- 550 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
II. Meşrutiyet ve Mehmet Akif
M. NİHAT MALKOÇ
Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık uzun ömrü, bütün dünya devletlerinin ilgisini çekmiştir. Bir devletin bu denli uzun müddet yaşaması dikkate şayandır. Bunun sırrı, sözkonusu devletin köklü ve âdil bir adalet mekanizmasına sahip olmasında aranmalıdır. Devletin zirve sindeki padişahlar iyi eğitim görmüşlerdir. Tahta oturmadan evvel staj mahiyetinde değişik illerde valilik görevlerinde bulunurlardı. Padişahlık makamına geleceklerini evvelden bildikleri için kendilerini buna hazırlarlardı.
Osmanlı’nın son dönemleri çok sancılı geçmiştir. İçerden ve dışardan sokulan çomaklarla sarsıntılar geçirmiştir. Üç kıtaya hâkim olan bir devletin elbette ki düşmanları çok olur. Osmanlı’nın düşmanları da çoktu. Haçlılar, Osmanlı Devleti’ne karşı et ve tırnak misali bir bütün olmuşlardı. Çünkü Osmanlı, İslâmı ölçü olarak almıştı. Ötekilerse hırıstiyanlığın birer gönüllü mensubuydular. Yani aslında Hac’la Hilâl’in mücadelesiydi bu. Onlarca değişik ırkın mensubunu aynı çatı altında birleştirmek ve barındırmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Osmanlı bu zorluğun üstesinden tam altı yüz yıl boyunca gelmiştir. Bunu yaparken asla zorbalığa başvurmamıştır. Daima ikna metodunu kullanmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin o uzun ömrünün son çeyreği, büyük sarsıntılara sahne olmuştur. Bunlardan birisi de İkinci Meşrutiyet’in ilânıdır. İç ve dış müdahalelerle oluşturulan suni gerginlik, hat safhaya erişmişti. Devlet ekonomik bakımdan da güçsüzleşmişti. Tahtta bulunan ikinci Abdülhamit 24 Temmuz 1908’de,1876 Kanun-i Esasisi’ni tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Halk, sözde hürriyet kazanmışlığın getirdiği sevinçle sokaklara döküldü. Oysa bu zorlamayla yapılmış, dış mihraklı bir değişimdi. Gaye, Osmanlı’yı bitirmekti. Halk, işin iç yüzünü bilmediği halde, bazı kendini bilmezlerin yönlendirmesiyle sevinç naraları atıyordu. Bu durumu Mehmet Akif, bakın nasıl dile getiriyor:
“Birde İstanbul’a geldim ki bütün çarşı pazar
Nar’adan çalkalanıyor, öyle ya: hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş. Doğru:
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.
Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hûyla ile, gözler kızgın.
Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden
Yakıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine;
Yedisinden tutarak dayanın yetmişine!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli:
En ağır başlısının bir zili eksik, belli!
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak...
-Yaşasın /Kim yaşasın/-Ömrü olan/-Şak!şak! şak!”
Ne hazin bir tablo çizmiş Akif !.. İnsanlar nasıl da kolayca oyuna gelebiliyor. Oysa Abdülhamit çok merhametli ve kabiliyetli bir padişahtı. Zaten onun bu yönünden yararlandılar. Bazı insanlara iyi niyet ve hoşgörü yaramıyor. Akif, İkinci Meşrutiyetin ilân edildiği yıllarda 35 yaşında olgun bir insandı. Bu durum kendisini fazlasıyla üzmüştü. Gerçi İkinci Abdülhamit’i başarılı bulmazdı. Fakat ondan sonra gelenler İkinci Abdülhamit’i aratmışlardır Akif’e… Abdülhamit’i çok pasif buluyordu. Böyle olmasaydı, düşmanları bu gibi ayaklanmalara cesaret edemezlerdi. Sokaklarda sözde sevinç gösterileri sürerken idareciler adeta ortadan kaybolmuştur. Hayat durmuştur sanki… Bu manzarayı tasvir etmek için kelimeler yetersiz kalıyordu. Rabbim bizleri böyle şuursuz kalabalıkların şerrinden korusun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.