- 1722 Okunma
- 22 Yorum
- 0 Beğeni
KENTLER ÇIPLAK BAKIŞLARDA YAŞIYOR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Eski ismi Nahita şimdiki ismi Niğde olan sarı yalnızlıktaki bu soğuk şehirdeki ilk günlerimdi. Su parasını yatırmak için dışarı çıkmak belki de aldığım en güzel kararlardan biriydi. Çünkü bu karar bana bakışlarda yakalayacağım öykülerin lezzetini sunacaktı saniyelerin nabzında…
Bir çoğunuza garip gelecek ama ilk defa su faturasını yatırmak için su idaresinde sıraya girmiştim…! Bu soğuk şehrin koynunda titreyen yüreğim daha da üşümek için şehrin damarlarına inip ben geldim haydi soğuk dokunuşunu üfle sana direnen sıcaklığıma, savur tüm buzullarını içimdeki çocuğun suskularda demlenen yalnızlığına demek için sabırsızlanıyordu… Etraf kalabalıktı herkes aynı amaç için sırada bekliyordu; ama bakışlarda çok farklı öyküler seslerini duyurmak için gizli gizli ışık saçıyorlardı … Bu sessiz iletişimi fark etmek zor olmadı benim için…
Arkamdan birkaç ses dinle beni dercesine düşüncelerime değiyordu. Sesi tiz ve telaşlı olan genç kız sıranın ne zaman kendilerine geleceğini yanındaki arkadaşlarına soruyordu. Telaşı bedenine de yansımış olmalı ki su faturasını tuttuğu küçük elleri şehrin dehlizlerinde kendiyle savaşta olan sol yanıma bıraktığım ellerime değiverdi… Zihinsel ve bedensel yönden rekor çağlarını yaşayan bu kızcağızların yaşama sevinci ve kaygıları hem bakışlarından hem bedenlerinden akıyordu adeta… Bu iki zıt duygu tezatlar birliğinde arenaya çıkmışlardı sanki… Fevzi Çakmak yıllarına götürdüler beni; o deli dolu, duygu zengini ama sessiz dalgaların yüreğimde oynaştığı yıllara.. Onları anlamam zor değildi, ben de onlar gibi liseliydim bir zamanlar…
Düşler ülkesindeki en güzel durakta beklerlerdi onlar… Kaygılarını, minik kızgınlıklarını, yasaklarını, aşklarını, platonik sevdalarını biliyordum … Ve en iyi bildiğimse; anlaşılmayı bekleyen liseli fidanlara emek ve eğitim kadar “DEĞER” verilmesiydi… Anlaşılmak onların tek ihtiyacı onlara ulaşılmanın tek yolu...Aslında yaşamdaki tüm sıkışıklıkların belki de tek anahtarı…. Ben bu anahtarı onlar gibiyken alamasam da …!
Sıra yavaş yavaş ilerliyordu. Görevlinin asık suratı yorgunluğunu tercüme ediyordu sanki… Fatura yatırılırken neler yapılacak ya da nasıl bir işlemden geçecek bilmiyordum.. Kurduğumuz yaşam sofrasının güzelliğini bozar düşüncesiyle bir arka sırada duran genç kızlara bu soruları sormak bana mantıklı gelmedi. Bir sıra önümde duran delikanlıya bu soruyu yöneltmek belki daha mantıklıydı… Pardon diyerek iletişimin ilk sesini çıkaran ben isminin Yavuz olduğunu öğrendiğim delikanlı ile soğuk şehrin neden bir adım geride gittiğinin sohbetini yaparken düşüncelerimde ki sancılı soruların cevapları bir bir doğuyordu anlamlar ülkesinden…
Yavuz’ un gözlerinde binlerce Yavuz savaşıyordu… İç konuşmalarında “ ben buraya ait değilim bu kent düşlerime dar geliyor.. Kendimi yaşayabileceğim bir yer olmalı olmalı..” dediğini duyar gibiydim…Yaşadığı hüznü gözlerine ustaca sakladığını düşünse de benim dost bakışım insan dokunuşum buna izin vermedi… Belki de bu sıkışıklığı saklayamaması gençliğinden ve de yaşama açtığı penceresinin buğudan yoksun olmasındandı… Bu küçük kent geleceğe kapattığı kapılarının gölgesine Yavuz’ u da almak istemesine rağmen onun gözleri fersizliğe sığınmamaya yeminliydi…
Kısacık ayaküstü bir sohbete gözlerimiz dünyaları sığdırmıştı… Bir daha Yavuz’u göremeyecektim belki ama sokaklardaki Yavuz’lar için bir şeyler yapılmalıydı…
Bu ülkenin gerçek sahipleri hırsızlar değil Yavuz’lar olmalıydı…
Bu ülkenin gençleri düşlerini imgesi eksik şiirler gibi boşluğa değil geleceğin aydınlığa soyunan çıplak hazinelerine teslim etmeliydi…
Dışarı çıktığımda yüreğimdeki afacan öykücükler gökyüzündeki iki uçurtmanın kuyruğundan tutup oynaştılar çığlık çığlığa… Sanki benim suskunluğuma nazire yapar gibiydiler… Bir süre sonra gökyüzünde özgürlüğü bir çocuğun elinde olan uçurtmaların öykücüklerin serseriliğinde iplerinden kurtulduklarını gördüm …Çocuğun şaşkın bakışları kendi ellerindeydi..Çünkü ellerine değen bir sıcaklık hadi ipi bırak duygusunu vermişti ona … Öykücüklerin haylazlıkları en çok uçurtmaların sonra da suskun yüreğimin sessiz sesi olmuştu… O öykücükler benim düşler ülkesinden getirdiğim sadık ve uçarı dostlarımdı…
Bugün bakışlarda doğan öykücüklerimi çağırıp yüreğime düşünceler durağında mola verecektim ki bir teyze yaklaştı yanı başıma ve oturmak için izin istedi... Teyzenin yorgun gözlerinde eski kentin anıları, kuşak çatışması, düş kırıklığı ve gelecek kaygıları okunuyordu…
Ama mutluydu. İnsanlarımızın değişmez özelliği olan ’haline şükretme ’ duygusu yüzüne gülümseme olarak yansımıştı.
Ses tonu, bakışları, kısa öykülerine sığdırdığı yaşama bakış açısı beni çok etkilemişti… Teyzenin yorgun gözlerinde düş kırıklıklarının izlerini görür gibiydim… Belki teyzenin düşleri Yavuz’un ki kadar şövalye ruhlu değildi ama anıları kentin yaşı kadar değerliydi… Bunu sesindeki giz gülünün mağrur salınışından; bedelini ödediği yılların ona armağanı olan çizgilerinden anlamıştım… Hatta bir an kendimi kilitlediğim dehlizlerden çıkardığını hissettim bu duygunun… Ona sarılmak istedim; yüzlerindeki çizgiler benim bugüne bakışımı kolaylaştıracak küçük köprülerdi sanki… Ellerindeki yılların hediyesi olan buruşukluklar sanki duygularımın yorgun yanını yaslamak istediği yumuşacık yastık gibiydi… Bunları ona anlatamazdım ama ellerime dokunup iyi ki seninle sohbet ettim kızım derkenki mutluluğu benim fırtınalarımın limanı olmuştu…
Akşam olmak üzereydi gökyüzü beyaz güvercinlerini yuvalarına gönderirken kızıllığını da benim heyecana boyanmış yüreğime yansıtıyordu…
İçimdeki yaşama açılan ayna sırrını içine gizlemiş bir fikri gösteriyordu soğuk şehrin sıcak öykücüklerinin düş kokan bağrında…
Ve diyordu ki… Sokaktaki teyzelerin, liseli kızların, Yavuz’ların rengine, yaşına değil gözlerinin içine bakın… Gözler; içinde yalan barındırmayan düşlerimizin, dünün ve geleceğin tek gerçek sığınakları… Gerçek öyküler bu sığınaklarda doğar büyür ve iz bırakır
Beyaz Ağıt/Mehtap Altan
YORUMLAR
Siz kelamın hakkını veriyrsunuz,
düşünce ufkunda güzelliği fevkalade yansıtıyorsunuz,
hissiyatın renklerini, kalbin sesini, serinliğin sahifelerini anılarınızın dirliğinde çok latif olarak zikrediyrsunuz. Bu vesileyle çok teşekkürler ediyor, sğlık ve afiyetler diliyorum...
Yavuz’ un gözlerinde binlerce Yavuz savaşıyordu… İç konuşmalarında “ ben buraya ait değilim bu kent düşlerime dar geliyor.. Kendimi yaşayabileceğim bir yer olmalı olmalı..” olmalı burda sanırım iki kez yazım hatası ise düzeltin...
evet insanları anlamak kendini anlatmak için gereklidir
toplumsal diyaloglar değilmi ki bizleri tek vucud edebilen
saygılar içime işlemiş bir yazı sonrasındayım...
gözlere bakmaktan geçiyor herşey toplum nekadar değişti
batılılar gibi monoton bir hayata gidiyoruz komşumuzu sokaktaki kimseyi tanımıyoruz ve zaman öyle bir hal aldı ki
insanlar sinirli siyasetin nabzı sokağa kadar inmiş
gergin sabırsız asık suratlar ve yabancılaşmış toplum
insanlar nasıl yürüdüğünün bile farkında değil karıncalar gibi sağa sola koşuşuyor birgün şehrin ortasında öylece dursam diyorum hareketsiz kaç omuz çarpar necisin der
galiba çarpıp bedeni dille geçiştirirler
çok geç olmadan kaybedilen değerlere ve insan olmanın gereklerine toplum dönmeli yoksa ilerde kurtaracak bir yarın bile olmayacak
Sn. Mehtap ALTAN
Öykünüzün bana göre can alıcı noktası aşağıdaki satırdır...
" Bu ülkenin gerçek sahipleri hırsızlar değil Yavuz’lar olmalıydı…"
Bu satırın içindeki tek kelime de satırın can alıcı bölümüdür...
Farkında olarak mı yazdınız yoksa tesadüf mü ?
" olmalıydı "... işte tam da bu bölüme takıldım !
dı... derken bu durumu kabulleniş sezdim... en azından yazı itibarı ile...
Naçizane fikrim : Toplum olarak kabulleniş çizgisinde olmamalıyız diye düşünüp... bahsettiğim kelimenin " OLMAMALI " olmasını arzu ediyorum...
" Olmamalı " fikri... münferit de olsa; başkaldırıdır... ve bir şeyin olmamasını isteyen insan elini taşın altına koyar... Tolum olarak elimizi taşın altına koyma vaktimiz " tam da, bugündür ' " çok geçmeden !.
Herşey önce insanın beyninde fikirle başlar ve insan kendini neye inandırırsa o yönde hareket eder...
SAYGILARLA
Rom@ntik tarafından 9/27/2008 6:17:28 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir zamanlar Türkiyemizin bir yöresinden resim kareleri..
Anlatım harika..Eleştiri var mı ? Var dediğinizi duyuyorum..
Niğde'yi es geçmişiniz..Yani sadece bir cümle...Ama olsun..Zaten tamamını anlatmaya kalksanız uzun bir öykü olur..
...." bir teyze yaklaştı yanı başıma ve oturmak için izin istedi... Teyzenin yorgun gözlerinde eski kentin anıları, kuşak çatışması, düş kırıklığı ve gelecek kaygıları okunuyordu…"
Yaşlı bir kadının gözlerinde ki karamsarlığı ne güzel anlatmışınız..Kuşak çatışması....Ve ona yılların bıraktığı acı tecrübe..
Sonuç ? Sonuç yine gözler de bitiyor..Bence bitiş sanki bir öykünün yeniden yazılacağı anlamına geliyor..
Öykünün adı "Gözler"
Tebrikler.Teşekkürler dost..Sizden öğreneceklerimiz var.
VAR MI ?
Bence var..
Sevgili Mehtap,
Yazın zaten su gibi, bardağı dikmenle, dibini görmen bir oluyor.
Anlatmak istediğini, vermek istediğini okuyuculara çok net ve yalın vermişsin.
" Ve diyordu ki… Sokaktaki teyzelerin, liseli kızların, Yavuz’ların rengine, yaşına değil gözlerinin içine bakın… Gözler; içinde yalan barındırmayan düşlerimizin, dünün ve geleceğin tek gerçek sığınakları… Gerçek öyküler bu sığınaklarda doğar büyür ve iz bırakır "
Karşındakine olan ilgini gözlerinle ifade edersin, ona kızgınlığını da anlamlı anlamlı, yada imalı, imalı bakarak.
Yazında temel olarak verilmek istenen, aşağıdaki şu dizelerim..
siz benim yamalı
pantolonuma
içi siyah tırnaklarıma
yada yağlı saçlarıma bakmayın
aldatmasın
sizi
onlar
biz
bir bakır sininin
etrafında
büyüdük
beş çocuk
bana düşen bunlar
siz bakmayın
benim
örtünmek için
üzerime
takıp takıştırdıklarıma
bakmanız gereken
bir yer var
bakın
orada
aradığınız
her şeyi
göreceksiniz
bakın
ne olur bakın
gözlerime
gözlerimin
karasına
gözlerimin
mavisine
gözlerimin
yeşiline bakın
babilin asma bahçeleri
orada
çin seddide
ve
karumun hazineleride
aradığınız her şey
gözlerimin
içinde
görebilene...........sevgilerimle...Gürsel CENGİZ
her kentin hırsızlarla savaşan yavuzları vardır biraz...
kentlerde yitirdiğimiz değerlerimizdir bunlar...Sivasta ulucamii önündeki çocuklarla
adana da garajlardaki yoksunluk kayseri rüzgari
yani memleket hep böyle şeylerle doludur...
siz çok güzel gözlemlemişsiniz ve sanki yazımnızda Niğde yi yeniden gezmiş oldum...
dostlar akalıma geldi
neden hurdacı çok çıkar Niğde den diye sorduğumda
"biz vefalıyız dostum..eskiyen şeyleri atmaya kıyamayız"demişti yıllar önce bir dost...
kutlarım bu yazıyı...
gerçekten duyguluydu...memleket gibiydi...
sevgi ve saygılarımla...
Niğde,benim için çok özel,bir atarabasının üzerinde adam izmir çekirdeksizi beyaz üzümleri sıkı tut derken onüç yaşımdaydım.Kalenin hemen altında bir eve götürdüler..Bir düğündür başladı,kızlar vur patlasın-çal oynasın.Bir şey anlamamıştım.Sıkıldım,utandım da,gurbete ilk çıkışım nereye gittiğimi bile bilemediğim bir zaman dilimi..Yanıma bir kız yanaştı,sende oyna dedi,nasıl utandım..Neden oynuyorsunuz dedim;sizin için deyince afalladım.Hay Allah,neden benim için oynarlar?..Adettir dediler.Bir tür misafir ağırlama...Anadolu işte.Her karışı bir alem,topraklar...Sonra bir otelde kaldım günlerce...Okullu olacaktım...Oldum da,Koçaş Ziraat Okulu...Yazınız her yönüyle duygulandırdı beni..Herşeye deydi..Çok başarılı ve güzel bir yazı.Kutladım efendim.Selam,saygı...
Gözlerim nemli, hasta kalbim sevinç, hüzün sarmalında alabildiğine şaşkın, okuduklarımı yaşarcasına bir Yavuz ile bir teyze ile harmanladım anılarımı... Ne Yavuz yabancımdı, ne de o güleç yüzlü teyze... O bakışları iyi tanırım... Ve o bakışları şimdi çok özlüyorum...
Evet sevgili Şair'im, Gözler yalan söylemez... Hele Anadolu insanının o süt liman yüreğinin penceresi gözler, hiç yalan söylemez...
Harika yüreğinize, kaleminize sağlık... Paylaşımınız için sizi bütün yüreğimle kutluyorum...
Tebrik ve Teşekkür ederim... Kaleminiz hiç susmasın...
Saygılarımla...
Harikasın dostum inan harika.Niğdede gezdim.Saniyelik bakışlardaki insan karakterinin ve düşüncesin şifresinin çözümüne yine duyarlı bir yüreğin duyarlı, etkin anlatımıyla yurdum gencinin sorunlarına gark oldum.
Teşekkür ederim.İfadeleriniz öyle net ve edebi kalitesi öyle güzel ki okur okumuyor sanki yaşıyor gibi.
Bundan sonra söz dostum Yavuz'ların gözlerinin içine bakıcam.
Bakmak,anlamak evet hepimiz aynı yollardan geçtik.Değer verildiğini,kıymet verildiğini,saygı duyulduğunu anlamak gerçi herkes için bu böyledir ama onlar taze fidan hayata yeni tutunma aşamasındalar çabuk kırılırlar,çaresini bulamazlar.Çok haklısın.Biz yetişkinlere çok iş düşüyor.Bu bağlamda sorunuyla birlikte çözümünüde içinde barındıran anlamlı eserinizi yürekten kutlarım.
Sevgilerimle .
cnm ilk kez senden bir metin okudum iyikide okumuşum çocukluk yıllarına gidiverdim bu ilk yazınmı bilmiyorum ama çok harika olmuş ben de ne zamandır küçük mektuplar halinde yazmayı düşünüyordum bana örnek olacağın kesin ben derim ki devam et o yaşlı teyzenin elini tuttum sanki bana öyle geldi demekki bu yazı çok sıcak ve hissettirebiliyor aranılanda bu değilmi zaten.........tebrikler.
Arkadaşım emeklerine sağlık. Bizim çocukluğumuzda kemalettin Tuğcularımız vardı hani. İnanın onun öykülerini okur gibi oldum. Bu bir meziyettir ve siz bunu biliyorsunuz ve bence başarılısınız. Küçük öykülerle başlayarak roman düzeyine çıkabilecek bir kapasiteyi sizde gördüm inanın. ben şahsen beceremem öykü yazmayı. Şiir ise çocukluk yıllarımdan armağan bana.
Bırakmayın peşini başarılı olacaksınız. Kaleminiz sert,yüreğiniz dert görmesin.