- 1172 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
527 - ÖRÜMCEK AĞI
Onur BİLGE
"Örümcek’im,
Nasıl da ördün ağını, nasıl da düşürdün içine beni! Öldürmüyorsun da yarı ölü tutuyorsun, ne zaman yiyeceğini kimse bilmiyor.
Harama bakmak yasaklanmış bize… Kalbimizi kaptırmamız, karşılık görmeme riskini göze alarak karşı cinsin cazibesine kapılmamız ihtimali nedeniyle, hazza ve mutluluğa koşuyoruz diyerek keder ve bunalıma düşmemiz, işin başında engellenmek istenmiş.
Ben ne yapmışım? Bana ait olmayan, olma ihtimali son derece zayıf olan güzelliğe yelken açmışım, farkında olmadan. Gelenin gidenin yaralayarak zafiyete uğrattığı kalbimin aczini düşünmeden bilmem ki sahip olduğum hangi güce dayanarak sana yönelmiş, gönlümü, ruhumu ve bu tedavülden kalkmak üzere olan yaşlı, yıpranmış, çirkinleşmiş, kuvvetinin çoğunu kaybetmiş biçare bedenimi hangi cesaretle avuçlarına teslim edivermişim?
Zamanımızın yeniliklerinden, evlerimizin başköşelerine kurulan ve gönüllerimizi çeşit çeşit sazlarla sözlerle çalan, günün en faydalı olması gereken zamanlarında boş şeylerle oyalayan, kulaklarımızı esir alan, ruhlarımızı zapt eden, maneviyatımızı alttan alttan mahveden radyo ne kadar sevimli ve vazgeçilmez oluvermiş, sezdirmeden usul usul kanımıza girmiş, zamanın akımına göre hemen hemen hepimizi dilediği gibi şekillemişse, onun gibi durduk yerden birinin yıkıcı tesiri altına girerek dertsiz başımızı derde sokmamamız için daha olay başlamadan harama bakmamız yasaklanarak derin kederler içinde heder olmamız engellenmek istenmiş.
Ya ben ne yapmışım? Dünya denen bağda bahçede dilediğim gibi gezerken, en güzel çiçeğe, en yukarıdaki en göz alıcı, en olgun meyveye sahip olmaya kalkmışım! Ne bağ benim ne de bahçe… Ne çiçekler berim, ne de meyveler... Ne yaprakları şebnemlerle donatılarak dünyanın en değerli mücevheri haline getirilen has gül benim, ne de ulaşamayacağım kadar yüksekte, güneşin yaldızlayarak ışlıl ışıl ettiği göz alıcı al yanaklı elma benim!
Kimin bağında bahçesinde keyfimce dolaşmaktaydım ki ben, oraların kimin ve sahibinin nelere kadir olduğunu bilmeden, ne büyük bir gaflet içinde en güzel olanın peşine düşmüşüm! Hangi dediğini yapmışım o bağbanın ki bağının mahsulünden en değerli olanına göz dikmişim?
Kaptan’la arkadaşlığım bana çok şey kazandırdı. Artık düşünebilir hale geldim. Görevlerimi ve haklarımı öğrenmeye başladım. Sabahlara kadar kafa çekerek etmekte olduğum dualarımın neden kabul olmadığının farkına varmaya başladım. Fakat öyle bir zehirli ağa düşmüşüm, o kadar zavallı bir karasineğim ki kolay kolay kendime gelmem ve elimi kolumu, gönlümü, ruhumu, aciz varlığımı, hasılı bütün benliğimi kıskıvrak yakalamış olan o uyuşturucu bağlardan kurtulmam mümkün değil!
Gönlümü sana kaptırmışım, Sevgili Örümcek! Ellerimi kadehlere, ayaklarımı çaresizliğe, cebimi fakirliğe, ruhumu ruhunun büyüsüne kaptırmışım. Dilim, Yaratan’ın ismini değil, ağzımın içinde döndüğü sürece senin adını zikredip durmakta… O kadar ki bir köşede sızıp kaldığım zamanlarda, uyku halindeyken, kontrolü benden çıktığı halde adını terennüm etmekten vazgeçmemekte… Kaç kere seni sayıklayarak uyandığımı bilmiyorum! Dilime ambargo konmuş. Dilim benden gitmiş. Kaptan, ya konuşuyor ya zikrediyor. Dudakları kıpır kıpır… Ağzını sımsıkı kapatsa, zikrettiği dışarıdan belli olmasa bile biliyorum ki kalbi kımıl kımıl… Farkında ya da değil, hafif hafif sallanmakta… Ya taspih çekmekte ya parmaklarıyla tempo tutmakta, ya da belli belirsiz başını sallamakta…
Öğrendiğime göre zikir gizli de olurmuş açık da… Hem her canlı zikredermiş kendince. Yalnız canlılar değil, yaratılan her şey zikredermiş! Bunu duyunca irkildim! Sanki biri beni tuttu omuzlarımdan da kuvvetle şöyle bir sarstı!..
“Cansız varlıklar da ha!..” demişim hayretler içinde!
“Evet ya! Cansız varlıklar da… Yerküre, güneş, ay, yıldızlar… Yağmur taneleri, kar taneleri… Kayalar, dağlar taşlar, topraklar… Bulutlar, nehirler, sular seller… Aklına ne gelirse… Hele bir kulak ver de dinle!”
“Ben mi kulak vereceğim? Kulaklarımda tek ses var, tapınırcasına kendimden geçerek tekrar tekrar dinlemekte olduğum ve gece gündüz mütemadiyen konuşan, bülbül gibi şakıyarak beni mest eden bir ses ki yer yerinden oynasa, kıyamet kopsa onu bastıramaz!”
“Sen ne yaptığının farkında mısın, Necmettin? Ahir zamanında kendine nasıl da zulmettin! Yazık ettin, zarar ettin, dünyanı da ahretini de mahvettin!”
“Abi, ben ne yaptım? Kimseye bir zararım yok, aksine yararım var. Kimsenin tavuğuna “Kiş!..” demedim! Kendi halimden de memnunum. Âşığım abi ben, âşığım! Yeryüzünde aşktan daha güzel bir duygu var mı! Bana neden kızıyorsun? Yahu, şuraya gelen gençlerden çoğu âşık olmaya çalışıyor da çok azı tam anlamıyla becerebiliyor. Aşk da değil zaten onların hissettikleri, cinsel dürtüler… Benimki sonuna kadar aşk! Emin ol! Ferhat’ın, Kerem’in, Mecnun’un aşkı gibi hem de! Daha ne?”
“Peki! Bu aşk dediğin sinsi illet yüzünden ne hale geldiğinin farkında mısın bari?”
“Ne varmış halimde? Biraz para kaybettim, biraz güç kaybettim, biraz da o zıkkımı arttırdım, o kadar!”
“Ya ailen, ya yuvan, ya dükkânın? Ya o güzelim zamanın? Bu zamana kadar gaflette yaşamış olabilirsin birader ama artık uyan!.. Ne kadar zamanının kaldığı belli değil! Yarına çıkacağımız ne malum? Bir dakika sonra başımıza ne geleceği meçhul ve sen ne kadar da rahatsın! Benim ödüm kopuyor, kendimi kurtarmadan ölüvermekten! Senin aklına sorgu sual diye bir şey hiç gelmiyor mu?”
“Abi, aklımda fikrimde ne olduğunu gayet iyi biliyorsun, bana neden soruyorsun ki? Varsa yoksa o, dedim ya! Daha kaç kere diyeceğim? Uyuyana kadar aklımda, uyanınca da ilk aklıma gelen o! Başkasına yer yok aklımda fikrimde!”
“Ben de ondan endişeleniyorum ya birader! Kendini bile düşünemez olmuşsun! Ben de senden seni Yaratan’ı düşünmeni istiyorum!”
"Abi, var mı böyle bir yasak, Kur’an’da? Neden beni sıkıştırıp duruyorsun ki?”
“Var tabi ki! Olmaz olur mu? Yaş ve kuru ne varsa Kur’an’da var! Aç Ankebut Suresini! Yirmi beşinci ayete bak bakalım, orada ne bulacaksın!”
“Bende Kur’an yok! Madem biliyorsun, aklında kaldığı kadarıyla söyle de öğreneyim!”
“Aklımda kaldığı kadarıyla… “Siz sadece dünya hayatında aranızda sevişmek için Allah’ı bırakıp bir takım putlara tutulmuşsunuz. Fakat kıyamet gününde birbirinize küfredecek ve birbirinizi lanetleyeceksiniz. Varacağınız yer ateştir ve sizin için yardımcılardan eser de yoktur.” Yaklaşık olarak böyleydi."
“Burada aşkla alakalı bir şey yok ki! Putlara tapmaktan bahsediliyor.”
“Şimdi dikkatle dinle! "Aranızda sevişmek için Allah’ı bırakıp bir takım putlara tutulmak..." Bu kısma dikkat et! Sevişmek için tutulmak... Zamanımızda putlar yok artık. İnsanımız puta tapacak kadar aptal ya da cahil değil ama başka putlar var. Para gibi mal mülk gibi, sevgili gibi… Putlaştırdığımız her şey put! Senin putun da o! O ilahlaştırdığın kadın! Ona tapmaktan Allah’a tapacak vaktin de gücün kuvvetin de yok! Ona olan tutkun, Allah’a yaklaşmak için harekete geçmene engel... O halde? Senin ikonun var! İkonan… Daha ne putu arıyorsun ki?”
Karasinek”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 527