- 831 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
533 – ŞİİR
Onur BİLGE
“Şiir’im,
Galiba sana yazmak, seni yazmak için şiir sevdirilmiş bana. Yaratan, onun için şiire yöneltmiş beni. Kaptan’a bundan bahsettim ve senin asla okuyamayacağın, yazıldığından bile haberinin olmayacağı bazı şiirlerimi okudum ona ve yorumunu almak istedim. Çok beğendiğini söyledi. Aksini söylemesi mümkün değildi zaten. Kibar bir adamdır. Kimsenin şevkini kırmak falan da istemez. Ancak sanki bir şeylerden rahatsızlık duyduğunu hissettim. Bunu, beğenisini ifade ediş tarzından anladım. Bana karşı açık olmasını istedim ve ısrarla sordum, hissetmiş olduğum memnuniyetsizliğin sebebini. Çok zorladım. Nihayet, fikir beyan ettiğinde darılmayacağımı temin edince rahatladı ve şöyle bir koınuşma geçti aramızda:
“Ben, şiirde en çok coşku ararım, birader. Bazen milli duygular, bazen dini... Aşk ararım, tabii ki! Allah aşkı, kul aşkı, vatan aşkı, bayrak aşkı, doğa aşkı... Yaratılan ne varsa ona olan aşkın dillendirildiği şiirleri severim. Duygu ararım, coşkunun yanı sıra. Senin şiirlerinde de bunlar var, kâfi miktarda ama ben bu sizin serbest şiir dediğinizden pek bir tat alamıyorum. Ne yalan söyleyeyim! Biz aruz ve hece vezniyle yazılmış şiirlere alışmışız. İstiklal Marşımızdan şarkılarımıza türkülerimize kadar o tarz ruhumuza yerleşmiş, gönlümüzde yer etmiş.”
“Anladım, abi. Hece olmadığı için pek beğenmemişsin. Bu işin ustası değilim, bilmem... Kendimce, bildiğim usulle lirik şiirler yazıyorum ben. Romantizm yüklü...”
”Romantizm… Romantizmi sevmeyen yoktur. Büyülü bir duygudur o. Kapılanın yakasını kolay kolay bırakmaz. Karasevdaya kadar götürür. O, şeytanın hilelerindendir. “Yanına bile yaklaştırma!” demek isterdim ama biliyorum ki bunun için çok geç kalmışım. Şeytanın tuzağına düşeli çok olmuş! Bilmem artık nasıl kurtarırsın ruhunu ondan!”
“Kime ne zarar gelmiş romantizmden? Aşk olur da romantizm olmaz mı! Nerden bakarsan bak, aşk adamıyım ben. Seninle aynı fikirde değilim. Neden mi? Düşünürüm, hissederim, üstelik iddia ederim ki yaratılışın temelinde aşk yatar! Aşk, yeryüzünü güzelleştiren, cenneti süsleyen çiçekler gibidir ve burcu burcu romantizm kokar.”
”Bütün aşklar değil… Mesela Allah, aşkla sevilmeye layıktır. Vatan, aşkla, bayrak aşkla, millet, dağ taş, her şey aşkla... Aşk, sadece karşı cinse karşı duyulan aşırı sevgi değildir. Çiçek böcek, galaksiler, bütün uysal ve aksiler aşkla sevilmelidir! İşte o zaman sevgi ballanır, kemale erer ve insan bulut olur sarar dünyayı, sonsuzluk olur sarar kâinatı! Öyle bir sarar, öyle bir kucaklar ve bağrına basar ki işte bence Tevhit budur! İşte aşkın dahi yok olduğu, mutluluğun zirveyi aştığı, kulluk kavramının dahi ortadan kalktığı an budur!”
”Bu dediğini kaydedip saklamalıyım aslında. Bir bana değil, herkese lazım olacak. Üzerinde düşünülmesi ve hisse kapılması lazım bu sözlerinin. Yalnız aşk ve romantizm hakkındaki düşüncelerimde de ben haklıyım. İlk etapta bana hak veren de olur vermeyen de ama o en güzel duyguyu yaşamış olanlar hemen, yaşacak olanlar da sonra mutlaka kabul edeceklerdir haklılığımı.”
”Yaratan, aşkla ve coşkuyla sevilirken, yaratılanlar nasıl sevilir, nasıl sevilmelidir? Aşkla değilse, nasıl? Benim itirazım aşka değil… Romantizmin büyülü tesirinin insanı ablukaya almasına, kıskacında kıvrandırıp durmasına gönlüm razı değil. İçinde aşk, coşku, yerine göre ve belli bir dozda romantizm olan şiirler yazılmış da ben mi beğenmemişim? Serbest şiirin şiir olmadığını mı iddia etmişim? Bazıları öyle şiirlerden hoşlanır bazıları da benim gibi eski kafalıdır, heceye takılır kalır, ondan daha fazla zevk alır. Ne bileyim, heceyle yazılan şiirler daha kolay ezberlenir ve uzun sure ezberde kalır. Diğeri sanki normal hayatta biriyle konuşur gibi…”
“Abi, itiraf et! Sen şiiri gerçekten seven biri değilsin. Asıl mesele bu! “Ben şiirden anlamam!” de kısaca. “Şaşı şaşı…” diyeceğine açık açık “Kör!..” de, olsun bitsin! Lafı dolandırma!”
”Şiir sevilmez mi, Necmettin! Şiirden anlamayan olur mu! Daha beşikteki bebe bile anlıyor da ninni başladı mı susuyor, rahatlıyor, ruhu huzur ve güven duyuyor, kendisini uykuya teslin ediyor. Hepimiz ninnilerle uyutulduk, şarkılarla türkülerle büyütüldük. Bunlar hep uyaklı ayaklı hecelerdi. Hem biz şiiri bilsek de bilmesek de ruhumuz mutlaka bilir! Mutlaka! Isınıveririz, seviveririz, tekrar tekrar okumak arzusu duymaya başlarız. Büyüleyiverir bizi! Bir hadis vardır: “Şiir, söz büyüsüdür!” Söz büyüsü!.. Şiirin hası kimi büyülemez ki!”
“Hadis ve şiir… Bu ikisini birlikte hiç düşünmemiştim.”
“Hadis başkadır, şiir başka… “Biz ona şiir öğretmedik. Ona vahiy olunan şey, nevaza, irşat ve Kur’an’I Mübin’dir.” diyor ayet ama ikisinin de çıkış yeri aynı… Her şeyin, her yaratılmışın çıkış yeri aynı…”
“Nasıl, abi? Ayet var, hadis var, sıradan insan sözü var… Kafam karıştı! Bir açıklasana şunu! Benim anlayabileceğim gibi yani… Biliyorsun, cahil adamın biriyim ben.”
“Öyle diyorsun ama gayet iyi şeyler yazıyorsun. Nasıl becerebiliyorsun bunu?”
“Ne bileyim, abi! İlham geliyor. Başlıyorum yazmaya. Ne yazacağımı da bilmiyorum aslında. Kalenm yolunu biliyor. Neticede ortaya bir şeyler çıkıyor ama ne kadarı benim ne kadarı değil, bilmiyorum. Sanki Allah yazdırıyor.”
“Ne yapıyorsak O’ndan bağımsız yapmıyoruz. Dilimizi söyleten de O, aklımızı kullandıran da... O’ndan aldığımız sıfatlar ve bahşettiği yeteneklerle yapıyoruz her işi. Fiilleri sahibine vermek lazım!”
“İyice aklım karıştı. Konu dağıldı mı ne? Hadis ve şiir konusunda konuşuyorduk.”
”Hadis, sıradan sözlerden nasıl farklıysa, hemen içeriğinden, öğretisinden, söylem güzelliğinden ve tek darbede vurup düşürücü tesirinden anında anlaşılıveriyor, insanı hayran bırakıyorsa kendisine ve söyleyenine, şiir de işlevi farklı olabilmesine rağmen, ilham işi olup, ikisinin de geldiği yer, zuhur ettiği kaynak aynıdır. Onun için şiiri yabana atamayız, şairi de öyle... Fakat has şiiri, has şairi...”
“Has şair, has şiir nadir sence? Ben de coşkuyla yazdıklarımı şiir diye saklıyorum. Başkaları için değer taşır veya taşımaz ama benim için değerlidirler.”
“Allah için konuşmaktan veya yazmaktan bahsediyorum. O zaman kap konuşmaz, Rab konuşur! Kap yazmaz, Rab yazar! O anda ilham denen konuşma veya yazma arzusunu, şahsa coşku sarhoşluğunu veren, araç olan eli de dili de kullanmakta, söylenmesi gerekenleri söylettirmekte, söylenmemesi gerekenleri unutturmaktadır. Çünkü coşku anı, aşk halidir. Hallac-ı Mansur’a: ’Enel Hak!’ dedirten hal... Sonra kendine gelir insan, o hoşlukta ne dediğine şaşar kalır! Çünkü derken zerre kadar kendinde değildir.”
”Ben, aşk şairiyim. Aşk okudum, aşk yazıyorum. Aşk bastırdığında, kalem elden, kelam dilden çıkıyor.”
“Erenlerde de öyle oluyor. Sohbete başladıkları an, Bir ile bir olduklarında, devreden çıkıyorlar. Yazan el, söyleyen dil oluyorlar. Yazdıransa malum… Kap demiyor, Rab diyor! İşte öyle yazılar, öyle şiirler bekliyorum senden. Dileğim, dua yerine geçer İnşallah! İnşallah, kalemin tamamen Allah’ın eline geçer!”
“Onun için ilim gerekir. Nede bende ilim? Ben cahilim! Bende deli deli bir sevgi, kabına sığmayan bir aşk var! Coşkun duygular var ama kortolsüz… Çılgınca coşuyorum, başıboş koşuyorum. Hissettiklerimi yazıyorum. Sınırsız, sorumsuz… İçinde bir milim ilim arama! Dedim ya Abi! Ben cahilim. Dokunma yarama!”
“İlim yapmak zor değil, birader. Okuyacaksın, dinleyeceksin, öğreneceksin! Sonra yazacaksın ki yazdıkların altınla tartılsın! Mizanına konsun! Ötede yardımcın, yüz akın, sevabın olsun! Fakat her şeyden once bilmen gereken bir şey var. “İlmin ilmi, ilmden cehildir.”
Cahil”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 533