- 1852 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Wolfgang Borchert: Mutfak Saati
Kendilerine yaklaşırken gördüler, çünkü göze çarpıyordu. Çok eskimiş bir suratı vardı, fakat yürüyüş tarzı yirmi yaşında olduğunu ele veriyordu. Eski suratıyla yanlarına banka otururken gösterdi elinde tuttuğu şeyi. Bu bizim mutfak saatimizdi, dedi ve bankta güneşte oturanların tek tek yüzlerine baktı. Evet, bunu bulabildim. Yalnızca bu artakaldı. Göz önünde bulundurduğu beyaz tabağa benzer mutfak saatinin mavi boyalı sayılarına dokunuyordu hafifçe sırayla.
Bunun dışında başka değeri yok, diyordu özür dileyerek, bunu ben de biliyorum ve pek de ahım şahım bir şey değil, tabağa benziyor, yani böyle beyaz yağlı boya ile kaplı. Fakat bu mavi rakamlar, hoş bir görüntüsü var...bana göre. İbreler tabi ki de teneke. Ve şimdi çalışmıyorlar da. Hayır. İçten çökmüş, kuşkusuz. Ama her zaman durduğu gibi duruyor bakınca, şimdi çalışmasa da. Parmak ucuyla dikkatlice bir daire çiziyordu tabak şeklindeki saatin kenarını dolaşarak.Ve sessizce artakalandır o dedi. Bankta, güneşte oturanlar ona bakmıyorlardı. Biri ayakkabılarına bakarken, kadın pusetine bakıyordu.
Sonra biri şöyle seslendi: Herşeyinizi kaybettiniz her halde? Ya ya, dedi neşeli, düşünsenize, herşeyi! Sadece bu, bu artakaldı.Ve tekrar havaya kaldırdı saati. Diğerleri saati henüz görmemişlerdi sanki. Ama artık çalışmıyor, dedi kadın. Yok, yok orası öyle. Bozuk, onu ben de çok iyi biliyorum. Bunun dışında aynı eskisi gibi ama: Beyaz ve mavi. Ve yine saatini gösterdi onlara. Ve en güzeli ne biliyor musunuz, diye devam etti, bunu size daha hiç anlatmadım. En güzeli çünkü gelecek daha. Bir düşünün. Saat tam iki buçukta durdu. Tam da iki buçukta, düşünsenize!
O halde eviniz iki buçukta vuruldu şüphesiz, dedi alt dudağını önemle öne ittirerek adam, bunu sık sık işitiyoruz, bomba düşünce saatler duruyor, basınçtan ileri geliyor. Saatine bir baktı ve başını faik tavırla salladı. Hayır efendim, hayır. Yanılıyorsunuz. Bunun bombalarla hiç bir ilgisi yok. Hep bombalardan söz etmeniz şart değil. Hayır. İki buçukta tamamen farklı birşey oldu, siz bilmiyorsunuz sadece. Espirisi burada, tam da saat iki buçukta durmuş olmasında. Ve dördü çeyrek geçe değil veya yedide değil. Çünkü her zaman saat iki buçukta eve gelirdim, her gece, neredeyse hep iki buçukta. Tam da burada espirisi işte. Diğerlerine doğru baktı, fakat ondan gözlerini ayırmışlardı. Onları bulamadı. Başını saatine eğdi: Sonra doğal olarak acıkmıştım, değil mi? Ve ben daima mutfağa giderdim. O vakit orada neredeyse her zaman saat iki buçuktu. Sonra, çünkü sonra annem gelirdi. Kapıyı ne kadar usulca açsam da, geldiğimi her zaman işitirdi. Ve karanlık mutfakta yiyecek birşeyler ararken, aniden ışık yanardı. Yün yelek ve kırmızı bir fular ile dikilirdi orada. Ve yalın ayak. Her zaman yalın ayak. Mutfağımızın yerleri çini döşemeydi oysa. Gözlerini iyice yumuyordu. Işık fazlaca aydınlıktı onun için. Uykudaydı zira daha önce. Geceydi tabi ki. Gene bu kadar geç vakitte, dedi sonra. Hiç bundan fazla bir şey söylemedi. Sadece: Gene bu kadar geç vakitte. Ve akşam yemeğini ısıtıp ben yerken izledi. Yanı sıra, döşemenin soğuk olduğundan, ayaklarını birbirilerine sürtüştürmekteydi. Geceleri ayağına bir şey giymezdi. Ben doyuncaya kadar otururdu yanımda. Odamda ışığı kapatırken tabakları kaldırdığını duyardım. Her gece böyleydi. Ve çoğu zaman hep iki buçukta. Gece iki buçukta bana mutfakta sofra hazırlamasının doğal olduğunu düşünüyordum, ben bunun doğal olduğunu düşünüyordum. Her zaman yaptığı şeydi. Gene bu kadar geç vakitte, demekten fazla bir şey söylemedi. Zira her seferinde bunu söylerdi. Ve ben bu hiç bitmeyecek sanıyordum. O kadar doğaldı ki benim için. Bu daima böyleydi.
Bir soluk boyu ses kesildi bankta. Sonra sessizce dedi: Ve şimdi? Diğerlerine yöneldi. Fakat onları bulamıyordu. Saatin yuvarlak mavi beyaz çehresine usulca seslendi: Şimdi, şimdi biliyorum cennetin bu olduğunu. Bankta sessizlik hakimdi. Ve aileniz? - diye sordu kadın. Gülümsedi çekingen: Annemle babamı diyorsunuz. Evet onlarda gittiler. Herşey gitti. Düşünsenize herşey. Herşey yok. Bir birine bir diğerine bakıyordu çekingen bir gülümseme ile. Fakat onu görmüyorlardı.
Saati tekrardan kaldırdı havaya ve gülüyordu. Gülüyordu: Sadece bu işte. Artakaldı bu. Ve en güzeli bu ya, tam iki buçukta durdu. Tam da iki buçukta. Sonra sustu. Fakat suratı oldukça ihtiyar görünüyordu. Ve yanında oturan adam ayakkabılarına bakıyordu. Ayakkabılarını görmeden cennet sözcüğüne takılmıştı.
Wolfgang Borchert; 20 Mayıs 1921’de Hamburg’da doğdu; 20 Kasım 1947’de Basel’de öldü. Kısa öyküleri, şiirleri ve bir tiyatro piyesi onu ikinci dünya savaşı sonrası yıkım literatürünün en tanınmış yazarlardan biri yapmıştı. Borchert genç yaşta birçok şiir kaleme aldı ise de, hayali oyuncu olmaktı. Tiyatro eğitiminden sonra 1941’de askeriyeye çağırıldı. Sovyetler birliğine karşı cephede savaşırken yaralanıp bir enfeksiyona yakalandı. Nasyonal sosyalist rejimi eleştirmekten yargılanıp mahkum edildi. Savaş sonrası tekrar oyunculuğa dönmek için çabalasada ciğer hastalığı izin vermedi ve yatağa bağlı kaldı. Ocak ’46 ve Eylül ’47 arası yattığı yerden birçok esere imza attı. (Almancadan çeviri: Erhan Balaban)