- 827 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
tarladaki altınlar
TARLADAKİ ALTINLAR
Cumhuriyetin ilan edilişinden sonra, tüfekler kılıfına, pusatlar sandığa koyulup, yıllarca yurdumuzun üzerinde çöreklenmiş kara bulutlar dağılıp, yerini yeni umutlara terk ettiği sı-rada, meteliğe kurşun atılıyordu.
O yoksulluk dönemlerinde, savaştan sağ çıkanlardan, bir karış toprağa sahip olan dahi, toprağı ile güreşe tutuşup, bir lokma rızık için, var güçleriyle uğraş veriyorlardı.
Kahramanımız Ali de bunlardan birisiydi. İri cüsseli, saf, temiz kalpli, içi dışı bir olan tipik bir köy delikanlısıydı.
Osmanlı döneminin alışkanlığı olarak, köyde yaşayan vatandaşlar, Cuma günlerinde işe gitmeyip, köyde kalarak birbirleriyle dertleşip hasbıhal ederlerdi.
Günlerden Cuma idi. Köyün erkekleri Cuma namazı için, birer ikişer köy odasının önünde toplanmaya başladı-lar.
Öte yandan Ali, Cuma namazı için hazırlığını tamamla-yıp, köy odasının önüne giderken, köyden bir kaç zevzek kişiyi görünce, çalıdan yapılmış temelin ardına saklandı.
Okunan ezanla birlikte hazır bulunan cemaat camiye gi-rince, Ali gizlendiği yerden çıkarak, içeriye giren son kişi oldu.
Ali zevzeklere karşı kurnazlık düşünürken, namaz mı Ali’yi, Ali mi namazı kıldı anlaşılmadı.
Cemaatin sonuncusu olduğu için, camiden çıkan ilk kişi Ali olmuştur.
Ardına bakmadan, hızlı adımlarla köy odasına gidip, oturdu. Namaz esnasında düzdüğü yalanı defalarca tekrarla-yıp dururken, camiden çıkan köy halkı, toplu halde köy odasına destur çekip girdi.
Köyün zevzekleri Ali’yle kafa bulmak için, zaman ve zemin hazırlarken, kahveci de çaylarını dağıtmaya başladı. Köylüler bir taraftan çaylarını yudumlarken, zevzeklerden birisi A-li’ye dönerek:
- Ali efe, senin yerinde olsam, tarladaki taşlarla uğraşıp, kendimi helak etmezdim. Baban düğün hediyesi diye, taşlı tar-layı verip, sana iyi kazık attı.
- Töybe töybe, sana ne len! O tarla bana baba yadigârıdır.
- Ali efe, taş yığını tarla, baba yadigârı olur mu hiç?
- Niden olmasın len? Taşlarını temizledim mi, pampayık olunca, hepciniz akıllı Ali diyeceksiniz emme.
- Ali efe, sen ne dersen de emme, uğraşın boşunadır.
- Töybe töybe, uğraşacak benim, size ne len?
- Tasası bize düşmez emme, sene acırız da ondandır.
- Ülen zevzekler, size kaç kez benimle uğraşmayın di-yom, emme, gine de benimle kafa buluyorsunuz.
Bu sırada zevzekler, Ali’nin fazlaca kızdığını görünce, gönlünü alabilmek için, iki eline iki çay verdiler.
İçi dışı bir olan Ali’nin içinde kötülük olmadığı için, he-mencik gönlü oluverdi.
Sessizce çaylarını içtikten sonra zevzeklerden intikam almak için namazda düzdüğü yalanı anlatmaya başladı:
- Bene iyice dinleyin gari! Dün uykumda bir rüyâ gör-düm. Ben taşlı tarladan, bir deve yükü altın çıkardım. Gör-düğüm rü-yâmı bir bileniniz var mı acep?
Yaşlı genç herkes, birbirlerinin yüzüne bakıp kaldılar. Ali’nin rüyâsına yorum yapan çıkmadı.
Köyün en yaşlısı olan Hacı Yusuf:
- Ali’nin rüyâsını bir kişi bilir, o da imam efendidir, dedi.
Hacı Yusuf Emmi, sözünü bitirir bitirmez, zevzeklerden birisi, oturduğu yerden fırlayarak imamın yanına gitti.
Bu esnada caminin kapısını kapamakla uğraşan imam, ge-len genci görünce:
- Hayırdır evlat? dedi.
- Hayır hayır imam emmi! Köy halkı seni köy odasında bekliyor.
- Haydi gidelim bari.
Yolda giderlerken zevzek, Ali’nin görmüş olduğu rüyâsını, en ince teferruatına kadar bir çırpıda anlattı.
Yanıt vermeyen imam, zevzekle köy odasına vardı. Des-tur çeken imama yer gösterip, oturmasını sağladılar.
İmam oturduğu yerden göz ucuyla etrafını iyice süzdük-ten sonra, orada bulunanların da kendisini pür dikkat dinle-diklerini gördü.
- Yusuf Ağa, hayırdır? Bu kadar önemli olan nedir?
- İmam efendi, diyeceğim şudur: Bizim Ali rüyâsında tarlasından bir deve yükü altın çıkarmış. Bizler bu rüyâya sizden yorum yapmanızı istiyoruz da!
- Ağalar! Bilirsiniz ki, Ali arkadaşımız oldukça saf, saf olduğu kadar da, temiz kalpli bir kişidir. Bu gibi temiz kalpli kişilerin gördüğü rüyâyı da, elbette iyiye yormakta fayda vardır. Lakin şunu söylemek zorundayım ki, gaybı ALLAH’tan başkası bilemez. Ne var ki, tarihte bazı olayla-rın, bazı kişilere malum olduğuna rastlanmıştır.
İmam yorumunu yapıp gittikten sonra, köy odasında bu-lunan köylüler de, imamın yorumundan etkilenerek, oturdukları yerde sessizce kaldılar.
Ali oturduğu yerden kalkıp, iri cüssesinin yarattığı gür sesiyle:
- Bene bakın len! Kafanızdan geçenleri biliyom. Sakın ola benim tarlamın içine adımınızı atmayacaksınız, dedi.
Ali tarlasını herkese yasakladıktan sonra, sessiz ve hızlı adımlarla evine döndü.
Köy odasından hayli ıralandıktan sonra, çatlarcasına gülmeye başladı. Güle güle eve varınca, karısı:
- Ülen herif, bu hâlin nicedir len? Niden gülüyon? Kafayı mı bozdun yoksa? dedi.
- Dinle bene avrat! Cuma namazı için camiye giderken, baba parası yiyen birkaç zevzeği, küme hâlinde oturup zev-zeklik yaparlarken görünce, temelin ardına saklandım. Her-kes camiye girince, saklandığım yerden çıkıp, en son camiye ben de girdim.
- Sonra ne oldu len?
- Herkes namaz kılarken, ben de bir yalan düzdüm.
- Yalan mı düzdün?
- He ya!
- Tüh len sana! Yalanı düzecek yer aradın da Allah’ın evinde mi yalan düzdün?
- Ne etcen gari? Aklıma oracıkta gelivedi.
- Neydi düzdüğün yalan? Hadi anlat!
- Dur be, acelen ne? Bekle, anlatacağım. Zevzekler akıl-larınca bene tefe koyacaklardı. Ben de önceden düzdüğüm yalanı anlatmaya başladım. Hiç kimse benim yalancıktan düzdüğüm rüyâmı bilemedi. Yusuf Ağa, imama çağırtıp yorum yaptırttı.
- Eee, sonra ne oldu?
- Ne olcek ki? İmam efendi rüyâmı iyice yorunca, hepi-cenin suratı, bir karış asılıverdi.
- Ülen herif, kazık kadar adam oldun hâlâ çocuklar gibi ya-lan söylüyorsun, hem de utanmıyorsun!
- Niden utancem le avrat? Utancek kişiler varsa, o zev-zekler utansınlar. Onlara günlerini göstercem emme, biz köylü boyluyuz, hem de onlara acıyom len.
- İyi iyi! Zevzeklerin lâflarını bırak da, eşeği hazırla. Tarlada yapacağımız bir yığın iş var. Gelirken de çalı çırpı yapayım. Ocakta yakacak bir dal bile çalı kalmadı.
Hatce Hanım, iki baş davarı hazır ederken, Ali de eşeği hazırlayıp, taşlı tarlanın yolunu tuttular. Kahvede oturan köylüler, Ali’yi zamansız bir vakitte tarlaya giderken görün-ce, iç-lerindeki şüphe kanatlandı. Hep bir ağızdan;
- Bu delinin tarlasında muhakkak gördüğü rüyâdaki gibi altın olabilir, dediler.
Köylülerin arkalarından söylediklerini bilmeden, saf, te-miz iki hayat arkadaşı yollarına devam ettiler.
Ali:
- Ülen avrat! Sene bir şey diyecem emme, yapcan mı? dedi.
- Ne diyecen len?
- Ben eşekten insem de, sen binsen diyecektim.
- Ülen herif! Köy yerinde beni, el âleme karşı rezil mi edeceksin?
- Neden rezil olcekmişsin len avrat?
- Senin dediğin, eski köye yeni âdet getirmeye benzer.
- İyi ya, ben de eski âdetleri yıkıp, yenisini getirmiş olu-rum gari.
- Haydi oradan! Nerede görülmüş ki avratlar, eşek biner? Burda herifler eşek üstünde, avratlar yaya giderler. Ben, atalarımdan öyle gördüm.
- Peki peki! Senin bugün sağından kalktığın belli oldu.
- Ülen herif, o lâfı öyle demezler.
- Eee, nasıl derler?
- Yaptığın işlerde bir aksilik olunca, bugün solundan mı kalktın derler.
- Ben de öyle dedim ya!
- Tamam tamam, ben yanlış anlamışım. Ne var bunda hı-şımlanacak?
- Tövbe tövbe! Ülen avrat, nerden çıkardın hışımlandığı-mı?
- Bilmiyom emme, bene öyle geldi her hâlde.
- Ülen avrat, eğer bu yıl iyi para kazanırsam, sene altın alı-vecem.
- Ülen herif, giden sene de öyle demiştin emme sözünü de tutmadın, sene inanmıyorum gari.
- Kara gözlüm, mersin kokulum, elma yanaklım! Bu yıl sözüm sözdür len! Ne edip edecem, çok para kazanacam. Av-rat önünde sözüm doğru, kafam da havada oluvecek gari.
- O nasıl lâf len, sana ne ettim ki, kafan öne eğdin?
- Baksana sözlerine gız, sanki akrep zehiri gibidir.
- Tamam herif, sana inandım, Allah, yüreğinden geçeni de versin.
- İyi emme, yüreğimde tarlanın taşları vardır, gız.
- Etme len herif, benim yüreğimde de aynısı var.
İki can yoldaşı, zaman zaman birbirlerini sert sözlerle kırsalar da, bazen sevecen sözlerle birbirlerinin kalplerini alıyorlardı. Konuşa konuşa irim yolu bitti, tarlaya geldiler.
Hatce Hanım, sırtındaki sarılı küfeyi incir ağacının arası-na kıstırıp, içine taş doldururken, Ali de davarların iplerini çıkartıp, başlarına buyruk salıverdi. Bir taraftan Hatce Ha-nım taş çekiyordu. Ali, kuru dallardan evinin ihtiyacı odunu hazırlıyordu. Aradan saatler geçti. Nihayet Ali, odun denkle-rini hazırlayıp bitirince, yorgunluktan olduğu yere oturdu. Delmenin cebinden çıkardığı tütün tabakasını açtı. Sardığı sigarayı ateşleyip, art arda, derin derin nefes çekti. Vücudu-nun su gibi te-rinden, esen rüzgârın getirdiği tozlar da Ali’nin görünen kısımlarına çamur gibi sıvanmıştı. Bir taraf-tan kendisine baktı, bir taraftan da tarlanın taşlarına baktı. Kendi kendine; “Zev-zeklerin sözleri doğru mudur?” diye düşündü. Gerçekten tarla, taş yığını hâlindeydi. Gözü bir an Hatce’ye döndü. Yorgunluktan sesi sedası kesilmiş, taş dolu küfenin altında, iki büklüm olmuştu. Bu manzaradan sonra Ali, iki elini havaya kaldırıp, kendisine has dualar yaptı. Ve Hatce’ye yardıma gitti.
Yorgunluktan perişan olan Hatce;
- Ülen herif, bu tarlanın taşları ne vakit bitecek? dedi.
- Bilmiyorum emme, Allah bir çaresini vecek elbet!
- Hep öyle söylüyon emme, irime attığımız taşlar, sabaha dek gersin geriye geliyormuş gibi görünüyor.
- Hiç öyle şey olur mu gız?
- Ne bilem herif, aylardan beri uğraş veriyoz emme, taş-lar eksileceğine, daha çovalıyormuş gibime geliyor.
Gerçekten tarlanın taşlarını ayıklamak için, mucize gere-kiyordu.
Yorgunluktan perişan olan Ali;
- Ülen avrat, toparlan da eve varalım! dedi.
Eşeğini bağlı bulunduğu yerden çözdü, denklerin bulun-duğu yere getirip, odunları sarmaya başladı.
- Hay Allah! Urgan koptu, len avrat! Sene yeni urganı al, demiştim. İnatçılığından eski urganı getirmişsin.
- Ülen herif, gülmekten düşünür bir hâlin mi vardı ki, şin-di bene hışımlanıyon?
- Tamam tamam, yorgunluktan ne edeceme bilmiyom ki...
- Şindik ne olcek?
- Bak, hâlâ konuşuyon len! Git şu davarların iplerini ge-tir.
Hatce Hanım, davarların ipini getirip, bir kelam bile et-meden Ali’ye verdi. Semerine yeni alışan eşek, durduğu yerde durmadan kıpır kıpır hareket ediyordu. Eşeğin durumunu görüp, daha çok dellenen Ali:
- Ülen eşşolu eşek! Sene dur diyom len! Niçin olduğun yerde, dansçılar gibi oynuyon len? diye gürledi.
Ali, zor zahmet odunları sardı. Hatce Hanım da davarları önüne kattı. Karı koca, evlerinin yolunu tuttular. Yol boyun-ca bir kelam bile etmeyen Ali’nin öfkesi, eve varınca geç-mişti.
- Hatce, akşama ne pişircen gız?
- Bugün sene, kuru ekmekten başka bişi yok.
- Nidenmiş?
- Niden olcek ki, urgan kopar bene hışımlanırsın. Eşek, eşeklik yapar bene hışımlanırsın. Davarlara kızar, öfkeni benden alırsın. Ben ne eşeğim, ne de davarım. Şindik de benden aş istiyon. İşte ocak, işte sen! Bugün sen pişir de, ucundan ben de zıkkımlanayım.
- Etme zeytin gözlüm, elma yanaklım, kür üzümüm! Ben bunca lakırdıları, lâf olsun diye söyledim gız. Eğer bunca lâf-ları yüreğimden zulüm için söylediysem, Allah beni şuracıkta taş kılsın. Çünkü kadınlar, Allah’ın en değerli varlıklarındandır. Bizleri doğuran anamız da bir kadındır. Yavuklumuz da bir kadındır. Kızlarımız, bacılarımız, halalarımız, teyzelerimiz de birer kadındır. Nasıl olur da elim kalkar, dilim kötü söz e-der gız? Benim onca sözlerime gücenip üzülme. Eğer onca sözleri bir ele söyleseydim, şuracıkta ümüğümü sıkıp beni öl-dürürler. Netcen gari? Ben öfkemi sene söylüyom avrat, ne o-lur bene affet! Yemek pişirmesen de olur. Kuru ekmek yisem de olur. Bir kupa su içip berket de okurum, o da bene yeter be avrat. Yeter ki senin gönlün hoşnut olsun.
- Ülen herif, sene vardığımdan bu yana, ilk defa ağzından bambaşka lâflar duydum. Beni yüreğimin içinden vurdun! Se-nin yüreğin ne kadar temizmiş ki, ben sene anlayamamışım? Ben sene kötü bilmiş olduğumdan, asıl senin bene affetmeni istiyom.
- Ülen avrat, ben sene ilk baştan affetmiştim, gız!
- Ben de sene affettim len! gönlün hoşnut oldu mu?
- Oldu ya avrat! Allah seni, benim başımdan eksik etme-sin.
- Şindi diyiver bakim, canın ne çekiyo?
- Sene yük olcek emme, irimden geçerken topladığın ot-lar-dan çalkama böreği yapsan, canım çok istiyo...
- İyi len herif, sen alan fırınını ateşle! Ben de böreği ha-zırlayayım.
İki arkadaş yüreklerindeki böreği yapıp, yedikten sonra, günün yorgunluğuna dayanamayıp, hemencik uyuyup kaldı-lar.
O gece, eli çapa kürek tutan köyün erkekleri, gecenin şey-tana terk edildiği sırada, bazıları anasından, bazıları karılarından gizlice kaçarak, köy odasında toplandıktan sonra, dikkati çekmeden, birer ikişer, Ali’nin taşlı tarlasına vardılar. Gecenin karanlığında, tarlanın içine dağılarak, kazmalarını hırsla yere vurdular. Gecenin karanlığında, tarlanın içine dağılarak, kazmalarını hırsla yere vurdukları anda, tarlanın içi, ülker böceklerinin yanıp sönmesini andırıyordu. Defalarca kazmalar art arda inmesine rağmen, taşlardan yol bulup da toprağa ulaşamadılar.
Kazılmasının imkansız olduğunu gören halk, çapa ve küreklerini saklayarak, dönüp köy odasında toplandılar. Varılan karar sonucu, Ali’nin köyden beş on gün ıramasını sağlayacaklardı. Ama ne yapılıp da Ali, köy dışına gönderilecekti? A-ralarında karar vermeye çalışırlarken, zevzeklerden birisi;
- Emmiler! Ali efeye elli lira verdik mi, köye bir ay bile uğramaz, dedi.
Bu söz üzerine, Hacı Yusuf’un oğlu atıldı:
- Akıdeşle, bene dinleyin bakim. Ben ortaya on lire koy-cem, siz de keselerinizin ağzını açıven gari.
Kısa zamanda aralarında elli lirayı toplayıp, Kazım Ağa’ya teslim ettiler. Kazım Ağa, istemeden de olsa, grubun lideri ol-muştu. Geç saatlere kadar kendi aralarında konuşup evlerine çekildiler. Sabahın erken saatlerinde kalkıp, birer ikişer köy odasında toplanmaya başladılar. Kazım Ağa hari-cinde, hemen herkes hazırdı.
Nihayet Kazım Ağa da geldi. Lider konumunda olan Ka-zım Ağa, orada bulunan yeni yetmelerden birini çağırıp, Ali’-nin evine gönderdi. Köy odasına gelmesini tembihledi. Çocuk koşarak Ali’nin evine vardı.
- Ali emmi, dedi, seni köy odasından çağırıyorlar!
- Ülen velet, seni o zevzekler gönderdi, de mi?
- Hayır Ali emmi! Seni, Kazım Ağa istiyo.
- Hayırdır herif, velet ne istiyo?
- Ne bilem avrat? Bene köy odasından istiyolamış...
- Hadi var git! Belki bişe vardır, ondandır.
- Ülen avrat, kafama bir hâl gelse, sebebi sen olcen em-me!
- İyi iyi, senin kafana bi hâl olsa, sebebi ben olcen.
- Ülen velet, var git ağana de ki, hemencik geliyom.
Velet bir çırpıda gidip, gözden kayboldu. Söz vermesine rağmen, Ali’nin gitmemek için savsaklandığını gören Hatce Hanım söylendi:
- Ülen herif, kıçını başını çekiştirip duracağına, var git de ne olduğunu öğren gel.
- Tamam tamam, gidiyom işte! Bakem ağanın derdi neymiş?
Ali, gönülsüz de olsa, avradının hışmını daha fazla çek-meden, ağır adımlarla köy odasına vardı. İçeri girince, gözlerine inanamayıp donakaldı. Köyün erkeklerinin hepsi bir araya gel-miş, oturuyorlardı. Kendisine hemen bir oturak verip, oturmasını sağladılar. Yapılan hürmete alışık olmayan Ali, daha da çok şaşırıp, ne için geldiğini bile unuttu. Bu sırada kahveci, yeni demlemiş olduğu çayları dağıtmaya Ali’den başlayınca, bardağın sıcaklığıyla kendisine gelen Ali, sordu:
- Hayır ola, Kazım Ağa! Derdin nedir? Bene niden çağır-dın?
- Hayırdır Ali akıdeş. Dertle ne işimiz olur ki?
- Eee, sebep nedir öyleyse Kazım Ağa?
- Ali akıdeş, bene eyice kulak ve de, sene diyeceklerim vardır. Kazıklı köyünden keçi sürüsü gelecek. Bunlara söy-ledim emme, içlerinde becerecek tek kişi bile yoktur. Bu nedenle, bu işi sene vecem. Hem de senin ninen oralı, hemi de onları da görürsün.
- İyi dersin emme, benim tarlada işim va ya! Tarlanın taşları bene bekliyo.
Tarlanın taşlarını duyan herkes, bir anda heyecanlandı.
- Ali akıdeş, eğer sürümü getirirsen, sene tamı tamına elli pangınot vecem.
Elli liranın adını duyan Ali, çay bardağı elinde, donakal-dı. Ali’den ses seda çıkmadığını gören, parayı azımsadığını sanan ağa durmadı;
- Ali akıdeş, sene elli lira ve bi de, en iyilerinden bir teke vecem. Tamam mı, anlaştık mı?
Şaşkınlığını atan Ali, ayağa kalktı, söyledi:
- Kazım Ağa, iyi dersin emme, biliyon ben Hatce’mden habersiz söz veremem. Bene destur verin de, eve varıp avra-da anlatayım. Git derse giderim, gitme derse de gitmem. Son söz Hatce’mindir.
Usulca köy odasından ayrılan Ali, ardına bakmadan evi-ne vardı.
- Hatce, Hatce! Neredesin len? Hatce, adı batasıca karı. Sene söylüyom, Hatce!
- Ne var len, ne oldu? Bu hâlin nedir?
- Dinle, dinle! Sene iyi haberim var.
- Dur, biraz soluklan. Ondan sonra diyiver ne oldu?
- Burdan iştahsız gittim emme, köy odasına girince ne göreyim ki, Cuma günü gibi herkes oradaydı. Bene hemen bir oturak çekip, bir kenara oturttular. Çayları içerken Kazım A-ğa’ya, beni niden çağırttığını sordum. Aldığım cevap ne bili-yon mu?
- Nereden bileyim ki?
- Kazım Ağa, Kazıklı köyünden kurbanlık keçi almış em-me getircek kişiyi bulamadığından, benim gidip getirmemi is-tedi.
- Ülen saf gördü de onun için sene söyledi. Onca insanın içinde bula bula seni mi buldu?
- Ülen avrat, lâfın ötesine geçeceğine hele birazcık dinle de hepiceni anlatayım.
- Herif, sen insanı sırtından çatlatırsın. Diyeceksen, diyi-ver gari.
- Tamam tamam, dinle gari! İşler senin bildiğin gibi de-ğil. Eğer gidersem, tamı tamına elli lira verilecek, bir de ge-tirdiğim keçilerden en iyilerinden bi dene keçi verilecek, hepicesi bu kadar.
- Ülen herif, koskoca kazık kadar adamlar, seninle kafa bulacaklarına, gitsinler de karılarıyla kafa bulsunlar. Utan-maz herifler!
- Dur be avrat, bene hışımlanıyon diyon emme, sen daha çok hışımlanıyon.
- Eee, ne dememi istiyon len?
- Belki de doğrudur. Dalga geçtiklerini nerden biliyon ki?
- Bene bak len herif! Var git, Kazım Ağa’ya söyle, elli li-rayı bene vecen, sonra nereye gönderirse git, tamam mı?
- Tamam len avrat, önce para, sonra iş.
Ali, Hatce’sinin rızasını aldıktan sonra doğruca köy oda-sına vardı. Hazır olduğunu söyleyince, köylüler sevinçten derin bir “oh!” çektiler.
- Kazım Ağa, Hatce izin verdi emme, vecen elli lirayı alıp ona vecem, ondan sonra isteğini yerine getircem, tamam mı?
- Tamam len Ali akıdeş! Al şu elli lirayı, git götür de ver Hatce gıza. Yolluğunu da hazırla ki, hemencik yola çıkacak-sın, tamam mı akıdeş?
- Tamam Kazım Ağa! Ben bir çırpıda gidip gelem.
Ali sevinçle köy odasından ayrılıp, evine vardı.
- Hatce Hatce! Bene bakıve bakim! Sene bişe vecem.
- Nemiş o vecen?
- Bi de bene inanmıyodun. İşte tamı tamam elli lira!
- Deme len herif! Şindik bu elli lira bizim mi oldu gari?
- Tabi len avrat, sene demiştim emme, bene inanmadın ki!
- Len herif, ben de şaşkına döndüm! Kime inancamı bil-miyom gari.
- Bene inan avrat! Hemi de yolluk çıkını yapıve de, he-men yola çıkmak istiyom.
Hatce Hanım, yolluk çıkını hazır edip, Ali’ye verdi. Çı-kını alan Ali, avradıyla helâlleşerek, köy odasının önüne vardı. Ka-zım Ağa’ya hazır olduğunu söyleyince, ağa cebin-den yazılı bir kağıt çıkartıp Ali’ye vererek yolcu etti.
Ali, oradan birkaç adım ıraladıktan sonra, ardına döne-rek;
- Akıdeşle ben hemencik gidip, çabucak dönerim, dedi.
- Aman Ali akıdeş, hiç acele etme! Sürüyü dikkatli sür ki, böcü börtüye yem yapma, e mi?
- Anladım Kazım Ağa, sen kendini ve yüreğini hoş tut!
Ali dağ yolundan Kazıklı köyüne gitti. Zevzeklerden biri, uzunca bir süre göz takibinde kalarak, Ali’nin gittiğine kanaat getirdikten sonra, köy odasına dönerek müjdeyi verdi.
Akşamı, gizlice Ali’nin tarlasında buluşarak, kazı için plân yapmaya başladılar. Köyün erkekleri, hep bir koldan hareket ettiler. Bir haftayı bulan temizleme çalışmalarından sonra, tar-la sürülme aşamasına geldi. Köylüler, tarlanın her tarafına ya-yıldılar. Kazım Ağa’nın emriyle kazmaya başla-dılar.
Zevzeklerden biri, Kazım Ağa’ya döndü, sordu.
- Ağam, çıkacak altınlar ortak mı? Yoksa altınlar, bula-nın mı olacak?
- Altınlar, bulanın olcektir len!
Bu sözden cesaret aldılar, kazmalarını var güçleriyle vur-maya başladılar. Kazı olayı günlerce devam etti. Ali’nin tarlası köstebek yuvasına dönmüştü.
Hatce Hanım, Ali olmadığı için tarlaya gidemiyordu. Ama aklı fikri Ali’nin yokluğuna olsa da, birinci sırada tar-lanın taşlarındaydı.
Köylüler kendi işlerini bırakıp, altın çıkarma hevesine kapılarak Ali’nin tarlasının taşlarını temizlemiş oldular. Hem de karılarıyla münakaşalı durumlara düştüler. Kocalarının gündüzleri uyuyup, geceleri de nereye gittiklerini bilmedik-lerinden hanımlar arasında dedikodular başladı. Sır verme-yip, ser vermeye karar veren erkekler, karılarının tepkilerine rağmen, ka-zıyı sürdürüyorlardı. Her gün kazı öncesi heye-can doruklara çıkıyor, sabaha yakın da altın bulamamanın hüznünü yaşıyorlardı. Aradan on gün geçmişti. Akşama yakın, yine köy odasında toplanıp, pembe altın hayâllerinden söz ederken, Ali’nin gür sesiyle irkildiler. Bu sesle birlikte, kurulan hayâller yok oldu, uçtu gitti. Köy odasının önüne kadar sürüyle gelen Ali, odadan çıkan Kazım Ağa’ya, keçileri tek tek sayarak teslim edip, içinden iple bağladığını alarak, iki haftadır uzak kaldığı evine özlemle gitti.
Başta Kazım Ağa ve diğerleri bir olup, keçileri ahıra koyduktan sonra, son şans olarak tarlaya gidip yeniden kaz-dılar. Ne çare ki bunca umutlar, Ali’nin gelişiyle sona ermiş oldu.
Ali’nin dönüşüyle evde, zamansız bir bayram havası yaşanıyordu.
- Eee herif! Vardığın yerlerde neler gördün gari?
- Valla Hatce’m, benim hısımların hepsi iyi emme, ni-nem çok hastadır gız.
- Doğrudur herif, yaşlılık işte, nedicen? Bizler de onların yaşına gelir miyiz acep?
- Ülen avrat, iyi ki ninemin hastalığını diyiverdim! Em-me sen de iyice üzüldün be Hatce’m.
- Üzüldüm ya herif! Hemencik de siması gözümün önü-ne gelivedi.
- Üzülme! Bak sene bişi diyecem.
- Ne diyecen?
- Hani ben sene altın alcem dedimdi ya?
- He ya, dediydin! Ne olmuş ki?
- Kazım Ağa’dan aldığımız elli lira va ya?
- Eee va, ne olmuş elli liraya?
- İşte o parayla sene altın alcem. Artan parayla da ken-dime bir uskar pabuç alıp altına kabara çaktırcem. Ondan sonra bir setire, bir delme, bir de kilot diktircem. Ondan sonra gör-cen herefini, damatlar gibi oluvecem gari.
- Üle herif, bene de güllü basma alıvecen mi?
- Alıvecem len avrat! Sözüm sözdür, alıvecem!
- Aslan herifim benim. Geç oldu, hadi yatalım gari.
Güzel sohbetlerden sonra, yatıp uykuya daldılar. Sabah ezanıyla uyanan Hatce Hanım, ocağı ateşledikten sonra, bir ta-raftan tarhana çorbası kaynatırken, öte yandan yolluk hazırlığı yapıyordu. Az sonra, ocaktaki tarhana çorbası pişmişti. Tenceresiyle tepsinin ortasında hazırdı. Bu sırada Ali, yataktan kalkıp ihtiyaçlarını giderdikten sonra, sofraya geldi. Yemeklerini yediler. Tarlaya gitmek için, her türlü ihtiyaçlarını yanlarına al-dıktan sonra, yolu tuttular.
- Ülen herif?
- Ne va len?
- Buban çok gaddar herifin tekiymiş len!
- Hayda, ülen avrat! Sabah sabah dellendiysen, bir he-kime götürem seni.
- Doğru lâfın adı, ne zamandır dellenmek oldu len?
- Baksana len, ağzın neler söylüyo?
- Yalan mıdır len, düğün hediyesi diye, taş yığını tarlayı sana vedi.
- Tövbe tövbe, Allah’ım, sen benim Hatce’min aklına mu-kayyet oluve de kötü lakırdıları yüreğinden atıve gari. Ülen av-rat, hiç vemese daha mı iyi olcekti gız?
Karşılık vermeyen Hatce Hanım, davarlarla meşgul ol-maya başladı. Sabah yolculukları iyi başlamasına rağmen, yolculuk muhabbeti, münakaşaya dönüştü. Ali öfkesini, bindiği e-şekten çıkarırken, Hatce Hanım da kızgınlığını davarlardan a-lıyordu. Birbirleriyle konuşmadan tarlaya vardılar.
- Anaa! Ülen bu bizim tarla değil len Hatce!
- Ne oldu len, ne va?
- Benim gördüğümü sen görmüyon mu len? bizim tarla taşlıktı. Eğer burası bizimse, taşlar nerdedir gız?
- Anacığım! Hakkatten le, taşlar nereye gitmiş acep?
- Ülen Hatce!
- Ne va?
- Ülen yoksa bizim tarladan Hızır geçmiş olmasın?
- Doğru mu söylüyon len herif?
- Tabi doğru söylüyom. Baksana len, her yer çakır çukur. Ayak izleri de va.
- Ülen herif, sene inandım len, tarlanın her yerinde ayak izleri va.
- Eee şindik ne etcez gari?
- Hızır’ın ayak izlerini gömelim de, gelecek günlerde tarlayı süreriz gari.
- Tamam len avrat, çukurları gömelim de, akşam olunca, bizim tarlaya olanları imama anlatayım. İmam daha iyisini bilir herhâlde.
Ali ve Hatce Hanım, tarlada açılan çukurları gömmek için, bütün gün çalıştılar. Yarıdan çoğunu gömdükten sonra, e-ve dönüş hazırlıklarını tamamlayıp, sevinç içinde köye döndüler.
İçi içine sığmayan Ali ve Hatce Hanım, çabucak davar-ları ve eşeği bağladıktan sonra, apar topar, hazırda ne varsa yediler.
- Hatce?
- Ne va len?
- Ben köy odasına gidiyom! Sen ne etcen gız?
- Ben de Ayşe yengemgile gitcem.
Ali sevinç içinde, doğruca köy odasına gitti. Destur çek-tikten sonra:
- Hey akıdeşle, bene dinleyin gari! Hani benim taşlı tar-lam va ya, dün gece Hızırlar geçivemişle. Ne kadar taş vasa he-picene irimin içine atıvemişle, taş yığını tarlam, pampayık o-luvemiş gari.
Ali avazının çıktığı kadar, heyecanlı bir şekilde anlatma-sına rağmen, onca köylü kulaklarını tıkamış gibi hareket ederek, kendi alemlerinde, ilgisiz kaldılar.
Ali bir an konuşmasını kesip, kahvede oturanlara bakın-dı. Herkesi kendisinin varlığından habersizlermiş gibi görün-ce, köy odasının kapısını çarparak, dışarıya çıkıp, imamın evine gitti. İmama tarlasında olup bitenleri bir bir anlattı.
Ali’yi iyice dinleyen imam, bıyık altından gülümseyerek onunla beraber köy odasına gitti. Destur çekip içeriye giren imamı gören köylüler, ister istemez konuşmalarını kesip, imamla meşgul oldular.
Öte yandan Ali, inat olsun diye tarlasından geçen Hızır-ları tekrar anlattı.
Ali’yi baştan sonuna kadar takip eden imam, köylülerin daha çok mahcup olmamaları için:
- Dinle oğul Ali! Yüce Allah, meleklerini gönderip, onun bunun işlerini yaptırmaz. Ama kullarını kullarına yar-dım ettirir. Bu yardım da, bir türlü Hızır yardımıdır.
- İmam emmi, bene bu köyden hiçbiri yardım etmez. Benim tarlamdan bal gibi Hızırlar geçmiş, yoksa kim gidip te, onca taşları ayıklar?
Odadakiler, Ali’nin ısrarlı konuşmasının ardından, yap-tıkları hatalarından dolayı, önlerine bakmakla yetindiler. Bu durumu gören imam:
- Dinle Ali oğul! Senin tarlandan dediğin gibi Hızırlar geç-mişler. Ama bu olayı sakın ola ki kimsenin yanında söyleme. Eğer söyleyecek olursan, irime atılan onca taşları, attıkları gibi gersin geriye getirir, dedi.
- Yaaa, hakketten mi imam emmi, doğru mu söylüyon? Attıkları gibi, gersin geri getirirler mi?
- Tabi getirirler! Tarlandaki taşlar temizlenmiş mi?
- Heee!
- Hızırın geçtiğine inanıyorsun öyle mi?
- Heee!
- Öyleyse, taşların gersin geriye geleceğine de inanmalı-sın oğlum Ali.
- Amanın amanın, yandım ben imam emmi, yandım!
- Neden yandın Ali oğlum?
- Neden yanmayayım ki imam emmi? Baksana sizlere anı-vedim ya, ondan korkuyorum. Söylediklerin gerçek mi?
- Yanlış anlama, Ali oğlum! Bizlerden başkasına da an-latırsan, dediğim gibi taşlar geri gelir, haberin bile olmaz.
Ali, imamın sözlerine iyice inanmış gözükerek, yalan-cıktan üzüldü. Köylülerden destur isteyip, evine gitti. Çok geçmedi, bu olayı da unuttu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.