- 1294 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAHATTİN UYAR AYDINLATMA GÖREVİNİ YILMADAN SÜRDÜRÜYOR
Ülkemizin Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası aydınlanma sürecine büyük gereksinimi vardı. Savaş öncesinde halk perişan, eğitimsiz, çaresizdi. Bozkırlarda kendi yazgısına boyun eğmiş yaşama uğraşı içindeydi. Ülke işgal edilmiş, toprakları paylaşılır olmuştu. Bu koşullarda bir kurtarıcıya gereksinimi vardı ülkemizin. Bu kurtarıcı yine halkın arasından çıkmış, eğitimler almış, asker olmuş, okumuş, kaynaklar taramış, sular seller gibi okuduğu bu kitaplardan notlar almış, düşünmüş, donanımlı olarak kendini yetiştirmişti Okudukça okumanın anlamına varmış, aydınlanmanın okumayla sağlanacağını kavramıştı. Savaşlar nedeniyle ülkenin yoksulluk içindeki halkının yoksulluğu daha da artmış, perişanlık halkı çaresiz duruma getirmişti. Yazgıya boyun eğmek mi gerekiyordu? Elbette ki hayır. Bu insanların savaş sonrası aldıkları yaraları sarılmalı ve yazgılarına yön verilmeliydi. İlkin aydınlanma ışığının yakılması gerekliydi. Çağdaş uygarlık yolunda ilerlemenin ilk koşulu buydu. O günlerde köylerimizin çoğu okulsuzdu. Okuma yazma oranı çok düşüktü. İlkin buna bir çözüm üretmek gerekliydi. Bu halk okutulmalıydı. Çaresizliğe son verilmesi için ilk adımların ivedilikle atılması gerekiyordu. Bu konuda ilk ışığı yine Atatürk yaktı. Çözüm köylünün hemen yanı başındaydı. Askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapmış kişilerden yararlanılacaktı. Onlar kısa süreli kurslara alındılar. Zaten bunlar zeki çocuklardı. Askerde onlara verilen eğitimle okuma yazmayı öğrenmişler, öğretilen bilgilerle topları kullanmışlar, erleri eğitmişlerdi. Öyleyse bunlardan kısa süreli bir eğitim verilerek yararlanma fırsatı doğabilirdi. Öyle de yapıldı. Eğitimden geçen bu gençlere öğretecekleri eğitim yolları kavratılmış, yönergeler verilmişti. Görevleri büyüktü ve oldukça kutsaldı. Bundan böyle eğitim görevlerini kendi köylerinde sürdüreceklerdi. Verecekleri eğitim üç yılla sınırlıydı. Bunlara “Eğitmen” dendi.
Bahattin Uyar’ın doğduğu 1934 yılı ve sonrası ülkemizin eğitim sancıları çektiği yıllardı. İvedilikle köylere eğitim ışığının götürülmesi çabaları içinde çırpınıp duruluyordu. 1924 yılında başlayan, yurt genelinde öğretmen okullarının açılması, bölgelere göre dağıtılması çabalarına girildi. Bir yasa çıkarılarak Milli Eğitimde yasalarla işlem yapma dönemi başlatıldı. 1936 yılına gelindiğinde köylerin çoğu okulsuz ve öğretmensizdi. Köylerin sayısı 40 000 iken bu köylerin 35 000’ninde okul yoktu. Okulu olan köylerde de eğitim üç yıl süreliydi. Yani eğitmeni olan okullardı.
İşte Bahattin Uyar ilk eğitimini kendi köyünün okulundaki eğitmenden aldı. Üç yıl okudu. Okumayı, yazmayı ve de düşünmeyi öğrendi. Okumayı sürdürmesi gerekliydi. İçindeki okuma dürtüsü onu rahat bırakmıyordu. Muğla’da dördüncü sınıfı, Bayır köyünde de 1945 yılında beşinci sınıfı okudu.
Köy Enstitüleri 1940 yılında açılmış, eğitim ve öğretim okullarda hızla sürüyordu. Bu okullarda Anadolu’ya gerekli her şey deneniyor, uygulanıyor ve başarılıyordu. 1946 yılında Aydın Ortaklar Köy Enstitüsüne giren Bahattin Uyar, burada üç yıl okuduktan sonra, Kızılçullu’da açılmış olan sağlık Bölümü’ne geçti. Anadolu’nun ve köylerinin kanayan yaralarından biri de sağlıktı. Köylerde tüberküloz, trahom, kellik, uyuz, barsak parazitleri, frengi gibi hastalıklar çoktu, hastalıkların önü alınamıyordu.. İşte Köy Enstitülerinde kurulan sağlık bölümleri ile buralara sağlık ulaştırılabilmişti. Bu neferlerden biri de Bahattin Uyar’dı. 1950 yılında mezun olunca Yatağan ilçesinin Salkım Köyler grubu sağlık memurluğuna atandı. Yokluklar, olanaksızlıklar içinde köylere sağlık hizmetleri sunmaya başladı. Hastalıkları yerinde ve zamanında saptayıp gerekli sağlık önlemlerini alıyor ve sağlık önerilerini yapıyor ve tedavi yönüne gidiyordu. Elinde olan ilaçlarla yapabildiklerini yapıyor, hastanelere ulaştırılması gerekenleri n de, ivedilikle hastanelere ulaştırılmasına yardımcı oluyordu. O yılların yokluklarında sağlık sorunlarının çoğu kaynağında tedavi edilmiş oluyordu.
İçindeki okuma merakı dinmeyen Bahattin Uyar, beş yıl sürdürdüğü sağlık memurluğu görevini Ortaklar İlköğretmen Okulunu bitirince öğretmenlik yapmak üzere bıraktı. Bir yıl öğretmenlik yaptı. Küçük yaşlarda başladığı yazın çalışmaları sürüyordu. Bu nedenle okuma aşkı sürekli depreşen Bahattin Uyar bu kez de sınavlara girerek, Necatibey Eğitim Enstitüsü öğrencisi olur ve edebiyat bölümünü bitirir. Çeşitli okullarda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yapar. Çalıştığı Muğla Endüstri Meslek Lisesi’nde edebiyat ve sanat tutkunu yüzlerce genç yetiştirir. Şimdilerde bu yetiştirdiği sanat tutkunu gençlerle Muğla sanat ortamında omuz omuza çalışmalar yapmakta, Muğla sanat ve kültürüne katkılarda bulunmaktadır. Yazdığı şiirler yazılar dergi ve gazetelerde yayımlanmaktadır. Ayrıca yayınlanmış üç araştırma kitabı vardır. Elli yıllık şiir çalışmalarını 17 Nisan Türküleri adıyla topluca okuyucularına armağan etmiştir.
Bahattin Uyar hiç yılmamış, Köy Enstitüsü’nde aldığı bilgileri ve becerileri emekli olduktan sonra da uygulamayı sürdürmüştür. Çünkü O,” üretmeyen insanın yaşamadığı” inancı ile yetişmiştir. Üretmeden tüketmeyi içine sindirememektedir. Emekli olunca Yatağan’a yerleştiğinde bir süre ipek böceği yetiştirme çalışmalarına girer. Oldukça da başarılı olur. Ancak yılların yorgunluğu, ipek böceklerine dut yaprağı yetiştirmenin zorluğu nedeniyle bu çalışmasını bırakmak zorunda kalır. Çalışmalarını, alanı olan edebiyat ve sanatla sürdürmeyi yeğler. Oldukça da başarılı olur, başarılarını çevresiyle paylaşmaya başlar. Köy Enstitülü genç öğretmenlerin Konya ve çevresinde yaptıkları denetimleri ve karşılaştıkları zorlukları işleyen “Akçaköy Ağarırken” adlı bir oyun yazar. Bu oyun öğrencisi edebiyat öğretmeni Ayhan İçöz’ün yönetmenliğinde Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı Tiyatro Topluluğu oyuncuları tarafından Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kültür Merkezinde sahnelenir. Oyun ilgiyle izlenir ve yoğun bir seyirci kitlesi toplar. Üretmenin sonucu ve başarısıdır bu.
Şu günlerde yaşamını Muğla’da, coşkulu bir sanat anlayışına sahip dostları ile birlikte sürdürmektedir. Onlar; bir araya geldiklerinde şiirler okurlar, gençlik yıllarının güzel anılarını dillendirirler. Kısaca tadına doyulmaz sanat söyleşileri yapılır. Hele bir şiiri vardır ki bin kez dinleseniz de, ilk kez dinliyormuş gibi tat alırsınız o şiirden:
Önce dudakların girdi kapıdan
Sonra sen geldin gülerek
Üşümüş ellerinde akzambaklar
Güvercin kanadı gibi titrek
Midye kabukları, ak çelenkler doğurmuş
Açılmış göğsün tomurcuklar gibi
Tutuştu birden sol yanımdaki yangın yeri
Uçuverdim sevinçten
Çocuklar gibi.
Ağrılarım dindi gözlerine bakınca
Titreyen dizlerime can geldi
Her sabah böyle gel ne olur.
Bir tan vaktinde görün ve git
Savur saçlarını da dönüver
Serinlesin rüzgarından dudaklarım
Senin olsun senin olsun tüm sabahlarım.
Şiirleri bitmez Bahattin Uyar’ın. Çınlar durur kulaklarınızda. Bir kez duymaya görün. Bu şiirler alışkanlık yapar sizde. Dahasını istersiniz! İşte:
HİKAYE
Seni ilk gördüğümde
Biblo gibiydin
Götürmek geldi içimden eve
Baş köşeye koymak şöyle hani
Örneğin radyonun üstüne.
Hiç konuşmadı yüreklerimiz,
Ellerimiz değmedi birbirine
Ayırdına varmadın
İnce bir cam gibi narin
Yüreğimin.
Ellerinden tutular benim ve senin,
Gene farkında değildik hiçbir şeyin
Götürdüler bir masaya, imza için…
Acı tatlı günler…
Sürüldük dövüldük, kovulduk
Ekmeğimizden bile olduk
Ve bu minval üzere
İkiyken üç, üçken dört, dörtken beş olduk.
Geçip gitti günler
Tükendik, yok olduk.
Mehmet Erbil
www.mehmet-erbil.tr.gg
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.