubumda görüşmek arzusu ile o güzel kiraz dudaklarına şiirimi yazıyor, alnından öpüyorum seni...
YAĞMUR OLUP AKACAKSIN!..
canımın içi, canımdan öte sevdiğim yar
sabahıma doğarsın gülüşünle
sevgin dolar yüreğime günaydınınla
öyle bir kutlu sevdasın ki sen
beni alıp götütürsün aşk cennetine
sevginle ömründen ömürüme katarsın!
doyumsuzsun ruhumun derinliklerinde
gönlünmün lalezar bahçelerinde
tek bir kelamın bende tomurculanır
kokunla açarsın her günümde
gecenin ayazlarında bile güneşimsin
gözümde tütersin uzak kaldığın anlarda...
geçmez saatler, dönmez arz eksenimde
can sıkıntısı çöker görmediğimde
bil ki o gün karanlıklardayım
n’olur beni havadissiz koyba burada
zaten gözyaşlarım heybemde hazır kıta
yağmur olup akacaksın önüme bulutlardan!..
Zafer Direniş
...
12 kasım 2017 Pazar 00:55 Akşehir
YORUMLAR
Yine etkileyici bir mektup yazmışsınız, kutluyorum.
Dilerim mektuplar yazılana ulaşır.
Selam ve saygılar sunuyorum.
direniş
mektuplar hayalidir.Kurgulayıp yazdığım mektuplardır.
inşallah hedefim 50 mektup yazıp kitaplaştırmak niyetindeyim
selam ve saygılar