- 1057 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kötülerle İyilerin Mücadelesinde Kazim Koyuncu'nun Yeri
Kâinatta var olan tüm varlıklardan orijinal kalmayan hatta orijinali de tahrip edip onu bozan tek varlık insanoğludur. Kim bilir belki de dünyaya geliş nedenimiz doğduğu gibi yaşayarak geldiği gibi gidebilme erdemini gösterebilmede saklıdır.
Bu dünyada kirlenmeden kire bulaşmadanayrılabilmek ve güzel bir dünya talep etmek ve bunun mücadelesini vermek ve hayatını bu yola feda etmek yüce ruhlu insanların özelliğidir. Asıl olanda orijinal kâinatın bir parçası olabilme ve insanın güç yetiremediği asıl sistemin bir parçası halinde bozuk olanı tamir ve bozgunculara başkaldırma ile mümkündür. İnsan olmak ve insan kalabilmek ve bu dünyadan da insan olarak göçebilmek zor bir iştir. Dünyayı bozan bozgunculara tavır almak, onların düzenlerine başkaldırmak zor bir tercih olsa da bu dünyanın asıl kahramanları yaşasalar da ölseler de yine bu zor yolu
tercih eden insanlar olacaktır.
1972 yılında Artvin Hopa’da doğan ve 25 Haziran 2005 yılında 33 yaşında kendisini “ Devrimci” diye tanımlayan Kazim Koyuncu’dan söz etmek istiyorum.
Karadenizli bir müzisyen olarak tanıdığım Kazim Koyuncu sevenleri tarafından “Karadeniz’in Hırçın Çocuğu” olarak kısa zamanda ün yapmıştır. Gerek konserlerinde verdiği mesajlarla ve gerekse özel söylemlerinde başta insan hakları ihlalleri olmak üzere doğayı kirletenlere net tavır koyuyor ve eylemleri ile tüm protestolarda yer alıyor ve destek veriyordu.
Geleneksel Karadeniz müziği ile Rock’n”Roll müziğini sentezleyerek kendi tarzını oluşturmuş, Türkiye’de ve dünyada Lazca-Rock yapan ilk grup olma başarısını gösteren ve bu müziği kitleselleştiren Zuğaşi Berepe, sıkı muhalif olmasının yanında Karadeniz’i bildik sloganlarından dışarı çıkarmayı da becerebilmiştir. Bu yolla “Laz” dilini sevdirmiş ve birkaç kişinin elinde dolaşan sözde “çakma” Karadeniz müziğinin foyasını da ortaya çıkarmıştır.
Köyde doğmuştu ve köyde büyümüştü. Büyük annesinin dizinin dibinde çok mani, çok masal ve çok türkü dinlemişti. Kemençeci Yaşar Amcasından kemençe sevgisini almış türkülerini dinlemişti. Köyünün suyunu ve ayranını içmişti. Çay toplamış çelik çomak oynamıştı. Toprak dışında hiçbir lekeye bulaşmamıştı. Ruh ve beden doğduğu gibi korunmuştu.
Babasının çok kitap okuması ve 12 Eylül’le tanışması Kazim’e bir yol çizmişti. Haksızlığa baş kaldırıyı ve sistem karşıtlığının başlangıcı büyük ihtimal buradan başlamıştı.
Kazim Koyuncu’nun bu durumu köyünden ve toprağından ayrıldıktan sonra hep devam etmiş kendi gibi temiz olan ve temiz kalan büyük çoğunluğun, azgın azınlığın kirlenmelerine neden olduğunu fark ederek onlara savaş açmıştır.
Çernobil cinayeti günlerinde Karadenizlilerle dalga geçer gibi televizyon ekranlarından çay içme seansları yapan koca adamlara karşı uyaran Kazim Koyuncu yakalandığı kanser hastalığında hayatını yitirerek ölümünde bile halkın sağlığı için hiçbir önlem almayan sömürü ustalarına en büyük dersi vermiştir. Bugün Karadeniz’de çok fazla olan kanser vakaları o gün Kazim Kayuncuların uyarılarını dikkatete almayan yöneticilerin binlerce cinayeti olarak önümüzde durmaktadır. Bugün bile Kazım Koyuncuların ölümleri ve verdiği mesajlar, ağlamanın ötesinde yapılan tahribatların dünyayı ve insanları yok etme planı doğrultusunda sürdüğünü ve bunlara karşı olmanın bir insanlık borcu olduğu gün gibi önümüzdedir.
“Çernobil’in Etkileri ve Hasta Hakları” konulu panele hasta olduğu halde konuşmacı olarak katılmıştı. Orada yaptığı konuşmada “O koca burnumu her şeye soktuğum için bu hastalığın da tanrıdan geldiğini düşünüyorum. Bir kaset yaptım, gazete çıkarır gibi yazdım. Hayatta hep gıcık işlerle uğraştım. Her şeyin içinde bulunmak zorundaydım. Sistem bizim gibi insanları dinlemiyor. Kanser beni ilgilendirmiyor. Beni yaşamlar ilgilendiriyor. Mücadele edin. Yönetenlerden kanserden ölen var mı son dönemlerde? Ben Türkiye’de her şeyin bir sektör olduğuna inanıyorum. Türkiye’de hiç radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten.” Ayrıca panelde sarf ettiği ve altını önemle çizmek istediğim“Türkiye’de bir sistem sorunu var. Beni radyasyon değil Türkiye’deki sistem kanser etti.” cümlesini unutmak mümkün değildir.
Kazim Koyuncu çevre sorunlarını dert edinmiş Ordu’dan Artvin’e kadar devam eden Karadeniz Sahil Yolu inşaatına şiddetle karşı çıkmıştır. Bugün ise durum ortada Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin’e kadar olan denizin kenarında tüm yerleşim birimlerinde sahil kalmamıştır. Denizle halkın bağı kopartılmıştır.
Dayatılan ve doğal olmayan sistemin her yapısına itirazı vardır. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’den kurulu düzene itirazı neticesinde ayrılmış ve itirazlarını asıl sevdiği müzikle birlikte sürdürmeyi seçmiştir.
Umay Umay’la söyleşisinde filozofluğunu ortaya koymuş ve dünyada büyük çoğunluğun düşünüp de ifade edemediği ancak yaşamak zorunda bırakıldığı duruma tercüman olmuştur. "Biliyor musun çocukluk ütopyalarımı gerçekleştirdim, hep güzel olmasını istedim hayatın ama onlar bile bana yetmedi.
Bu beni bazen ürkütür, bazen de içimde tertemiz olduğunu düşündüğüm vicdanımla iyi hissederim. sevmenin içine ettik, anlamı bozuldu.
Bir kere masum sempatilerimden bahsetmem lazım. Özellikle Türkiye de herkes doktorlara sempati duyarlar. Sistemle ilgili konuşursak işler bozuluyor. Ya da bilimle ilgili konuşursak. Bilim, tıp sistemin bir parçası olursa eğer ki öyle, benim için çok da fazla bir şey ifade etmiyor. Bence iyi bir bilim adamının devrimci olması gerekiyor.
Hayatı yönlendiren, etkileyen, değiştiren insanların devrimci olması lazım, sistemin bir parçası değil. Bilimin ışığına hep inandım ama tıp bende hayal kırıklığı yarattı. Her şeyin sadece bir standart olduğunu görmek dayanılmaz bir şey.
Bir kanser panelinde şunu söyledim; vicdan ve cesaret bilimde yoksa benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Sadece bilgi yetmiyor. Bilginin vicdanla sınanması gerekiyor artık. Dediğim gibi devrimci olmaları, normal algının ötesine geçebilmeliler. Bu olmadığı sürece kimse tıptan fazla medet ummasın. Tabi ki önemli tıp, böbreğin ağrıması, diş ağrılarının durdurulması, acısız tedaviler ama özünde başka şeyler de var. Hayatı sonsuzlaştırsınlar, tıp ölümü yok etsin demiyorum.
Karadeniz Sahil Yolu çalışmalarından tutun Çernobil Facialarına kadar Karadeniz insanının tepkisizliğine vurgu yaparak “Oralı olmak, orada yaşamak oranın farkına varmama hakkını vermiyordu o insanlara”. Kendisinden Kürtçe şarkı istendiğinde, “Ben sizin yanınıza kendim olarak geldim. Bizim birbirimizi kabul etmemiz için, birbirimize benzememize ihtiyacımız yok.” “Hayat çok iyi gitmiyorsa ben de mutsuz oluyorum.” İfadesi ile birlikte “beni radyasyon değil Türkiye’nin sistemi kanser etti” cümlesi ile Türkiye’de olup bitenlere dikkat çekiyordu.
Bu satırların yazarı bir İmam Hatiplidir. İlginçtir ki, Kazim Koyun’cu ile eylem ve söylemde aynı noktadayız. Bağırmalarımız, çağırmalarımız ve tepkilerimiz ve karşı duruşlarımız hep aynı.
Oysa iyiler kazanmalı ve galip gelmeliler. Böyle olması gerekirken dünden bugüne tüm dünyada hep iyiler çile çekiyorlar. Görüntü bu.
Dünyanın azınlıklarını oluşturan iyiler kendinden olanları sevgi ile anıyorlar. Kötülerin iyilere zaten verecek bir şeyleri yok. İyiler de hiçbir zaman zalimlerden ikram ve iltifat beklemedikleri gibi verilenleri de red ederler.
Kazim Koyuncu kısa hayatında durduğu yeri belirlerken iyi ve güzeli tercih edip bir karşılık beklemezken, benim gibiler bir nebzede olsa bir karşık bekliyor ve cenneti ümit ediyoruz. İşin doğrusu cehennemden de korkuyoruz. İstesekte istemesekte aynı yolun yolcusuyuz. Yaratan da insanları dünyada yaptıklarının karşılığına denk gelen yerin müdaimleri kılacaktır. Dünyada yaşanmışlığın tam karşılığı da ahirette verilecektir. Bu dünyada nasıl iyilerle kötüler bir savaş halinde ise ahirette de ya cennet ya da cehennem sakinleri olarak farklı mekanların sakinleri olarak yer alacaktır. Ahirette cennet ve cehennemin sakinlerini bu dünyada söylemlerimiz ve eylemlerimiz belirleyecektir. İyilerin ruhları cennette ve kötülerin de ruhları cehennemde buluşacaktır. Şöylede diyebilirz. Bu dünyada çileyi tercih edenler cennet, bu dünyada keyfi ,sömürüyü ve hak hukuk gözetmeden yaşamayı tercih edenler cehennem sakinleri olarak yer alacaktır.
Peygamberimiz Hz. Muhammet “ Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar.” Buyurmaktadır. Buradaki fıtrat doğan çocuğun bozulmamış orjinal ve kirlenmemeiş halini vurgulamaktadır. Ve yine ‘’Haksızlığın Karşısında susan dilsiz şeytandır.” Buyurmaktadır. Sadece bu iki hadisten yola çıkarak insanın özünü temsil eden ruhsal yönünü kirletmeden 33 yıla sığdıran Kazim Koyuncu ve yaşadığı süre içersinde de haksızlığa baş kaldırmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dünyada insanlar iki kavram üzerinden denenmek ve sınanmak için için yaratılmışlardır. Bunlar iyi ve kötü kavramlar olarak önümüze çıkar. Yaşadığımız zaman içersinde ya iyiyi tercih eder ya da kötü denilen yol üzerinde ömrümüzü sürdürürüz. Tercih insana aittir. Bütün dinlerde kötülükler ve iyilikler yaklaşık aynıdır. Evrensel İnsan Hakları denilen ilkelerde de durum pek farklı değildir.
Doğumdan sonra insan bulunduğu ortamlara göre şekil alır. Bu durum iyi ya da kötü olarak insanda yer alır. Zamanla kötülük ya da iyilik sizinle bütünleşerek bir alışkanlık halinde bir kimlik oluşturur. O siz olursunuz. Ona göre davranır ve ona göre yaşamaya başlarız. Eylemlerimiz ve söylemlerimiz bunun bir sonucudur.
İnsan dünyayı değiştiremese de iyi ya da kötü yaptıklarından ve söylediklerinden sorumludur. İnsan yapamadıklarından değil, yapma gücü olupta yapmadıklarından yargılanır. Zorlama dışında tercihlerimiz ve tarafımız bizi anlamlı kılar. Bu durumda Firavun olmasak ta Firavunun yanında yer almakla Firavunlaşırız. Kainatı tahrip etmek, yakıp yıkmak, cana kıymak, halkları sömürmek, mazlumları horlamak, ayrım yapmak, doğayı bozmak, her türlü canlıyı yok etmek, denizleri ve dereleri kirletmek, doğruyu söylememek, haksızlığa ve zumla karşı çıkmak tam anlamıyla Firavunların durduğu yerdir. Eylem ve söylemde bu hasletler ya Firavun olmaktır ya da Firavundan yana olmaktır. Bu tür davranış ve ve fiiller iyiliğin zıttı ve iyilerin düşmanıdır.
Kazim Koyuncu kısa hayatında tamda iyilerin yanında yer almış ve gücü yettiğince müziğide yedeğine alarak kötülere ve haksızlıklara karşı söylemleri ile eylemleri ile bir duruş sergilemiştir.
Ölüm denilen durum bir son ve bir yok oluş değildir. Uzun ömürlülükte bir sermaye olamaz. Yıllarla öçtüğümüzü zannettiğimiz yaşımızın hiçte önemi yoktur. Asıl olan beden ve ruhla birlikte olduğumuz dünyada ne yapıp ettiklerimizdir. Kazim Koyuncu kısa ömründe eylem ve söylem olarak fazlası ile bu dünyaya bir şeyler söylemiş belkide çok yaşayanların hiçbir şey yapmadan boşuboşuna gelip gidenlerin aksine hakkı ile görevini tamamlayarak bu dünyadan ayrılmıştır. Kazim Koyuncu’dan bugün de yarın da alınacak çok dersler vardır. Hak ve batıl mücadelesi kıyamete kadar sürecek, kazananlar gibi gözüken kötüler kaybedecek ve iyiler eninde sonuda zafere ulaşacaklardır.
Nur içinde yat güzel insan.
25 Ekim 2017/Bekir Akkaya/Kumru
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.